Bazı Kur’an araştırmacılarının Kur’an üzerinde yaptıkları çalışmalarda, önce varmak istedikleri hükmü belirleyip ardından bunu Kur’an’a söyletmek için hiçbir kural ve sınır tanımamaları, sıkça karşılaşılan durumlardan biridir. Bu türden yanlışlara en tipik örneklerden biri, Meryem validemizin İsa Aleyhisselamı babasız olarak dünyaya getirmesini hermafrodizmle açıklamaya çalışan makaledir.[1] Bu çalışmasında yazar, kafasında önceden belirlediği bir hükmü Kur’an’dan çıkarabilmek için ilgili ayetlerde sanki sıradışı bir durum varmış gibi bir algı oluşturmuş, ardından bu sözde sıradışılığı Meryem validemizin hermafrodit olduğu iddiasına işaret sayarak kendi kurgusunu Kur’an’a söyletmiştir. Bunu yaparken Arapça’nın en temel kurallarını çiğnediğini, bu konuda bilgisi olmayan okuyucunun tespit edebilmesi mümkün olmadığı için Kur’an’dan çıkardığı aslı olmayan bir hükmü Kur’an’ın mucizelerinden biri olarak lanse edebilmiştir.[2]

Önce varılacak sonucun belirlendiği, sonra Kur’an ayetlerinin bu sonucu çıkaracak şekilde bozulduğu bir diğer çalışmada da meleklerin Adem’e değil, Allah’a secde ettikleri iddia edilmektedir. Bu çalışmamızda Arap dilinin en temel kuralları ve Kur’an’ın ilgili bütün ayetleri ayaklar altına alınmadıkça ortaya atılmasının mümkün olmayacağını göstereceğimiz bu iddia, ‘Kıssalar Ne Söyler – Yaratılış ve Hz. Adem’ adlı kitapta yer almaktadır:[3]

“‘Meleklere, Adem’e secde edin’ şeklinde yorumlanan âyeti anlayabilmemiz için öncelikle ilgili âyetler ve secdenin tanımı üzerinde durmalıyız. اسجدوا لآدم ibaresinde li edatı kullanılıyor. Denebilir ki ‘Secde kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de daima ‘lam’ edatıyla kullanılır.’ Bu yanlış bir yaklaşımdır; secde emrinin lâm edatsız kullanımları da Kur’an’da mevcuttur. Bu âyeti ele alırken kullanılan edatı görmek ve bunu anlama, meale, tercümeye yansıtmak durumundayız. Âyeti ‘Adem’e secde…’ olarak değil, ‘Âdem için secdeye kapanın’ şeklinde ele aldığımızda anlam tamamen değişiyor. ‘Adem için secdeye kapanın’ denince maksat değişir.”[4]

Öncelikle yazarın yorum olduğunu dile getirdiği “meleklere, Adem’e secde edin dedik” şeklindeki ifade bir yorum değil, doğru bir çeviridir. Meallerin birkaç tanesi dışında büyük çoğunluğu da ayeti bu şekilde çevirmişlerdir. Bildiğimiz kadarıyla yukarıdaki satırların yazarının henüz bir meal çalışması bulunmamaktadır. Ayete yazarın iddia ettiğine benzer şekilde anlam veren birkaç mealden biri de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çıkardığı mealdir:

“Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.”[5]

Diyanet İşleri Başkanlığının daha önceki meallerinde ise ayete, “Adem’e secde edin” şeklinde, olması gereken doğru anlamın verildiğini belirtelim. Ayete “Adem için secde edin” şeklinde yanlış anlam veren ulaşabildiğimiz diğer mealler ise Bahaeddin Sağlam, İlyas Yorulmaz, Şaban Piriş mealleridir. Hasan Basri Çantay ise her iki ihtimali de mealine yansıtmıştır. Bunlardan İlyas Yorulmaz meali hariç hiçbirinde secdenin Allah’a yapıldığı açık olarak yazılmamış sadece “Adem için secde edin” ifadesine yer verilmiştir. Allah’a yapıldığı açık olarak yazılmasa bile ayette “için” ifadesini kullanmanın mümkün olamayacağını ilerleyen satırlarda ortaya koymaya çalışacağız.

Adı geçen kitabın yazarı ile paralel görüşlere sahip olduğu bilinen bir başka meal yazarı ise ayetteki ifadeyi daha muğlak bir biçimde anlamlandırma yoluna gitmiştir: “Âdem(oğlu) lehine emre âmâde olun!”[6] Ayette “için” ifadesini kullanmanın mümkün olmaması ile aynı sebeplerden dolayı, “lehine” ifadesinin de kullanılamayacağı yine aşağıda görülecektir.

İfadeye Verilen Anlamın Arapça’ya Göre Yanlışlığı

Yukarıda alıntıladığımız bölümde yazar, Arapça’daki “secde etme, boyun eğme, saygıyla eğilme” anlamlarına gelen “سجد – secede” fiilinin “ل – lâm” harfi olmaksızın kullanımının da Kur’an’da mevcut olduğunu söylemekte ancak bu iddiasını bir ayetle delillendirmemektedir. Kitabının sadece o sayfasında bile ayetlerle ilgili delil göstermek gerektiğinde tam üç yerde dipnot veren yazar, nedense bu konuda bir dipnot vermemekte, iddiasını ispatlamaya gerek duymamaktadır. Bunun sebebi Kur’an’da bu iddiasına delil olabilecek bir kullanımın olmamasıdır. Diğer bir deyişle yazarın iddiası asılsızdır.

Konuyu Arapça bilmeyenler için biraz açmamız gerekmektedir. Arapça’da bazı fiiller mutlaka bir takım “harf-i cer” denen harflerle kullanılırlar. Bu harfler cümlede mef’ûl yani tümleç bulunuyorsa o mef’ûl ile birlikte kullanılmak zorundadırlar. Türkçemizde yer almayan bu durumu İngilizcedeki benzer kullanımla örneklendirerek anlatmamız mümkündür: İngilizcede bir kişinin, emir kipinde “bak!” demek için sadece “look!” demesi yeterlidir. Ancak cümlede “bakılacak yer” de belirtilecekse, yani tümleç (mef’ûl) kullanılacaksa bu fiil mutlaka “at” ile birlikte kullanılır. “Bana bak” denilecekse mutlaka “look at me” denilmesi gerekmektedir. “Look me” şeklinde bir kullanım yoktur. Arapça’daki bir çok fiil gibi “سجد – secede”  fiilinin kullanımı da bu şekildedir. Eğer cümlede “سجد – secede”  kökünden türemiş bir fiil, mef’ûl (tümleç) ile kullanılacaksa, mef’ûlün “lâm” harf-i ceri ile birlikte kullanılması zorunludur. Diğer bir deyişle, cümlede secdenin kime/neye yapılacağının belirtilmesi durumunda “ل – lâm” harfinin kullanılmaması söz konusu değildir. Dolayısıyla yazarın iddiasının hiçbir dayanağı bulunmamaktadır; Kur’an’da سجد – secede fiilinin mef’ûl alıp da “ل – lâm” harfi almaksızın kullanıldığı bir yer yoktur,[7] olması da zaten mümkün değildir. Mef’ûl almadığı, yani secdenin kime/neye yapılacağının belirtilmediği yerlerde ise zaten harf-i cer kullanımından söz edilemez. Yazarın bahsettiği ayette fiilin bir mef’ûlü vardır. Yani ayette kime secde edileceği belirtilmiştir. O halde lâm harfi o mef’ûlün başına eklenmek zorundadır. Zaten öyle de olmuştur: “اسْجُدُوا لِآدَمَ – uscudû li Adem – Adem’e secde edin.”

“ل – lâm” harfinde olduğu gibi harf-i cer ismi verilen harfler, bir fiile bağlı olmaksızın, tek başlarına kullanıldıklarında da belli anlamlara gelirler. Arapça’da “ل – lâm” harfi tek başına kullanıldığında “için” anlamına gelen bir edattır. Bu anlamda kullanılması, fiile bağlı olarak kullanılmasından farklıdır. Yine İngilizce’den örnek verelim: Beklemek anlamına gelen “wait” fiili beklenen şeyin de söylendiği bir cümlede mutlaka “for” ile kullanılır. Mesela “I am waiting for you” cümlesi “seni bekliyorum” anlamına gelir. Ancak “for” ifadesi “wait” ile birlikte değil de tek başına kullanıldığında “için” anlamına gelen bir edattır.

Arapça’da bir harf-i cer ile kullanılması zorunlu olan fiillere sayısız örnekler verilebilir. Mesela “inanıp güvenmek” anlamındaki “آمن – âmene” fiili mef’ûl aldığında, yani kullanıldığı cümlede neye/kime güvenildiği belirtiliyorsa mutlaka “ب – be” harfi ile kullanılır. Bu sebeple “Allah’a inandım” demek için “آمنت بالله – âmentu billah” demek zorunludur. “Bi” demeden sadece “آمنت الله – âmentu Allah” gibi bir kullanım yoktur. Ancak “ب – be” harfi aynı zamanda, bir fiile bağlı olmaksızın tek başına kullanıldığında “ile” anlamına gelen bir edattır. Hatta aynı آمن – âmene fiili “ب – be” değil de “ل – lâm” harfi ile kullanılırsa fiilin anlamı değişir ve bir kişinin söylediği söze inanmak anlamını kazanır. Kur’an’da fiilin bu kullanımını görmek de mümkündür.

Tüm bu sebeplerden dolayı; “ل – lâm” harfinin yazarın ele aldığı ayetlerde “için” anlamına gelebilmesinin, yani fiilden bağımsız bir edat olarak okunabilmesinin tek şartı “سجد – secede” fiilinin “ل – lâm”sız kullanılabilmesidir. Çünkü fiilin mef’ûl aldığı ama o mef’ûle ل – lâm harfinin bağlanmadığı bir kullanımı olmalıdır ki yazarın bahsettiği ayette de lâm harfi fiile bağlı olmayabilsin ve “için” anlamına gelsin, böylece ayetin anlamı “Adem için Allah’a secde edin” şeklinde olsun. Ancak fiilin ne Arapça’da ne de Kur’an’da böyle bir kulanımı bulunmamaktadır. Dolayısıyla yazarın “ل – lâm” harfine “için” anlamı vermesinin hiçbir lugavî ve mantıkî izahı yoktur.

Ayrıca bir an için ayette “lâm” harfinin “için” manasında kullanıldığını farz etsek bile bize bu tercihi yaptıracak karinenin ne olduğu sorusu cevapsız kalmaktadır. Yani “lâm” harfinin meleklerin Adem Aleyhisselama secde etmesi ile ilgili kullanıldığı ayetlerde “için” manasına geldiğine kim, ne hakla, hangi gerekçeyle, hangi yetkiyle karar verecektir? İlahiyat alanında ihtisas yapmış olmak, insana Allah’ın Kitabındaki ve Arap dilindeki kelimeler üzerinde dilediği şekilde tasarrufta bulunma yetkisi mi vermektedir?

Oysa yukarıda anlattığımız en temel Arapça kuralları gereği bir cümlenin “Adem için Allah’a secde edin” anlamına gelebilmesi için ifadenin اسجدوا لله لآدم (uscudû lillahi liadem) şeklinde olması gerekir. Ancak ayetlerde sadece “اسجدوا لآدم (uscudû liadem)” ifadesi kullanılmaktadır ve bu ifadenin “Adem’e secde edin” dışında bir anlama gelmesi imkansızdır.

İfadeye Verilen Anlamın Diğer Ayetlere Aykırılığı

Bahse konu kitabın alıntıladığımız bölümünde konuya, Meleklerin Adem’e secde etmesinin bir “yorum” olduğunu söyleyerek başlamak, sonuçları düşünülmemiş bir cesaretin veya Arap dil kuralları göz ardı edilerek varılmış bir ön kabulün eseridir. Bir ilahiyat fakültesi hocasına yakışmayacak anlatım bozuklukları ile dolu olan aşağıdaki ifadeler de aceleyle yazılıp bir daha okunmaya fırsat bulunamadan kitap haline getirildiği bahane edilse bile mazur görülemeyecek boyuttadır:

“Hz. Adem’i bu şekilde dizayn ettiği için, varlık olarak fıtrat noktasında farklılıklar meydana getirdiği için ve meleklerin bilemediği şeyler onda Cenab-ı Hakk tarafından var edildiği için, Rabbimiz meleklerden insanın bu ayrıcalıklı noktalarına atfen, meleklere yönelik olarak gelen secde emrini içeren cümle ‘onu bu şekilde bilgi sahibi kılan Allah’a secde edin…’ demektir. Bu secdeyi Hz. Adem’e yapılan değil, Adem için yapılan secde olarak algılamak durumundayız. Adem için secde yapılması da onun bilmesi, bilen biri olarak dizayn edilmesi sebebiyledir. Bilginin asıl sahibine secde ediyoruz ve buradan bugüne dair sonuç çıkartıyoruz.”[8]

Bu ifadelerde konumuz açısından dikkat çeken husus, yazarın “bilginin asıl sahibine secde ediyoruz” ifadesidir. Bu ifade çok açık bir şekilde ayete aykırıdır. çünkü ayette secde emri her kime yapılırsa yapılsın, bize değil meleklere verilmektedir. Bizim Allah’a secde etmeminizin sebebi ise sadece Allah’ın bilginin asıl sahibi olmasından dolayı değildir. Bizim secdemizin bu ayetle hiçbir ilgisi yoktur. Yazarın bu ifadesi adeta okuyan kişinin nasıl olsa yazılanı hiç düşünmeyeceği ön kabulüyle yazılmış gibidir. Ayrıca yukarıda anlattığımız sebeplerden ötürü ayetlerde meleklere verilen emir, “Adem için, bilginin sahibi olan Allah’a” değil, bizzat “Adem’e” secde etmeleridir. Ayetleri bunun dışında bir şekilde anlamamız ancak önceden belirlediğimiz bir sonucu, ayetlere söyletme çabamızla mümkün olabilir.

Tüm bunlardan daha garip olanı ise; kitapta hiç gerek yokken, secde kelimesinin her zaman şekilsel bir eğiliş değil, boyun eğme manalarında kullanıldığının ispatlanmaya çalışılmasıdır.[9] Gerçekten de pek çok ayette “boyun eğme”, “saygı gösterme” anlamında kullanıldığı âşikâr olan secde ifadesinin bu anlamının, yukarıdaki “Adem için Allah’a secde” etme iddiasını destekleyecek hiçbir yönü bulunmamaktadır. Aksine meleklerin Adem’e secde etmelerinin ondaki Allah’ın verdiği üstünlüğe “saygı göstermeleri” olarak anlaşılması, secdenin, yazarın iddia ettiği gibi Allah’a değil, Adem’e yapıldığına delil olur. Ancak kitapta daha da ilginç bir durum, secde kelimesinin boyun eğme, saygı gösterme anlamlarında kullanıldığı ayetler verilirken karşımıza çıkmaktadır. Zira yazar konuyu şu şekilde anlatmaktadır:

“Mesela Hz. Yusuf’un kıssasının başında ve son bölümünde bu kavram geçer. Kıssanın başında إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَا أَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ ‘Bir zamanlar Yusuf babasına (Ya’kub’a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm’”[10]

Dikkat edilirse ayetin Arapça metninde سجد – secede fiili mef’ûl almış, yani secdenin kime yapıldığı belirtilmiş ve “ل – lâm” harfi kullanılmıştır. Yazar ayete meal verirken doğru olanı yapmış ve “onları bana secde ederlerken gördüm” şeklinde dilimize çevirmiştir. Oysa yukarıdaki iddiasına sadık kalsaydı ayete, “onları benim için (Allah’a) secde ederlerken gördüm” şeklinde meal vermesi gerekirdi. Bu durum, meleklerin Adem Aleyhisselama secdesi konusunda “ل – lâm” harfine “için” manası vermesinin bir temeli bulunmadığını göstermiş olmaktadır. Çünkü her iki ayette de secde kelimesinin kullanımında tamamen aynı gramer kuralları işlemiştir. Buna rağmen yazar istediği yorumu yapabilmek için ayetlerin birinde işlettiği kuralları diğerinde işletmemiştir. Hatta Yusuf Suresi’nin sonunda geçen secde ifadesinde de aynı dil kuralları işletildiği halde yazar yine ayete kendi iddiası doğrultusunda anlam vermeyi tercih etmektedir:

“Mesela Yusuf kıssasının sonunda 100. ayette وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا ‘Ana ve babasını tahtın üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar.’ Bu ayette de sözü edilen secde, insana secde değildir. Buradaki secde ifadesi ‘saygı göstermek’ anlamındadır.”[11]

Görüldüğü üzere ayetin Arapça metninde سجد – secede fiili ve ل – lâm harf-i cerinin kullanımı, Yusuf Suresinin başındaki ayetle tamamen aynıdır. Yazarın buradaki secdenin saygı gösterme anlamında olduğunu belirtmesi de doğru bir yaklaşımdır. Ancak bu saygı gösterme Yusuf Aleyhisselam’a yapılmaktadır, Allah’a değil. Yazar tamamen keyfî bir yorumla Surenin başındaki ayetlere verdiği anlamı burada vermemekte ve secdenin insana yapılmadığını söyleyerek ayete “onun için (ona kavuştukları için)” anlamını vermektedir. Oysa secde ifadesinin saygı gösterme anlamına gelmesi secdenin Allah’a değil, insana yapıldığının delili olur. Yani Yusuf Aleyhisselamın anne, baba ve kardeşleri Yusuf Aleyhisselam’a saygı göstermektedirler. Zaten baştaki ayette görüldüğü bildirilen rüyanın gerçekleşmesi de ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Baştaki ayette “bana secde ettiklerini gördüm” deyip, sondaki ayette “ona kavuştukları için Allah’a secde ettikleri” manasını uygun görmek, ayetler arasındaki konu bütünlüğüne de zarar vermektedir.

Meleklerin Adem Aleyhisselama secde etme emri aldıklarını bildiren ayetlerden biri olan Bakara Suresi 34. ayet şöyledir:

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ

Meleklere “Âdem’e secde edin!” dediğimizde hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı, büyüklenerek direndi ve kâfirlerden oldu. (Bakara 2/34)

Eğer ayette emir “Adem için (Allah’a) secde edin” şeklinde olsaydı İblis’in büyüklenmesini gerektirecek olay ne olabilirdi? Emir zaten Allah’a secde ise, İblis de Allah’ın büyüklüğünü, yaratıcı olduğunu, ölüleri yeniden diriltip hesaba çekeceğini gayet iyi bildiği[12] halde neden Allah’a secde etmesin ki? Oysa İblis’in kibri Allah’ın yarattığı bir varlığı kendinden aşağı gördüğü için “o varlığa” secde etmemesinden kaynaklanmaktadır:

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ ۖ قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ

Sizi yarattık, sonra biçim verdik. Sonra meleklere “Âdem’e secde edin!” dedik. Hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı. O, secde edenlere katılmadı. Allah: “Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen ne oldu?” diye sordu. “Ben ondan iyiyim. Beni ateşten yarattın, onu balçıktan yarattın.” diye cevap verdi. (A’râf 7/11-12)

Ayetlerde secdenin Adem Aleyhisselama yapılmasının emredildiği ve سجد – secede fiili ile kullanılan ل – lâm harf-i cerine hiçbir şekilde “için” anlamı verilemeyeceği başka ayetlerde de şüpheye yer bırakmayacak açıklıktadır:

وَمِنْ آيَاتِهِ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ ۚ لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي خَلَقَهُنَّ إِنْ كُنْتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

Eğer سجد – secede fiili ile kullanılan ل – lâm harf-i cerine “için” anlamı verilecek ve yazarın Adem – İblis kıssasında iddia ettiği anlam kullanılacak olursa; yukarıdaki ayeti şöyle tercüme etmek gerekir: “Güneş için de Ay için de (Allah’a) secde etmeyin. Eğer kulluk edecekseniz onları yaratan Allah için secde edin.” Yani yazarın iddiasına göre “Güneş ve Ay için secde etmeyin” ifadesi mecburen “Allah’a secde etmeyin” olarak anlaşılacaktır. Daha da önemlisi, Allah için secde etmekten bahsedildiğinde secdenin kime yapılacağı meçhul kalacaktır. Allah için secde edilecekse o secde kime yapılacaktır?

İlgili ayetlerde secdenin Allah’a değil, Adem’e yapılmasının emredildiği o kadar açıktır ki bahsettiğimiz yazar bile kitabının bir sonraki başlığında, muhtemelen gayri ihtiyari olarak bu anlamı tercih etmek zorunda kalmıştır:

“Hicr Suresi 33. ayetinde şu bilgi yer almaktadır: قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ ‘(İblis) ‘Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim’ dedi.’ Bu ayet de Şeytanın ırkçılığından doğan kendi orijinini üstün görme durumunun bir sonucunu beyan eder.”[13]

Görüldüğü gibi yazar aynı konudan bahseden ayeti meallendirirken bu kez “yarattığın bir insana secde edecek değilim” şeklinde doğru bir çeviri yapmıştır. Bu çevirisi meleklere verilen emrin insana (Adem’e) secde olduğunu da kabul ettiğini göstermektedir. Bu durum, yazarın sadece bir kaç sayfa önce ortaya attığı iddia ve verdiği meal ile çelişkiye düştüğünü gözler önüne sermektedir. Aynı çelişki aşağıdaki bölümde de kendini göstermektedir:

“İsra Suresi 65. ayetinde diyor ki İblis (kitabın bizdeki baskısında ayet numarası yanlışlıkla böyle yazılmış, doğrusu 61. ayet olmalı): أَأَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِينًا ‘Çamur olarak yarattığın bu varlığa secde mi edecekmişim!’”[14]

Yazar bu ayetteki ifadeyi doğru bir şekilde, “Allah’ın yarattığına secde” şeklinde meallendirmiş ve yine baştaki iddiası ile çelişmiştir. Ayetin bu doğru çevirisinden de anlaşılacağı üzere emir Allah’a değil, insana (Adem’e) secde emridir.

Sonuç

İncelediğimiz ayette meleklerin Adem’e değil de Adem için Allah’a secde ettiklerini söylemek ne Arapça’ya, ne Kur’an’daki secde ile ilgili diğer ayetlere, ne de akla uygundur. Bu sebeple ayete bu yönde meal verilmesi, basit bir yorum farklılığı olarak görülemeyecek kadar temel bir yanlıştır.

Yazarımızın ilk bölümde paylaştığımız ifadeleri arasında şu cümlelere rastlanmaktadır:

“Âdem için secdeye kapanın’ şeklinde ele aldığımızda anlam tamamen değişiyor. ‘Adem için secdeye kapanın’ denince maksat değişir.”

Allah’ın Kitabı için maksat okuyuculuğu yapmak, ayetlerin satır aralarında Allah’ın söylediklerinin yanı sıra söylemek istediklerinin bulunduğunu ve bunları tespit etmek gerektiğini söylemek bir müminin aklından bile geçmemesi gereken bir tavırdır. Ele aldığımız örnekte yazar, Allah’ın Kitabında kendince tespit ettiği maksadı ortaya koymak için Arapça’nın en temel kurallarını bile göz ardı etmekten çekinmemiştir. Bununla da kalmayıp ayet için tercih ettiği anlam sayesinde, Kur’an’ın diğer pek çok ayetiyle çelişen bir hükmü Allah’ın Kitabından çıkarma faaliyetine girmiştir.

Bazı çevrelerin bu ayetlerde Adem Aleyhisselama secde emri verilmesinden rahatsız olmalarının da makul ve anlaşılır bir yanı yoktur. Emri veren Allah’tır. Mühim olan O’nun emrine uymaktır. Bu sebeple Rabbimiz ayette özellikle “إذ أمرتك – sana emrettiğimde” ifadesini kullanmıştır:

قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ ۖ قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ

Allah: “Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen ne oldu?” diye sordu. “Ben ondan iyiyim. Beni ateşten yarattın, onu balçıktan yarattın.” diye cevap verdi. (A’râf 7/12)

Kısacası Adem’e secde emrini yerine getirmek, Allah’ın verdiği bir emri yerine getirmek olacaktır. Buna İblis de dahil hiçbir meleğin karşı çıkmayacağı çok açıktır.

Allah’ın Kitabının Allah tarafından belirlenmiş bir açıklama metodu varken ve yorumlanmasına asla izin verilmemişken, sırf farklı bir şeyler söylemek adına önceden karar verilmiş bir hükmü Kur’an’dan çıkarmaya çalışmak her şeyden önce ilmî ilkesizliğin bir tezahürüdür. Bir araştırmacının, araştırdığı bir konudaki ilmi seviyesi bu derece düşük olduğunda, başka konulardaki söylemlerini kâle almak için elde geçerli bir sebep kalmamaktadır. Oysa Allah’ın Kitabı’nın; tutarlı, ayakları yere basan, müdellel ve ciddi çalışmaları hak ettiğini kabul etmeyen bir Kur’an araştırmacısından söz etmemiz mümkün olmamalıdır.

Kur’an’ı hayatlarının merkezine koyma amacını taşıyan samimi müminlerin de Kur’an bilgilerini artırmaları büyük önem arz etmektedir. Günümüzde bu hocaları takip ederek kendilerini “Kur’an’cı” olarak tanımlayan kişilerin çoğunluğunun, Kur’an’ı aslında hiç bilmedikleri ve okumadıkları ne yazık ki bir gerçektir. Bu kişiler Allah’ın Kitabını kendileri okumak yerine hocalarının sözlerinden ve anlatımlarından öğrenmeyi tercih etmektedirler. Bu durum da hocaların bu yazımızda ele aldığımıza benzer yanlışlarını doğru kabul etmelerine sebep olmaktadır. Herhangi bir konuda yayın yapmış bir hocanın, yanlışını asla kabul etmeyeceği çok iyi bilinen bir gerçektir. O halde onları düzeltmeye çalışmak beyhûde bir çaba olur. Yapılması gereken, hocaların bu türden fahiş yanlışlarını görebilecek seviyede Kur’an bilgisine sahip olabilmeye çalışmaktır.

Dipnotlar:

[1] Bkz: Zeki Bayraktar, Hz. Meryem ve Kur’an Mucizesi, Kitap ve Hikmet Dergisi Sayı: 14. veya https://www.cerideiilmiyye.org/hz-meryem-ve-kuran-mucizesi/
[2] Bu iddianın Kur’an’a aykırı olduğunu göstermeye çalıştığımız çalışmamız içi bkz: http://kuranmetodu.com/2019/02/meryem-validemiz-hermafrodit-olabilir-mi/
[3] Mehmet Okuyan, Kıssalar Ne Söyler -1- Yaratılış ve Hz. Adem, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2017
[4]  A.g.e.  s: 115
[5]A’râf Suresi 11. ayet, D.İ.B. meali.
[6]Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an meali, Araf Suresi 11. ayet.
[7] Kur’an’da secede (سجد) fiilinin mef’ûl aldığı ve dolayısıyla lâm (ل) harf-i ceri ile birlikte kullanıldığı ayetler 24 tanedir. Bu ayetler şunlardır: Bakara 2/34, A’râf 7/11,206, Yusuf 12/4,100, Ra’d 13/15, Hicr 15/29,33, Nahl 16/48,49, İsrâ 17/61,107, Kehf 18/50, TâHâ 20/116, Hacc 22/18, Furkan 25/60,64, Neml 27/24,25, Sâd 38/72,75, Fussilet 41/37, Necm 53/62, İnsan 76/26.
[8] a.g.e. s:117
[9] a.g.e s: 118
[10] a.g.e s:117
[11] a.g.e. s: 119
[12] bkz: A’râf 7/12-14
[13] a.g.e. s: 122-123
[14] a.g.e. s: 123