Bu makale, Mâide 38. ayette geçen her bir kavramın Kur’an’da nasıl kullanıldığını incelediğimiz e-kitap çalışmamızın “cezâ” kelimesiyle ilgili olan bölümüdür. Konunun tüm detayları hakkında bilgi edinmek isteyenler sözünü ettiğimiz kitabımıza şu linkten ulaşabilirler:
Mâide Suresi 38. ayette cezâ kelimesi şu şekilde yer almaktadır:
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِّنَ اللَّـهِ ۗ وَاللَّـهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Erkek hırsız ile kadın hırsızın ellerini kesin ki kazandıklarına karşılık bir cezâ, Allah tarafından bir caydırma olsun. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır. (Mâide 5/38)
جزاء Cezâ Kelimesi ve Kur’an’daki Kullanımları
جزاء cezâ kelimesine sözlüklerde “yetmek, kâfî gelmek, yeterlilik” anlamları verilmektedir. Kur’an’da kelimenin türevleri 109 ayette 118 kez geçmekte ve iyi ya da kötü karşılık anlamlarında kullanılmaktadır. Kelimeye Kur’an’ın verdiği anlam tesbit edildiğinde Mâide Suresi 38. ayetle ilgili olarak şu iddiaların anlamsızlığı ortaya çıkacaktır:
- “El kesme cezası suç-ceza denkliği bakımından ağır bir cezadır. O halde ayette kast edilen elin fiziksel olarak kesilmesi olamaz.”
- “Ayette kastedilen, hırsızlık yapmak isteyen kişinin bu imkandan yoksun bırakılmasını temin etmek, gücünü kesmektir. Herkesin karnının doyduğu bir ortam oluşturulursa hırsızlık olmaz. Ayetteki kesme emri hırsızlığa karşı tedbir olması için gücün kesilmesi anlamındadır.”
- “Bu uygulama Kur’an’ın ihdas ettiği bir ceza değil, Kureyş’in uyguladığı ve Kur’an’ın önünde bulduğu bir ceza geleneğidir. Allah Rasulü bu geleneksel cezayı olabildiğince sınırlandırmıştır.”
- “Yusuf Suresinde hırsızlığın cezası el kesmek değildir. Dolayısıyla Kur’an’ın bu suça vereceği ceza bu olmamalıdır.”
- “El kesme cezasından bahseden ayetten bir sonraki ayette suçlunun tevbe ettiği takdirde Allah’ın bu tevbeyi kabul edeceği bildirilir. Eli kesildikten sonra tevbenin kabul edilmesi bir anlam taşımaz.”
Kelimenin Kur’an’daki Kullanımları
Türkçe’de sadece kötülüğün karşılığı olarak kullanıldığı için cezâ kelimesi dilimizde sadece yaptırım, müeyyide anlamına gelmektedir. Ancak Arapça’da iyiliğin karşılığı anlamında da cezâ kelimesi kullanılır. Bu sebeple aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi dilimize yerine göre hem cezâ hem de ödül olarak çevrilir:
أُولَـٰئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللَّـهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
Onların cezası (جزاؤهم), Allah, melekler ve bütün insanlar tarafından dışlanmaktır. (Âl-i İmrân 3/87)
أُولَـٰئِكَ جَزَاؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا…
Onların ödülü (جزاؤهم), Rablerinin bağışlaması ve ölümsüz olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan bahçelerdir… (Âl-i İmrân 3/136)
Kelimenin “iyiliğin karşılığı” anlamındaki kullanımı bu durumu daha iyi özetler:
هَلْ جَزَاءُ الْإِحْسَانِ إِلَّا الْإِحْسَان
İyiliğin cezâsı (karşılığı) iyilikten başkası mıdır? (Rahmân 55/60)
Cezâ kelimesiyle anlatılanın sözlü değil, fiziksel bir karşılık olduğunu şu ayetten görebilmek mümkündür:
إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّـهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاءً وَلَا شُكُورًا
(Şöyle derler:) “Biz sizi, sırf Allah yüzümüze baksın diye doyuruyoruz. Yoksa sizden bir karşılık da, teşekkür de beklemiyoruz.” (İnsan 76/9)
Ayette yaptıklarının karşılığını sadece Allah’tan bekleyenlerin ne cezâ ne de teşekkür istemediklerini belirtmeleri, cezânın sözlü bir karşılıktan fazlası olmasını gerektirir. Kötülüğün karşılığının da ister dünya hayatında, isterse ahirette olsun ona denk bir kötülük olduğu ilkesi yine bu kelimeyle dile getirilmektedir:
وَجَزَاءُ سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَاۖ فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّـهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
Bir kötülüğün cezası, onun dengi bir kötülüktür. Kim bağışlar da arayı düzeltirse karşılığını Allah verir. O, yanlış yapanları sevmez. (Şûrâ 42/40)
مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا ۖ وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَىٰ إِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Kim bir iyilikle gelirse ona, on katı verilir. Kim de kötülükle gelirse sadece bir katı ile cezalandırılır. Kimseye haksızlık yapılmaz. (En’âm 6/160)
“Suçların karşılığı” anlamında da Türkçe’de olduğu gibi yine cezâ kelimesi kullanılır:
إِنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللَّـهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْأَرْضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُوا أَوْ يُصَلَّبُوا أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلَافٍ…
Allah’a ve elçisine karşı savaşan ve ortalığı birbirine katmaya çalışanların cezası öldürülmeleri veya asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi… (Mâide 5/33)
وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّـهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا
Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ölmemek üzere kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu dışlamış (lanetlemiş) ve onun için büyük azap hazırlamıştır. (Nisâ 4/93)
قَالُوا فَمَا جَزَاؤُهُ إِنْ كُنْتُمْ كَاذِبِينَ قَالُوا جَزَاؤُهُ مَنْ وُجِدَ فِي رَحْلِهِ فَهُوَ جَزَاؤُهُ ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ
Görevliler dedi ki “Peki, ya yalan söylediğiniz ortaya çıkarsa size göre hırsızın cezası nedir? Onun cezası, kimin yükünden çıkarsa ceza olarak o alınır. Biz yanlış yapanları böyle cezalandırırız.” dediler. (Yusuf 12/74-75)
Hırsızlık suçunun cezası da Mâide Suresi 38. ayette yine bu kelimeyle dile getirilmekte ve hırsızın işlediğinin karşılığı olarak elinin kesilmesi emredilmektedir:
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِّنَ اللَّـهِ ۗ وَاللَّـهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Erkek hırsız ile kadın hırsızın ellerini kesin ki kazandıklarına karşılık bir ceza, Allah tarafından bir caydırma olsun. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır. (Mâide 5/38)
Görüldüğü gibi Mâide 33. ayette terör suçunun cezası, Nisâ 93. ayette bir mümini kasten öldürmenin cezası ve Yusuf 74, 75. ayetlerde de hırsızlık suçunun cezası kullanımlarında tıpkı Türkçede olduğu gibi جزاء cezâ kelimesi kullanılmaktadır. Bu durum Mâide 38. ayet için de aynıdır. Ayette جَزَاءً بِمَا كَسَبَا “işlediğinin cezası olarak” elini kesin emri verilmektedir. Tıpkı Yusuf Suresindeki ayetlerde olduğu gibi burada da “hırsızın (sâriq) cezâsı” aynı kelimelerle konu edilmektedir. Dolayısıyla bu ayette bu suçun cezasının emredildiği açıktır. Bu da “ayette emredilen şey el kesmek değil güç kesmektir” şeklindeki söylemin ne kadar tutarsız olduğunu bir kez daha göstermektedir. Ayrıca cezaların suça denk olması gerektiği ilkesini dile getiren ayetin ilgili bölümüne tekrar bakarsak:
وَجَزَاءُ سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَاۖ…
Bir kötülüğün cezası, onun dengi bir kötülüktür… (Şûrâ 42/40)
Ayette kötülüğe verilen cezanın da kötülük ya da orijinal ifadesiyle سيئة seyyie olması şartı vardır. Diğer bir deyişle suç işleyen kişiyi iyi bir son beklememektedir. İşlediği suçla orantılı olacak “kötü” bir fiille cezalandırılacaktır. Bir kişinin gücünü kesmek veya elini yaralayarak çizmek o kişiye bir kötülük yapmak olmayacaktır. Orta yerde suçluluğu tesbit edilmiş kişiler varken suçun oluşumunu engelleyecek tedbirler almanın da o suçlulara yaptıklarının cezasını vermek olmadığını söylemeye bile gerek yoktur.
Yine Şûrâ suresinin 40. ayeti gereğince bir suça verilecek ceza, ne eksik ne fazla, işlenen suçun tam karşılığı olmalıdır. Mâide Suresi 38. ayette hırsıza (sâriq) verilen el kesme cezası seriqa (nitelikli hırsızlık) suçunun karşılığıdır. Bu sebeple bu cezanın verilebilmesi için “sâriq” kelimesini incelerken sıraladığımız şartların işlenen suçta bulunup bulunmadığına bakılmalıdır. Bu suçtan hüküm giymiş kişinin cezasının “işlediği suça karşılık” olarak el kesme olduğu ayette net biçimde belirtilmektedir:
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِّنَ اللَّـهِۗ وَاللَّـهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Erkek hırsız ile kadın hırsızın ellerini kesin ki işlediklerine/kazandıklarına karşılık bir ceza, Allah tarafından bir caydırma olsun. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır. (Mâide 5/38)
Ayetteki جَزَاءً بِمَا كَسَبَا “işlediğine, kazandığına karşılık bir ceza” ifadesi suçu işleyen kişinin başkasının mülkiyetine el uzattığını göstermektedir. Bu cezanın karşılığı olarak başkasının mülkiyetine uzanan el kesilmektedir. Devamındaki نَكَالًا مِّنَ اللَّـهِۗ “Allah tarafından bir caydırma” ifadesi de bu cezanın suça denk bir ceza olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca ayetin sonundaki وَاللَّـهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır” ifadesi de bu cezanın bu suçun tam karşılığı olduğu kararının Allah tarafından verildiğini gösterir. Zira cezânın suça denk olması ilkesi Allah’ın Kitabında ortaya konmaktadır. Bu noktada Suat Erdoğan’ın şu tespitlerini görmemiz de faydalı olacaktır:
“Hırsızlık (seriqa) suçu karşılığında öngörülen el kesme cezasını, kasten adam öldürme suçu karşılığında öngörülen ceza ile kıyaslayarak bir açıklama getirmek de mümkündür. Şöyle ki, yaşam hakkını ihlal etmenin karşılığının yaşam hakkı olması gibi, mülkiyet hakkını ihlal etmenin karşılığının da mülkiyet hakkı olması, dolayısıyla mülkiyet hakkını ihlal etmenin cezasının mülkiyet hakkını yitirmek alamında temsilen el kesme şeklinde gerçekleştiğini ifade edebiliriz. Yusuf’un kardeşlerinin hırsızlık suçunun cezası konusunda kendilerine yöneltilen soruya cevap olarak verdikleri من وجد في رحله فهو جزاؤه kimin yükünde bulunursa o kimse(nin alıkonması/köleleştirilmesi) onun cezasıdır ifadesi söz konusu suçun tam karşılığı olarak değerlendirilebilir. Zira köleleştirmek mülkiyet hakkının yok edilmesi anlamına gelmektedir. Bu sebeple elin insan bedeninde mülkiyeti temsil eden organ olması sebebiyle hırsızlık (seriqa) suçu karşılığında mülkiyeti temsilen kesilmesi, temsili olarak mülkiyetin yok edilmesi olarak değerlendirilebilir. Bu yönüyle, hırsızlık (seriqa) suçu karşılığında köleleştirme ile el kesme cezalarının biri diğerinin benzeri/mümasil yaptırımlar olduğu söylenebilir.”
Sonuç olarak verilecek cezanın suça denk olma ilkesi Kur’an’ın çok net bir ilkesidir. Seriqa dediğimiz el kesme cezasını emreden de yine aynı Kur’an’ın ayetidir. Sadece bu durum bile seriqa suçuna denk cezanın bu olduğunu söylemek için yeterlidir. Ayetteki جَزَاءً بِمَا كَسَبَا “işlediklerine/kazandıklarına karşılık bir ceza”, نَكَالًا مِّنَ اللَّـهِۗ “Allah tarafından bir caydırma” ve وَاللَّـهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “üstün olan ve doğru kararlar veren” Allah’tır ifadeleri de bu denkliği göstermesi ve onu belirleyenin Allah olduğunu ortaya koyması bakımından tüm iddiaları çürütecek nitelikte ifadelerdir. Ayrıca suçun mülkiyet hakkını ortadan kaldırmaya yönelik olması onu topluma karşı işlenmiş bir suç yapmaktadır. Cezanın caydırıcı olma özelliğinin belirtilmesi de bunu gösterir. Dolayısıyla bu ceza ile sadece mağdur değil, toplum da tatmin edilmektedir. Nitekim yine topluma karşı işlenmiş bir suç olan terör suçları (hirâbe) için verilecek cezalarda da el kesme cezası bulunmaktadır. “Burada da fail belli bir kişi veya malı hedef almanın ötesinde, ayrım yapmaksızın yaşam ve mülkiyet hakkına yönelik bir saldırı gerçekleştirmiştir. Bu sebeple mal varlığına yönelik ihlalin toplumsal barışı tehdit eden nitelikte olması ve doğrudan mülkiyet hakkını hedef alması sebebiyle, cezanın hırsızlık (seriqa) suçunun cezasıyla eşdeğer olmasını gerekli kılmıştır.”
جزاء Ceza ve عقاب İqâb Farkı
Kur’an’da verilecek cezanın yapılan kötülüğe denk olması gerektiği ilkesinin bir çok ayette ceza kelimesi kullanılarak dile getirildiğini söylemiş ve Şura Suresi 40. ayeti örnek vermiştik:
وَجَزَاءُ سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَاۖ…
Bir kötülüğün karşıığı (cezası), onun dengi bir kötülüktür… (Şûra 42/40)
Bu ilke bazı ayetlerde عاقب âqabe fiiliyle de dile getirilmektedir. O halde aralarındaki farkları tespit etmemiz gerekir. Bu kelime insanların vereceği ceza için kullanıldığında daima fiil formunda karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca cezâ kelimesinden farklı olarak sadece kötülüğe verilecek karşılık anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu kelimeyle birlikte ayrıca سيئة “kötülük” gibi kelimeler kullanılmasına gerek yoktur. Tüm bu özelliklerinden dolayı kelimeye ödüllendirmenin zıttı olan “cezalandırma” anlamı verilmesi uygun olur:
وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ ۖ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرِينَ
Eğer cezalandıracaksanız (عَاقَبْتُمْ âqabtüm) size yapılanın (مَا عُوقِبْتُم بِهِ ma ûqibtum bih) dengiyle cezalandırın (فَعَاقِبُوا feâqibû). Sabredecek olursanız kuşkusuz bu, sabredenler için daha iyidir. (Nahl 16/126)
Ayette sabretmenin “sabredenler” için daha iyi olacağının belirtilmesi, bu durumun haksızlık yapanlara bir iyilik olmadığını da göstermektedir. Burada sabırdan bahsedilmesi, mağdur açısından yapılan kötülüğü cezalandırma gücü ve imkanının her zaman mümkün olamayacağını da gösterir. Kelimenin geçtiği benzer bir ayet şöyledir:
ذَٰلِكَ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِهِ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنصُرَنَّهُ اللَّـهُ ۗ إِنَّ اللَّـهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ
Bu böyledir; kim kendine yapılanı (ما عوقب به mâ ûqibe bih) misliyle cezalandırır (عاقب âqabe) ve sonra yine de kötülüğe uğrarsa Allah ona elbette yardım eder. Çünkü Allah, hoşgörülüdür, affeder bağışlar. (Hacc 22/60)
Yukarıdaki iki ayette de hem kötülüğü yapan hem de kötülüğe uğrayan kişi için aynı kelimenin kullanılması da iqâbın sadece kötülük için kullanıldığını göstermektedir.
Nahl 126. ayette “eğer cezalandıracaksanız” ifadesi kullanılarak cezanın verilip verilmeyeceği kararı kişilere bırakılmış, hatta ayetin sonunda ceza verilmemesi durumu övülmüştür. Hacc 60’ta da benzer durum vardır. Bu durum burada daha özel ve kişisel durumlardan bahsedildiğini gösterir. Ayrıca bu ayetlerde cezalandırmaya dair genel ilkeler ortaya konmakta, şu suça şu cezayı verin denmemektedir.
Şûra 40. ayette ise cezâ kelimesine “karşılık” anlamı verilmesi gerekir. Yani cezânın kullanıldığı Şûra 40. ayet ile iqâbın kullanıldığı Nahl 126 ve Hac 60. ayetler arasındaki en temel fark, ilkinde “kötülüğün karşılığı” dile getirilirken diğerlerinde bu karşılığın bir “cezalandırma” olmasıdır. Karşılık iyilik için de olabilirken Türkçe açısından iyiliğin cezalandırılmasından söz edilemez. Sonuçta ortaya çıkan şudur; her iqâb bir cezâdır; ancak her cezâ bir iqâb değildir.
Sonuç olarak iqâb kelimesi ile sadece cezalandırın denmekte, cezanın ne olacağı belirtilmeyip suça göre belirlenmesi emredilmektedir. Ancak belli suçların cezalarının zikredildiği ayetlerde örneğin Mâide 38. ayette “sâriq ve sâriqanın ellerini kesin” denilerek yapılacak cezalandırmanın ne olduğu net bir şekilde belirtilmektedir. Diğer bir deyişle bu ayette iqâb (cezalandırma) kelimesi kullanılmamaktadır çünkü uygulanacak iqâbın (cezalandırmanın) ne olduğu zaten açıkça söylenmektedir. Yani seriqanın iqabı Allah tarafından el kesme olarak zaten belirlenmiştir. Ayetteki cezâ kelimesi ise bu suçun tam karşılığı olan iqâb budur anlamındadır. Kısacası Mâide 38. ayette “işlenen suça karşılık (cezâ)” جَزَاءً بِمَا كَسَبَا olan iqâbın (cezalandırmanın) el kesme olduğu belirtilmektedir.
Tevrat’ta Hırsızlığın Cezâsı
Rabbimizin seriqa suçu için belirlediği cezaya teslim olmak istemeyenler Yusuf Suresinde geçen olayda hırsızlığın cezasının el kesme olmamasını Mâide 38’in yanlış anlaşıldığına delil olarak göstermektedirler. Gerçekten de seriqa suçunun özelliklerini tesbit ettiğimiz Yusuf Suresi’nin ayetlerinde, kendilerine bu suçun cezasının ne olduğu sorulan Yakup Aleyhisselamın oğulları şöyle cevap vermektedirler:
قَالُوا فَمَا جَزَاؤُهُ إِنْ كُنْتُمْ كَاذِبِينَ قَالُوا جَزَاؤُهُ مَنْ وُجِدَ فِي رَحْلِهِ فَهُوَ جَزَاؤُهُ ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ
Görevliler dedi ki “Peki, ya yalan söylediğiniz ortaya çıkarsa size göre hırsızın cezası nedir? Onun cezası, kimin yükünden çıkarsa ceza olarak o alınır. Biz yanlış yapanları böyle cezalandırırız.” dediler. (Yusuf 12/74-75)
Ayette Yakup Aleyhisselamın oğulları seriqa suçunu işleyen kişilerin suça karşılık kendilerinin alınacağını yani köleleştirileceklerini söylemekte, kendi hukuklarında cezanın bu olduğunu belirtmektedirler. Nitekim Tevrat’ta hırsızın cezası şöyle tarif edilmektedir:
“(Bir hırsız çaldığını) tazmin etmekle yükümlüdür. Eğer (imkanı) yoksa, hırsızlığı karşılığında (tazminat için köle olarak) satılır…” (Çıkış 22/2)
Bu durumda Tevrat’taki hükmün Kur’an’la birlikte el kesme cezasına nesh edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Böyle bir nesh hayırlısı ile nesh olacağından, konuyu bu şekilde değerlendirmek Bakara Suresi 106. ayette belirtilen nesh ilkesine de uygundur.
Hırsızın el kesme cezasının Hamurabi kanunlarında da yer alması bu cezanın fıtrata uygun olduğunu gösterdiği gibi ilahi bir kitap kaynaklı olabileceğini de göstermesi bakımından önemlidir. Bu açıdan bakılırsa köleleştirme cezasının Tevrat ile birlikte sadece İsrailoğullarına yönelik geçici bir cezalandırma olduğu da söylenebilir.
Ayrıca köleleştirme de mülkiyet hakkını engelleyici bir ceza olduğundan suçun tam karşılığı olarak görülebilir. Kur’an ile bu ceza mülkiyet hakkını engellemeyi temsilen, el kesme olarak düzenlemiştir denilebilir.
Sonuç olarak Yusuf Suresinde geçen ifadeler Kur’an’da bu suça verilen cezayı ortadan kaldırmaz. Mâide Suresinin 38. ayeti seriqa suçunu işleyen her bir sâriq için uygulanması emredilen cezayı el kesme olarak belirlemektedir.
El kesme cezâsının “Kur’an’ın ihdas ettiği bir ceza değil, Kureyş’in uyguladığı ve Kur’an’ın önünde bulduğu bir ceza geleneği” olduğu da söylenmiştir. Allah’ın Kitabı için bu ifadeleri kullanmak sağlıklı bir zihnin ve samimi bir müminin işi olmasa gerektir. İçerisinde وَاللَّـهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır” ifadesi geçen bir ayetin bir suçun cezasını değiştiremediğini, mevcut hukuku devam ettirmek zorunda kaldığını söylemek insanüstü bir cesaret ister. Bu söylemler, Kur’an’ın tarihsel bir kitap olduğu sonucunu doğurur ki böyle bir kitap Allah’a ait olamaz. Yine “Allah Rasulü bu geleneksel cezayı olabildiğince sınırlandırmıştır” ifadesini kullanmak da Kur’an’ın en temel kavramlarından olan nebî ve rasul kavramlarını bilmemek demektir. Herşeyden önce Kur’an hiçbir konuda geleneksel uygulamaları devam ettirmeye mecbur kalmamıştır. Eğer öyle olacak olsaydı indirildiği toplumun en köklü geleneği şirk uygulamalarıydı; Kur’an’ın asıl kaldıramayacağı uygulamanın şirk olması gerekirdi. Kaldı ki Allah bir konuda emir verdiği halde Nebî’nin hangi yetkiyle onu sınırlandıracağını da sormak gerekir. Gerçekte Allah’ın nebîleri Allah’ın emir ve yasaklarını sınırlandırmakla değil tam olarak uygulayıp örnek olmakla görevlidirler. Nebimizin bu konudaki uygulamalarını ileride göreceğiz.
Cezânın Affı Meselesi
Kur’an’ın seriqa suçu için emrettiği el kesme cezasını kabul etmek istemeyenlerin bir bahanesi de bir sonraki ayette tevbeden bahsedilmesidir. Ayet şöyledir:
فَمَن تَابَ مِن بَعْدِ ظُلْمِهِ وَأَصْلَحَ فَإِنَّ اللَّـهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ ۗ إِنَّ اللَّـهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Kim, yaptığı bu yanlıştan sonra tevbe eder ve kendini düzeltirse, Allah onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bağışlar, ikramı boldur. (Mâide 5/39)
İddia sahipleri bu ayeti göstererek, “eli kesilmiş bir kişi tevbe etse de eli geri gelmeyecek o halde ayette elin kesilmesi kast ediliyor olamaz” şeklinde bir bahane ileri sürmektedirler. Oysa ayetin sonunda tevbeyi kabul edecek olanın insanlar değil Allah olduğu söylenmektedir. Bu da ayette affedilmesinden bahsedilen şeyin suçun dünyadaki karşılığı değil, ahiretteki cezası olduğunu gösterir. Ayrıca ayette tevbe eden kişinin ıslah olmasından yani kendini düzeltmesinden bahsedilmekte, o takdirde Allah’ın affedeceği vurgulanmaktadır. Bu da bu kişinin yaptığı işten pişmanlık duymasını ve bir daha böyle bir suça iştirak etmemesi durumunu gösterir ki bu durum belli bir zamanı gerektirir. Dolayısıyla ayette bahsedilenin dünyevî cezanın affı ile ilgili olması mümkün değildir..
Ayrıca Kur’an’a göre mal edinmenin meşrû yolu karşılıklı rızaya dayalı ticarettir. Bunun dışındaki yöntemler (hırsızlık, kumar, faizli işlem v.s gibi yollarla mal değişimi) batıl yollar sınıfına girerler. Malları batıl yolla değişmenin dünyevî olduğu gibi uhrevî cezası da vardır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلَّا أَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ ۚ وَلَا تَقْتُلُوا أَنْفُسَكُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا وَمَنْ يَفْعَلْ ذَٰلِكَ عُدْوَانًا وَظُلْمًا فَسَوْفَ نُصْلِيهِ نَارًا ۚ وَكَانَ ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا
Müminler, mallarınızı aranızda batıl yolla değil, karşılıklı rızaya dayalı ticaretle yiyin de kendinizi öldürmeyin; Allah size karşı çok merhametlidir. Kim bunu (mal ve para değişimini, ticareti), sınırı aşarak ve yanlışa saparak yaparsa onu bir ateşe sokarız. Bu, Allah’a güç gelmez. (Nisâ 4/29-30)
Hırsızlık yapmış olan kişi yukarıdaki ayetlerin kapsamına girdiği için Allah katında günah işlemiştir. İşte Mâide 39. ayette bahsedilen tevbe ve ıslah, suçun bu ayetlerde bildirilen uhrevî cezasının affedilmesi için gereklidir.
Ayrıca Mâide 39. ayette hırsızlık yapmış kişinin tevbesinin kabul edileceği müjdesi, eli kesilmiş kişilerin de toplumda eski bir hırsız olarak hor görülmesinin önüne set çekmektedir. Bir kişi yanlış yaparak seriqa suçundan hüküm giymiş ve elini kaybetmiş olabilir. Ancak bu durum onun Allah katında affedilmediğini ve ölene kadar bu suçun damgasını taşıyacağını göstermez. Bu kişi tevbe etmiş ve tam bir mümin olmuş olabilir. Nitekim bu durumun Nebîmiz döneminden bir örneğini ileride göreceğiz.
Yine bir takım çevreler Kur’an’da Allah’ın merhametinde bir sınır olmadığının sürekli vurgulandığını, böyle bir kitabın el kesme cezasını emretmeyeceğini dile getirmektedirler. Her şeyden önce bu söylem Allah’ın el kesme hükmünü içeren açık ayetlerini inkar etmek anlamına gelir. Ayrıca Allah’ın merhametli olması suçluları cezasız bırakacağı anlamını da taşımaz. Ayetlerde gördüğümüz gibi Allah, hüküm giyip eli kesilmiş bir kişiyi bile affedeceğini bildirmektedir. Bu durum kişinin yaptığının yanına kalmasını gerektirmez.
Ayrıca bu tür söylemleri dile getirenlerin konuyu sadece suçlunun tarafından değerlendirdiklerinin farkında olup olmadıklarını sormak gerekir. Seriqa suçu sadece malı çalınan kişiye değil, tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Bu suçun yaygın olduğu bir toplumda huzur ve güvenden, mülkiyet hakkından ve dolayısıyla gelişmeden bahsedilmesi mümkün değildir. Topluma böylesine büyük darbe vuran kişilerin yaptıklarının dengiyle cezalandırılmaları gerekir ki o da Rabbimizin emrettiği cezadır.
Erdem Uygan