Kur’ân’ın Kur’ân’ı Açıklaması [ تفصيل القران باالقران ]
Pek çok âyette Kur’ân’ın açık bir kitap olduğu bildirilmektedir.[1] Kur’ân’ın açık olması rızka benzer. Çoğu zaman rızka ulaşmanın gayreti gerektirmesi gibi âyetlerin açıklamalarına ulaşmak da bir usûl çerçevesinde çalışmayı gerektirir. Kur’ân bir usûl üzere açıklanmıştır. Şu âyet bunu göstermektedir:
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
“İman edeceklere doğru yolu göstersin ve ikram olsun diye ilim üzere açıkladığımız bir kitap gönderdik.” (A’râf 7/52)
Yukarıdaki âyette, Kitab’ın açıklanmasının Yüce Allah tarafından belli bir usûle göre yapıldığı ifade edilmektedir. O halde bu usûl Kur’ân’da gösterilmiş olmalıdır. Kur’ân’a bakıldığında, bu usûle dair geniş açıklamalar görülür. Kur’ân âyetlerinin “muhkem”[2] ve “müteşâbih”[3] olarak ikiye ayrılması, bunların, “mesânî” prensibine[4] göre anlam kümeleri oluşturup her konuda detaylara ulaşma imkanı sunması, bu usûlün bir parçasıdır. Ayrıca Kur’ân bu detaylara ulaşmak isteyenler için Arap diline,[5] fıtrata,[6] Rasûlullah’ın örnekliğine[7] ve ekip çalışmalarına[8] dikkat çekmektedir.
Yukarıda zikrettiğimiz A’râf sûresinin 52. âyetinde, Kitab’ın Allah tarafından tafsîl edildiği bildirilmektedir. Tafsîl, ayırmak anlamına gelen “فصل” fiilinin tef’îl babından mastardır. Mesela haklı ve haksızı birbirinden ayırmak, onların aralarını tafsîl etmek demektir. Dünyada iken, kendileri için gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, o gerçek hakkında ihtilafa düşenlerin arasının Allah tarafından kıyamet günü ayrılacağından bahseden bazı âyetlerde fiil bu anlamda kullanılır.[9] Bu yönüyle tafsîl, aslında iki farklı şeyin ayırt edilmesi, açık seçik ortaya konmasıdır. Allah’ın haramı ve helali tafsîl ettiğinden bahseden âyette,[10] fiil bu anlamda kullanılmıştır. Fiilin Kur’ân’da en yaygın kullanımı, âyetlerin Allah tarafından tafsîl edilmesi anlamındadır. Pek çok âyette, Allah’ın; bilen, anlayan, tezekkür eden, tefekkür eden, akleden topluluklar için âyetleri tafsîl ettiğinden bahsedilir.[11] Âyetlerin, çeşitli vasıflara sahip topluluklar için tafsîl edildiğinin bildirilmesi, tafsîlin ancak gerekli gayreti gösterenler tarafından anlaşılabileceğini gösterir. Âyetlerin tafsîlinin Arap diline göre yapıldığını bildiren âyet[12] ile Kitab’ın belli bir usûl üzere tafsîl edildiğini bildiren âyet,[13] tafsîlin ancak Allah tarafından yapılabileceğini ve yapılan tafsîli ortaya çıkarmanın Arap diline de dikkat ederek belli bir usûl çerçevesinde, ekiplerce yapılabileceğini gösterir. Allah’ın indirdiği dil dışında, mesela meallerden Kitab’ın tafsîline ulaşmak mümkün değildir.[14]
A’râf sûresinin 52. âyetinde geçen “عَلٰى عِلْمٍ = bir usûl üzere” ifadesi, tafsîlin bir usûle göre olduğunu gösterir. Bu âyeti tafsîl eden yani müteşâbih âyet şudur:
الۤرٰ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍ اَلَّا تَعْبُدُوۤا اِلَّا اللّٰهَ اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ
“Elif, Lâm, Râ. Bu, âyetleri hakîm ve habîr olan Allah tarafından muhkem kılınmış ve de açıklanmış bir Kitaptır. Böyle olması Allah’tan başkasına kulluk etmemeniz içindir. (De ki:) Ben de O’nun tarafından size uyarı yapan ve müjde veren biriyim.” (Hûd 11/1, 2)
Bu âyette de Kitab’ın âyetlerinin muhkem kılınıp tafsîl edildiği ve bunun, insanların başkalarına kulluk etmemeleri için Allah tarafından yapıldığı bildirilmektedir. Bu âyet bir önceki âyete, âyetlerin Allah tarafından tafsîl edilmesi yönüyle bağlanmaktadır. Yani iki âyet arasındaki teşâbüh “tafsîl (ثُمَّ فُصِّلَتْ /فَصَّلْنَاهُ)” kelimesiyle kurulmaktadır. Ancak ikinci âyet, muhkemin müteşâbihi olduğu için ilk âyeti detaylandırmaktadır. Çünkü ikinci âyette, âyetlerin tafsîl edildiği gibi muhkem de kılındığı, ayrıca tafsîlin niçin Allah tarafından yapıldığı haber verilmektedir. Yine âyette Rasûlullah’ın görevinin ne olduğu hatırlatılmaktadır. İlk âyetin mufassıl yani müteşâbih âyetlerini bulmaya devam edelim. Âl-i İmrân sûresinin 7. âyeti şöyledir:
هُوَ الَّذ۪ۤي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاۤءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاۤءَ تَاْو۪يلِه۪ وَمَا يَعْلَمُ تَاْو۪يلَهُۤ اِلَّا اللّٰهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّناَ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّاۤ اُوۨلُوا الْاَلْبَابِ
“Sana bu Kitab’ı indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem âyetlerdir. Onlar Kitab’ın anasıdır. Diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde kayma olanlar, fitne çıkarma ve onu te’vîl etme isteği ile onun müteşâbih olanına uyarlar. Oysa onun te’vîlini Allah’tan başkası bilmez. O bilgide derinleşenler şöyle derler: ‘Biz buna inanırız. Hepsi de Rabbimiz katındandır.’ Bu bilgiye saf akıl sahiplerinden başkası ulaşamaz.’” (Âl-i İmrân 3/7)
Âyette Kitab’ın Allah tarafından indirildiği bildirilmekte, sonra da Kitab’ın âyetlerinin muhkem ve müteşabih olarak ikiye ayrıldığı haber verilmektedir. Bu âyet, “muhkem âyetler = اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ” ifadesi ile Hûd sûresinin 1. âyetine bağlanarak anlam kümesine dahil olmuştur. Çünkü Hûd sûresinin 1. âyetinde “âyetleri muhkem kılınmış = اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ” ifadesi vardır. Ayrıca bu âyet, A’râf sûresinin 52., Hûd sûresinin de 1. âyetinde işaret edilmiş “tafsîl edilmiş âyetler”e “müteşâbih âyet” denildiğini göstermektedir. Âl-i İmrân sûresinin 7. âyeti bunu göstermektedir. Yani Hûd sûresinin 1. ve Âl-i İmrân sûresinin 7. âyetleri, Â’râf sûresinin 52. âyetinin müteşâbihidirler. Âyetler arasında muhkem ve müteşâbihlik ilişkisinin kurulabilmesi için bunlar arasındaki teşâbühlerin/bağların gözetilmesi gerekir. Mesela ilk âyetimizde, Allah tarafından Kitab’ın bir usûle göre tafsîl edildiği bildirilmekteydi. İkinci âyetimiz olan Hûd sûresinin 1. ve 2. âyetinde geçen “âyetlerin Allah tarafından tafsîl edildiğine” dair ifade, iki âyet arasında muhkem ve müteşabihlik ilişkisini kurmayı gerektirecek derecede güçlü bir bağdır. Hûd sûresinde âyetlerin ayrıca muhkem kılındığına dair ifade, bu defa ilk iki âyetle bir üçüncü âyetin yani Âl-i İmrân sûresinin 7. âyetinin ilişki içerisinde olduğunu gösterir. Bir bağ/teşâbüh gözetilmek şartıyla kümeye katılan her bir âyet konuya detay getirmekte, bu defa bu detay kümeye yeni âyetlerin katılabilmesinin yolunu açmaktadır. Âli İmrân sûresinin 7. âyetinin anlam kümesine kazandırdığı “müteşâbih âyet” detayı, şu âyeti de kümeye dahil etmektedir:
اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَابًا مُتَشَابِهًا مَثَانِيَ
“Allah sözün en güzelini, müteşâbih mesânî bir kitap olarak indirmiştir.” (Zümer 39/23)
Bu âyetle Âl-i İmrân sûresinin 7. âyeti, müteşâbih bağıntısı sebebiyle ilişki halindedir. Yani aralarında, aynı anlam kümesi içinde yer almalarını gerekli kılan bir teşâbüh durumu vardır. Âl-i İmrân sûresinin 7. âyeti, diğer âyetlerle bağlantı içinde olduğu için son âyet de doğrudan kümeye dahil edilmiş, konu hakkında yeni bir detay verilmiştir. Çünkü bu âyete göre muhkem ve müteşabih âyetlerin oluşturduğu ikişerli gruplara mesânî denildiğini öğrenmiş oluyoruz. Demek ki sistem ikişerli olarak devam edecektir. Bir âyetin kümeye dahil olabilmesi için bağın kümedeki herhangi bir âyetle kurulması yeterlidir. Mesela şu âyette geçen “âyetleri tafsîl edilmiş” ifadesi, âyeti kümeye dahil etmektedir:
كِتَابٌ فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
“Bu, bilen bir kavim için, âyetleri Arapça kur’ân olarak açıklanmış bir kitaptır.” (Fussilet 41/3)
Âyette Kitab’ın âyetlerinin tafsîl edilmesinden bahsedilmektedir. Bu, kümedeki âyetlerde geçen “الْكِتَابَ/بِكِتَابٍ/كِتَابٌ”, “وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ/مُتَشَابِهًا/ثُمَّ فُصِّلَتْ/فَصَّلْنَاهُ” ifadelerle Fussılet sûresinin 3. âyetinin bağı bulunduğunu gösterir. Bu bağ sebebiyle âyet kümeye dahil olur ve konuya bir başka yönden detay getirir. Bu detay, âyette geçen “Kur’ân, Arapça ve kavim” ifadeleridir. Bu kelimelerle âyet, kümeye öylesine bir detay getirmektedir ki, Kur’ân’da geçen tüm “Kur’ân, “Arapça ve kavim” kelimelerinin geçtiği âyetler kümenin elemanı olmakta ve konu çeşitli yönlerden detaylanmaktadır.
Âyette Kur’ân’ın Arapça indirildiği bildirilmektedir. Bu, anlam kümelerini tespit ederken Arapça’nın dil kurallarına dikkat edilmesini gerektirir. Ayrıca yine bu âyette Kitab’ın, Arapça Kur’ân olarak tafsîl edilmesinin ancak bilenler topluluğu için bir anlam ifade edeceği bildirilmektedir. Bu, tüm Kur’ân çalışmalarının ekip çalışması şeklinde yapılmasını gerekli kılar.
Fussılet sûresinin 3. âyetine göre Kitab’ın âyetlerinin tafsîli Arapça Kur’ân şeklinde olmaktadır. Bu âyette geçen Kur’ân kelimesinin anlamına dair detayı, âyetin müteşâbihi olan şu âyet vermektedir:
وَقُرْآناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنزِيلاً
“Onu kur’ân halinde (küme küme) ayırdık ki insanlara aralıklarla okuyasın. Onu kısım kısım indirdik.” (İsra 17/106)
Yukarıdaki âyet Kitab’ın “kur’ân olarak” ayrıldığını bildirmektedir. Kitab’ın kur’ân olarak ayrılması, anlam kümeleri halinde oluşturulması demektir. İşte âyete göre Rasûlullah acele etmeyecek, anlam kümesinin tamamlanmasını gözeterek insanlara Kur’ân okuması yapacaktır. Âyette geçen “عَلَى مُكْثٍ” ifadesi bunu gösterir. Bundan dolayı Rasûlullah’a, konuyla ilgili anlam kümeleri oluşmadan hüküm vermemesi emredilmiştir.[15] İçinde geçen “Kur’ân” kelimesi ile kümeye dahil olan şu âyet de kur’ân kelimesinin, anlam kümesi anlamına geldiğini gösterir:
وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْماً
“Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O’nun vahyi (anlam kümeleri) tamamlanmazdan önce Kur’ân’la hüküm vermekte acele etme ve “Rabbim, benim ilmimi artır” de.” (Tâ Hâ 20/114)
[1] Yusuf 15/1f 12/1; Hıcr; Şu’arâ 26/2.
[2] Hûd 11/1.
[3] Âl-i İmrân 3/7.
[4] Zümer 39/23.
[5] Nahl 16/103; Şu’arâ 26/195; Yûsuf 12/2; Ra’d 13/37; Tâ Hâ 20/113; Zümer 39/28; Fussılet 41/3; Şûrâ 42/7; Zuhruf 43/ 3; Ahkâf 46/12.
[6] Rûm 30/30; Fussılet 41/53.
[7] Ahzâb 33/21.
[8] Fussılet 41/3.
[9] Hâcc 22/17; Secde 32/25.
[10] En’âm 6/119.
[11] En’âm 6/97, 98, 126; A’râf 7/52; Tevbe 9/11; Yunus 10/5, 24; Rûm 30/28.
[12] Fussılet 41/3.
[13] A’râf 7/52.
[14] Fussılet 41/44.