Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olduğunu görebilmek ve anlayabilmek için tek şart insan olmaktır. Kur’an’ı anladığı dilde okuyan her insan, onun bir insan tarafından yazılmadığını kolayca görebilir. Sadece Fatiha Suresi bile gerek üslubu gerekse muhtevası bakımından bir insan elinden çıkamayacak kadar farklı ve mükemmeldir.

Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olduğunu kabul etmek ise insanların büyük çoğunluğuna ağır gelir. Zira insan dediğimiz varlık kibirli olmayı seçecek yapıdadır. Kur’an’ı Allah’ın Kitabı olarak kabul etmemesi onun Allah’ın Kitabı olduğunu görmemesinden değil, Allah’tan emir almak istemeyecek kadar kibirli olmasındandır. Kısacası zor olan Allah’ın Kitabını görmek değil, ona uymaktır. Allah’a ait bir Kitaba uymadığını söylemektense onu Allah’ın Kitabı saymamak içsel konfor gereği tercih edilen bir tutumdur.

Müslimler içinse Kur’an, kayıtsız şartsız teslim olunması gereken mucizelerle dolu bir kitaptır. Dolayısıyla bir müslimin Kur’an’da insanı aciz bırakan şeyler görmesi nefes kesici, ama kaynağı alemlerin Rabbi Allah olduğu için son derece olağan bir durumdur.

Kur’an Vahyi

Kur’an vahyi, risaletin başından itibaren Muhammed Aleyhisselam tarafından vahiy katiplerine yazdırılarak kayda geçirilmiştir. Bugün elimizde olan mushaf, her yönüyle vahiyle belirlenmiş ve bizzat Rabbimiz tarafından düzenlenmiştir. Zaten Allah’ın gönderdiği bir kitabın kayda geçirilmesi esnasında kitabın iç düzeni, ayet ve surelerin yer ve sıralaması, yazım şekli ve tekniği gibi konuların bir insanın tercihine bırakıldığı düşünülemez. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَدًاۙ اِلَّا مَنِ ارْتَضٰى مِنْ رَسُولٍ فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَدًاۙ لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَاَحْصٰى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا

(O) Gaybı bilendir ve gaybını uygun gördüğü rasul dışında kimseye açmaz. Onun da önüne ve arkasına (melek) gözcüler yerleştirir ki (rasul) onların Rablerinin mesajlarını kendisine ulaştırdıklarını bilsin, (meleklerin) yanlarında olanı ihata etsin ve (ondaki) her şeyi adet olarak ihsâ etsin. (Cin 72/28)

Ayette geçen ihsâ ifadesi, Muhammed Aleyhisselam’ın vahiy içerisinde hiçbir şeye müdahil olamayacağını vurgulayan bir ifadedir. Ayrıca ihâta etmek de kuşatmak anlamındadır. Yani meleklerin getirdiği mesajları en küçük detayına kadar kavrayıp almıştır. Buna göre Muhammed Aleyhisselam, bir melek korteji ile korunmuş olarak indirilen risalet vahyini Rabbimizin belirlediği şekilde almıştır. Dolayısıyla böylesine detaylı bir şekilde aldığı vahyi farklı biçimde kayda geçirmiş olması düşünülemez.

سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰىۙ

Sana kıraat edeceğiz, sen unutmayacaksın. (A’lâ 87/6)

Muhammed Aleyhisselam kendisine kıraat edilen vahyi unutmayacaktır. Bu da vahiy katiplerine yazdırdığı metnin her şeyiyle Allah’a ait olduğunu gösterir. Nitekim kendisinin unutmayacağını bildiren, sanki sadece kendisine verilen bir bilgi gibi görünen bu ayeti bile aynen kayda geçirmiştir.

Muhammed Aleyhisselamın vahyi aynen bugün elimizde bulunan mushaftaki şekliyle kayda geçirdiğini görebileceğimiz bir çok Kur’an mucizesi mevcuttur. Bunlardan biri ve belki de en az bilinen ve fark edileni de Kehf Suresi 23. ayette bulunmaktadır.

Kehf Suresi 23. Ayet ve Şey Kelimesi

Türkçemize de aynen geçmiş olan “şey” kelimesi شيأ kök harflerinden türemiş Arapça bir kelimedir. شيأ kökünden kelimeler Kur’anda 519 kez yer karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan 236 tanesi fiildir. Geriye kalan 283 adedi ise “şey – شيء” şeklinde isimdir ve bu kökün Kur’an’da geçen tek mastarı da budur.

Şey kelimesi Arapça’da da dilimizde olduğu gibi ister bir düşünce ve tasavvur olarak, isterse bir olay veya gerçeklik olarak varlık sahnesine çıkmış olan olgular için kullanılır. Biz insanlar için henüz şey olmamış, yani ne gerçeklik olarak ne hayatta ne de tasavvur olarak zihinlerde var olmayan bir olgu için bilgiden bahsedilmezken gaybı bilen Allah için bizim bilmediğimiz olgular da “şey” olabilir. Bu sebeple Allah her “şey”i bilir:

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ اسْتَوَىٰ إِلَى السَّمَاءِ فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ ۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur ve O her şeyi bilir. (Bakara 2/29)

Henüz varlık sahnesine çıkmamış insanın “şey” olarak anılmadığı da ayetlerle sabittir:

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـًٔا مَذْكُورًا

Zamanın bir bölümü insan henüz sözü edilecek bir “şey” değilken geçmişti. (İnsan 76/1)

قَالَ كَذٰلِكَۚ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْـًٔا

(Melek Zekeriya’ya) Dedi ki: Bu böyledir! Rabbin dedi ki; ‘bu bana kolaydır. Daha önce seni de sen bir “şey” değilken yaratmıştım.’ (Meryem 19/9)

Bu çalışmanın konusu olmadığından Kur’an’da “şey” kavramının anlamı ve kullanımına dair daha fazla detaya girilmeyecek, bu kadarla iktifa edilecektir.

Kur’an’da 283 kez isim olarak geçen “şey” kelimesinin mushaftaki ve Arapça’daki yazılışı شيء şeklindedir. Ancak Kur’an’da bu yazılışın bir tane istisnası bulunmaktadır. Kehf Suresi’nin 23. ayetinde geçen şey kelimesi, geçtiği diğer 282 yerden farklı olarak bir elif harfi fazlalığı ile yazılmıştır: شاىء

وَلَا تَقُولَنَّ لِشَا۬يْءٍ اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَدًاۙ

Asla hiçbir şey için “ben bunu yarın mutlaka yapacağım” deme! (Kehf 17/23)

Kelimenin mushafta bu şekilde yazılmış olması hayatını Allah’ın Kitabına adamış kişilerin bile gözünden kaçabilmektedir. Bunun sebebi bu kişilerin dikkatsizlikleri değil, kelimenin bunun dışında geçtiği her yerde ve Arap dilinde çok iyi bilinen bir yazılışının olmasıdır. Bu sebeple beynimiz bu ayetteki yazılışı da düzelterek aradaki farkı görmemizi çoğu zaman engellemektedir. Ancak beynimizi de yaratan Rabbimiz bu farklılığı oraya koymuştur ve bu durum son derece merak uyandırıcıdır: Neden?

Elbette bu, sadece Kur’an’ın yazılışıyla, dizilişiyle, muhtevasıyla Allah’ın belirlediği şekilde indirilmiş bir kitap olduğunu bizzat Kur’an’dan gören, bunu önemseyen kişiler için anlamlı bir sorudur. Yoksa ayetlerin bir çoğunu indirildiği döneme hasreden, Kur’an metninin bir insan tarafından yazıldığını söyleyecek kadar Kur’an tabiriyle “sapık” akademik ünvanlıların gözünde olsa olsa bir yazım hatası, hatta Kur’an metninin insan eliyle yazıldığına delil olabilecek bir durumdur.

Biz, besinleri vücutlarından geçirerek tekrar doğaya bırakmaktan başka bir işe yaramadıklarını bildiğimiz kişileri kendi sapık düşünceleriyle başbaşa bırakıp Allah’ın Kitabında böyle bir farklılığın neye işaret ettiğini, sebep ve sonuçları ile anlamaya çalışacağız.

Kehf Suresi 23. Ayet

Yukarıda da belirttiğimiz gibi “şey” kelimesi Arap dilinde شيء şeklinde yazılır. Kehf 23. ayetteki gibi ش harfinden sonra ا yazılmaz. Bugün bile hiçbir Arap kelimeyi bu şekilde yazmaz. Yazarsa yanlış yazmış olur. Bu kadar bariz ve basit bir hatayı da en cahil kişi bile yapmaz. Ancak Kur’an Allah’ın Kitabıdır. Rabbimizin Kitabına koyduğu en küçük farklılık bile bir sebebe dayanır. Nitekim yaptığımız sayısız kavram çalışması ve KÖK programlarıyla bu gerçeği defalarca kez tecrübe ettik.

Ayeti diğer ayetlerle karşılaştırarak önce metin bakımından değerlendirirsek şey kelimesinin başında ل harf-i cerinin bulunduğunu görürüz. Akla gelen ilk soru acaba bu harf kelimenin yazılışında bir değişikliğe sebep olmuş olabilir mi sorusudur. Hoş Arapça’da böyle bir şey de söz konusu değildir. Yani şey kelimesinin başına gelecek herhangi bir harf-i cer, kelimeyi Kehf Suresi 23. ayette geçtiği şekilde yazmaya sebep olmaz. Ancak Kur’an’da da durum böyle mi görelim. Mushafta bu kelimenin, başına ل harf-i ceri eklenmiş şekilde geçtiği bir ayet daha mevcuttur:

إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ ‏

Bir şeyi istediğimiz zaman ona sözümüz sadece ol dememizdir. Böylece olur. (Nahl 16/40)

Görüldüğü gibi bu ayette de şey kelimesinin başında lam harfi ceri olmasına rağmen kelime olması gerektiği gibi لِشَيْءٍ şeklinde yazılmış, Kehf 23. ayetteki farklılığa burada yer verilmemiştir.

Bunun dışında te’kid lâmı denilen ve yine kelimenin başına bitişik olarak yazılan lâm harfleri de kelimenin normal yazılışında bir değişikliğe sebep olmamıştır. Bunlar da Hûd Suresi 72, Sâd Suresi 5 ve 6. ayetlerde görülebilir.

Şu halde Kehf Suresinde geçen yazım farklılığına ل harfinin yol açmadığı ortadadır. Zaten Kehf 23 dışında, bu kelimenin farklı bir yazılışına rastlanmadığını belirttiğimize göre buradaki farklı yazılışın ayetin konusu ile ilgili bir sebebi olması gerekir. Ayeti bir sonraki ile birlikte okumamız bize ip ucu verebilir:

وَلَا تَقُولَنَّ لِشَايْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَٰلِكَ غَدًا‏ إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ ۚ وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَىٰ أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَٰذَا رَشَدًا

Asla hiçbir şey için “ben bunu yarın mutlaka yapacağım” deme! “Ancak Allah öyle tercih ederse (yapacağım de!)”. Unuttuğun zaman Rabbini hatırla ve de ki: “Rabbim beni belki daha yakın bir vakitte başarıya ulaştırır. (Kehf 17/23-24)

Bilindiği üzere bu ayetler hayatımıza inşaallah kelimesini sokan, yapmayı düşündüğümüz işleri Allah’ın tercihine bağlama alışkanlığımızı kazandıran ayetlerdir. Böylece Allah’ın hayatın her anına müdahil olduğu, O’ndan bağımsız hiçbir iş yapamayacağımızı içselleştirmiş oluruz.

Ancak bu ayetler sayesinde bir şeyi daha fark ediyoruz. Kur’an’da sadece Kehf Suresinin 23. ayetinde insanın yarın yapacağını düşündüğü, ancak henüz yapmadığı, yani henüz bir “şey” olmayan bir olguya “şey” denmektedir. Bu durum Kur’an’da başka hiçbir ayette bulunmaz. Gelecekte olacak bir şeyin “şey” olması, yani mutlaka gerçekleşerek varlık sahnesine çıkması sadece Yüce Allah tarafından bilinebilir. Bu sebeple gelecekte olacak şeyler için “şey” kelimesi Kur’an’da sadece Rabbimiz tarafından kullanılmaktadır. Birkaç örnek vermek gerekirse;

إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ ‏

Bir şeyi istediğimiz zaman ona sözümüz sadece ol dememizdir. Böylece olur! (Nahl 16/40)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَن يَقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Bir şeyi istediği zaman emri sadece ona “ol” demektir. Böylece olur. (Yasin 36/82)

وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ وَيَخْتَارُۜ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

Senin Rabbin tercih ettiğini yaratır ve seçer. Onların seçme hakkı yoktur. Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir. (Kasas 28/68)

Görüldüğü gibi henüz bizim için bir “şey” olmayan, Yaratan bakımından “şey” olarak ifade ediliyor, çünkü onu yaratacak olan O’dur. Biz insanlar içinse henüz olmayan bir olgu “şey” değildir.

Ancak Kehf Suresi’nin 23. ayetinde henüz yapılmamış bir işe şey denilmesi, meseleyi insana anlatabilmek içindir. Ancak yine de bunun insan için henüz gerçek manada bir “şey” olamayacağını belirtmek için Rabbimiz kelimeyi farklı biçimde yazdırarak bu ince detayın es geçilmediğini ortaya koymuştur.

Yukarıda şey ifadesinin anlamını verirken ‘ister bir düşünce ve tasavvur olarak, isterse bir olay veya gerçeklik olarak varlık sahnesine çıkmış olan olgular için kullanılır’ demiştik. Kehf Suresi 23. ayette bir kişinin ertesi gün yapacağı iş de zihninde belirlenmiş olduğuna göre “şey” olarak adlandırılabilir, şu halde kelimenin farklı yazılmasının bir anlamı yoktur şeklinde mantıklı bir itiraz yapılabilir. Bir şey, insan zihninde oluşunca elbette artık o kişi için “şey”dir. Ancak o şeyin gerçekleşmesi yani varlık sahnesine çıkıp herkes için gerçek bir “şey” olması Allah’ın onu yaratmasına ve tercihine bağlıdır. Zaten 23 ve 24. ayette dikkat çekilen de budur. Bu sebeple, bizim zihnimizde ve sadece bizim için “şey” olanın, gerçekten bir “şey” olandan, yani Allah’ın tercihi ile yarattığından farkını ortaya koymak için kelime farklı biçimde yazılmıştır.

Sonuç

Kehf Suresinin 23. ayetinde geçen şey kelimesinin hem Kur’an’da geçtiği diğer yerlerdekinden hem de Arapça’daki normal ve bilinen yazım şeklinden farklı bir biçimde yazılmış olması, Muhammed Aleyhisselamın vahyi aldığı şekliyle aynen kayda geçirdiğinin en güzel göstergelerinden biridir. Anadili Arapça olan tüm insanlar gibi vahiy katipleri de bu kelimeyi bu ayette kayda geçildiği şekilde yazmaz. O halde sadece bu ayette böyle yazılması gerektiği vahyi alan Muhammed Aleyhisselamın müdahalesiyle vahiy katiplerine bildirilmiştir. Bu durum Kur’an metninin tümüyle tevkîfî olduğunu gösteren eşsiz bir delildir.

Ayetin konusu gereği kelimenin diğerlerinden farklı yazıldığının görülebiliyor olması, Rabbimizin Kitabını ne kadar ince detaylarla indirdiğini göstermesi bakımından da önemlidir. Tek bir harf fazlalığının bile anlamda bir detaya işaret ediyor olması, Allah’ın Kitabındaki kelime tercihlerinin ne kadar önemli olduğu, yakın anlamlı da olsalar hiçbir kelimenin diğerinin yerine kullanılmasının asla mümkün olamayacağı ilkesini de pekiştiren bir durumdur.

Ayetteki bu yazım farklılığının sebebi ile ilgili olarak söylediklerimiz sadece bizim tespitlerimiz değildir. Bu konuda benzer şeyler söyleyenler günümüzde de mevcuttur. İlgilenenler için şu videoda Arapça olarak bilgi verilmektedir:

Erdem Uygan