Fatih Orum
Kur’ân Allah’ın kitabıdır. O’nun dışında hiçbir varlığın benzerini meydana getiremeyeceği bir metindir. Bu metin, insanların kullandığı dil ve kelimeler üzerinden oluşturulmuştur. Kur’ân’ın, mucizevi (insanı aciz bırakan) yönlerden biri de budur. İnsanın kullandığı dil ve kelimelerle insanın asla yapamayacağı şeyi ancak Allah yapabilir. Böylesi bir metnin, insan elinden çıkan hiçbir metne, şiire, kitaba benzememesi gerekir. İlahi metni diğerlerinden ayıran bazı hususiyetler vardır. İlahi bir metin, insan elinden çıkan metinlerin taşıdığı zaafların hiçbirini taşımaz. Mesela hiçbir anlam farkına atıfta bulunulmadan birbirinin yerine kullanılan farklı kelimelerin varlığı ilahi bir metin için düşünülemez. Ancak edebi sanat ortaya koyma ya da rekekati[1] izale etme gibi gerekçelerle Kur’an’ın yeri geldikçe bazı kelimeleri birbiri yerine ve hiçbir anlam farkı olmadan kullanıldığı iddia edilebilmektedir. Aşağıdaki şu birkaç örnek bile, Kur’ân’da anlamın, insanların nazarındaki tekrar ya da rekakete feda edilmediğinin delilidir:
Tek ayette aynı kökten üç kelime peşpeşe sıralanmış | Şuara 26/19 | وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنْتَ مِنَ الْكَافِرِينَ |
Tek ayette aynı kökten üç kelime peşpeşe sıralanmış | Bakara 2/159 | أُولَئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ |
Tek ayette aynı kökten üç kelime peşpeşe sıralanmış | Tevbe 9/80 | اسْتَغْفِرْ لَهُمْ أَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ إِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ |
Tek ayette aynı kökten üç kelime peşpeşe sıralanmış | Mümtehane 60/10 | ذَلِكُمْ حُكْمُ اللَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ |
Tek ayette benzer sese sahip altı kelime sıralanmış | Nisa 4/143 | لَا إِلَى هَؤُلَاءِ وَلَا إِلَى هَؤُلَاءِ |
Tek ayette aynı kökten iki kelime peşpeşe sıralanmış | Bakara 2/186 | أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ |
Ardışık üç ayette aynı kökten kelimeler sıralanmış | Müddesir 74/18 vd. | إِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ |
Ardışık dört ayette aynı kökten kelimeler sıralanmış | Kafirun 109/2 vd. | لَا أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ وَلَا أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ وَلَا أَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْ وَلَا أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ |
Bu ayet Rahman suresinde otuzbir kez geçiyor. | Rahman 55/16… | فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ |
Bu ayet Mürselât suresinde onbir kez geçiyor. | Mürselat 77/15… | وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ |
Bu ayet Şuara suresinde sekiz kez geçiyor. | Şuara 26/8… | إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ |
Şayet salt olarak tekrardan kaçma ve akıcılığı sağlama kaygısıyla aynı kelimeleri kullanmama gibi bir ilke Kur’an’a hakim olsaydı yukarıdaki örnekler bu ilkeyi ihlal etmiş olurdu. Dahası Kur’an bu ve benzeri kaygılarla eş anlamlı olduğu iddia edilen kelimeleri de kullanmamıştır. İnsanlar eş anlamlı kabul ettikleri ya da yakın anlamlı kelimeleri birbiri yerine çeşitli sebeplerle kullanabilirler, kullanmaktadırlar da. Ancak bunun Kur’ân için düşünülemeyeceği görüşündeyiz. Zaten eş zamanlı olarak bir dilde aynı ifade için iki veya daha fazla farklı formun olması, dilin doğasına aykırıdır. Dil, aynı anlamı farklı formlarda üretecek kadar kendini daraltan bir yapıya sahip değildir. Aynı gibi görünen dilsel formlar arasında kullanımla ortaya çıkan anlam farklılıkları vardır. Anlam farklılıkları, dilin kullanıcısına, onun duygu durumuna, dilin kullanım alanına göre değişebilmektedir.[2]
Biz buradan hareketle Kuranda geçen ve meallerde “yıl, sene” anlamı verilen “sene (السنة)” ve “âm (العام)” kelimeleri arasında nasıl bir anlam farkının olduğuna dair bazı tespitlerimize yer vermek istiyoruz. İki kelime arasındaki farka dikkat çekmek amacıyla “sene”, “âm”, “havl” ve “hıcec” kelimelerini ayetlerin meallerinde asli şekliyle koruyacak, anlam vermeyeceğiz. bu kelimelerle ilgili açıklama çalışmanın içeriğinde verilecektir.
“العام” ve “السنة” kelimeleri Kur’ân’da tek, ardışık veya benzer konulu ayetlerde geçmektedir. Mesela aşağıdaki ayette “1000 yıl” için “السنة”, “50 yıl” için “العام” kelimesi geçmektedir.
Nuh’u kendi halkına elçi göndermiştik. Aralarında bin seneden elli âm eksik kaldı. Nihayet tufan onları yakalayıverdi, hep yanlışlar içindeydiler. (Ankebut 29/14) | وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍإِلَّا خَمْسِينَ عَامًا فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ |
Bir başka dikkat çekici kullanım şöyledir:
Yusuf dedi ki: “Peşpeşe yedi sene ekip biçeceksiniz. Biçtiklerinizden, yiyeceğiniz az bir miktar dışındakini başağında bırakın. Sonra bunun ardından pek sıkıntılı yedi (sene) gelecek, sakladığınız az bir kısım dışında önceden biriktirdiğiniz her şeyi yiyip tüketecek. Sonra bunun ardından âm gelecek, insanlar bol yağmura kavuşturulacak, o zaman (ürünleri) sıkıp (hayvanları) sağacaklar.” (Yusuf 12/47 vd.) | قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنِينَ دَأَبًا فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ فِي سُنْبُلِهِ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّا تَأْكُلُونَ ثُمَّ يَأْتِي مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّا تُحْصِنُونَ ثُمَّ يَأْتِي مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ عَامٌ فِيهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَفِيهِ يَعْصِرُونَ |
Yukarıdaki ilk ayette “7 yıl” için açık şekilde “السنة” kelimesinin çoğulu “سِنِينَ” kullanılmıştır. 48. ayette yine “7 yıl” için “سَبْعٌ” ifadesi kullanılmış ki bu da “سَبْعَ سِنِينَ” gibidir. Ancak 49. ayette, 14 yıl geçtikten sonra gelen yıl için “العام” kelimesi kullanılmıştır.
Yukarıda yer verdiğimiz Ankebut suresinin 14. ayetinde “1000 yıl” için “أَلْفَ سَنَةٍ” kullanılırken aşağıdaki ayette “100 yıl” için “مِائَةَ عَامٍ” kullanılmıştır.
Allah onu yüz âm süreyle öldürdü, sonra diriltti. “Ne kadar kaldın?” diye sordu. “Bir gün kaldım, belki bir günden de az!” dedi. Allah dedi ki: “Yok, yüz âm kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış! (Bakara 2/259) | فَأَمَاتَهُ اللَّهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ إِلَى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ |
Şu üç kullanımı da karşılaştırmalı olarak görelim.
Onu taşımasıyla sütten kesmesi otuz ay sürer. Ne zaman ki güçlü ve kuvvetli haline gelir ve kırk seneye erişirse… (Ahkâf 46/15) | وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً … |
Annesi onu (karnında) binbir güçlükle taşır. Onun sütten kesilmesi de iki âmdır. (Lokman 31/14) | حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ |
Anneler çocuklarını tam iki havl emzirirler. (Bakara 2/233) | وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ |
Görüldüğü üzere ilk ayette, insanın anne karnında geçirdiği sürenin ve ona ek olarak süt emme çağının toplamından bahisle “30 ay” için “ثَلَاثُونَ شَهْرًا”, olgunluk çağına atıfla da “40 yıl” için “أَرْبَعِينَ سَنَةً” ifadesi geçiyor. İkinci ayette yine çocuğun sütten kesilme zamanıyla ilgili olarak “iki yıl” diye meallendirilen kısım için ise “عَامَيْنِ” ifadesi kullanılmış. Üçüncü ayette ise aynı konuyla ilgili olarak “tam iki yıl” diye meal verilen “حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ” ifadesi geçmektedir.
Birbirine oldukça yakın anlamlarda kullanılmış olduğu görülen bu iki kelime (العام ve السنة) ve bu ikisine ek olarak “الحول” kelimesi arasında anlama etki eden bir fark muhakkak bulunmalıdır. O halde konuyu detaylandıralım.
“العام” Kelimesi ve Kullanımları
“العام” kelimesi 7 ayette 9 kez geçer. Ancak kelimenin çoğulu olan “أَعْوامٌ” Kur’an’da hiç geçmez. Kelime “ع و م” kök harflerinden oluşur ve “suda yüzmek” anlamına gelir. Nitekim “yüzme (bir kez öğrenildi mi bir daha) unutulmaz” anlamına gelen “العوْم لا يُنسى” ifadesinde aynı kökten “العوْم” yüzme anlamında kullanılmaktadır. Devenin ve geminin seyri de bu kelime ile ifade edilir. “Yüzmek” ile “zamanın akışı” arasında ilişki olabilir. Dahası yüzmeyi/akışı takvim açısından bölen şey de Kur’ân’da “الحول/havl” kelimesi ile ifade ediliyor olmalıdır ki ileride buna temas edeceğiz.
Atıfta bulunacağımız üzere, Kur’ân’daki kullanımlarından hareketle “العام” kelimesinin, “içinde bulunulan ya da tamamlanmamış yıl” anlamına gelebileceğine dair ihtimal üzerinden yürümek istiyoruz. Kelimenin bazı ayetlerde “في” harf-i cerri ile (فِي كُلِّ عَامٍ , عَامٌ فِيهِ, فِي عَامَيْنِ) kullanılmış olması zaten böylesi bir anlamın zoraki olarak kelimenin anlam çerçevesi içinde olduğunu göstermektedir. Acaba bu anlam kelimenin asli anlamı ve hatta sene kelimesiyle farkını mı ifade etmektedir? Bunu tespit etmeye çalışalım ve bu bağlamda şu ayeti tekrar ele alalım:
Nuh’u kendi halkına elçi göndermiştik. Aralarında bin seneden elli âm eksik kaldı. Nihayet tufan onları yakalayıverdi, hep yanlışlar içindeydiler. (Ankebut 29/14) | وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ |
Ayette Nuh (a.s.)’ın tam olarak ne kadar yaşadığı -mesela 950, 51, 960- belirtilmeyip önce “bin sene (أَلْفَ سَنَةٍ)” denilip sonra “50 yıl (خَمْسِينَ عَام)” eksik denilmesi Nuh (a.s.)’ın yaşadığı uzun ömre dikkat çekmek için olmalıdır. Nitekim Bakara 96. ayette, insandaki uzun yaşama tutkusu için de “أَلْفَ سَنَةٍ” ifadesi kullanılmıştır. Gerçekten de 1000 yıl, insan için uzun ömrün ifade şekli olabilecek kadar uzun bir zaman dilimidir. 1000 seneden 50 yılın eksik olduğu ifade edilirken “sene” değil “âm” kelimesinin kullanılmasının bir anlamı olmalıdır. Bu bağlamda aynı kelimeyi kullanmanın yaratacağı edebi zafiyeti önleme kaygısıyla tekrardan kaçınıp eş anlamlı bir kelime tercih edilmiş olabileceğine dair gerekçeyi kabul etmemize imkan yoktur. O halde “âm” kelimesinin kullanılmasının bir anlamı olmalıdır ve bu anlam, yukarıda da söylediğimiz, “âm” kelimesinin tamamlanmış yıl” anlamına gelebileceği ihtimalidir. Dolayısıyla ayette geçen “خَمْسِينَ عَامًا” ifadesi 49 seneden fazla 50 seneden az olan zaman dilimini gösteriyor olabilir. Yani “50 âm”, 49 küsur yıl olarak anlaşılabilir. Bu durumda Nuh (a.s.) için 950’den fazla 951’den az sene yaşamıştır diyebiliriz. Yani Nuh’un yaşı 950 küsur olmalıdır. Zaten insanların doğduğu tarihe denk düşen tarihte yani mesela Ramazan ayının ilk günü doğan kişinin yine Ramazanın ilk günü vefat etme ihtimali nadirattandır. Kitab-ı Mukaddes’te Nuh’un 950 yıl yaşadığı yazılıdır.[3] Bu bağlamda Kur’ân küsurata da atıfta bulunarak detay bilgi vermiş olabilir.
Nuh’un yaşı bağlamında ayette geçen “sene” ve “âm” kelimelerine dair yukarıdaki düşüncelerimizi şu örnekler üzerinden tekrar edebiliriz: Doğum tarihi başlangıç kabul edildiğinde, devam eden, bitmemiş yıldan gün alan kişinin yaşını “âm” ifadesiyle söyleyebiliriz. Mesela 1 Ramazan 1400 yılında doğmuş kişinin yaşını 1420 yılının Şevval ayında, “21 âm” şeklinde ifade edebiliriz. Yani bu kişi aslında 20 küsur yaşındadır. Türkçede bu kişi için ya 21 yaşında ya da 21’den gün aldı deriz. Ancak bu kişinin yaşıyla ilgili 1420 yılının 1 Ramazanında konuşuluyorsa “20 sene” ifadesini kullanabiliriz. Ertesi gün “21 âm” deriz. Tam 10 yıl hapis cezası alan kişi bunu “10 sene” ile ifade eder ama 5 yıl 6 aydır hapiste olduğunu “6 âm” şeklinde ifade eder. Üç yıl işler çok iyi gitti derken “3 sene” ama bu yıl kötü gidiyor derken “âm” ifadesi kullanılır.
Şimdi aynı doğrultuda şu ayetleri de okuyalım:
Yusuf dedi ki: “Peşpeşe yedi sene ekip biçeceksiniz. Biçtiklerinizden, yiyeceğiniz az bir miktar dışındakini başağında bırakın. Sonra bunun ardından pek sıkıntılı yedi (sene) gelecek, sakladığınız az bir kısım dışında önceden biriktirdiğiniz her şeyi yiyip tüketecek. Sonra bunun ardından âm gelecek, insanlar bol yağmura kavuşturulacak, o zaman (ürünleri) sıkıp (hayvanları) sağacaklar.” (Yusuf 12/47 vd.) | قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنِينَ دَأَبًا فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ فِي سُنْبُلِهِ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّا تَأْكُلُونَ ثُمَّ يَأْتِي مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّا تُحْصِنُونَ ثُمَّ يَأْتِي مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ عَامٌ فِيهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَفِيهِ يَعْصِرُونَ |
İlk ayette “sene” kelimesi geçmektedir. İkinci ayette geçen “سَبْعٌ شِدَادٌ” ifadesi de aslında “sene” kelimesini içermektedir. Bu, 7+7 olmak üzere toplamda tam 14 yıl olmalıdır. Çünkü ilk 7 ve sonraki 7’den bahsediliyorsa ikinci 7 için ilk 7’nin tam olarak bitmesi gerekir. İlk 7 tam ise ikinci 7 de tam olmalıdır. Son ayette ise âm ifade geçiyor. Bu, 14 tam sene bitip 15. yıla girildiğini, o yıl içerisinde yapılacakları bildiriyor. Yani 15. yılın belki ilk ayları belki ortası belki sonuna doğru. Bu, “العام” kelimesinin henüz tamamlanmamış yılı ifade etmek için kullanıldığını gösteriyor olmalıdır. Zaten son ayette geçen “عَامٌ فِيهِ” ifadesi “o yıl içinde” anlamındadır.
Şimdi de şu ayeti okuyalım:
Allah onu yüz âm süreyle öldürdü, sonra diriltti. “Ne kadar kaldın?” diye sordu. “Bir gün kaldım, belki bir günden de az!” dedi. Allah dedi ki: “Yok, yüz âm kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış! (Bakara 2/259) | فَأَمَاتَهُ اللَّهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ إِلَى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ |
Meallerde 100 yıl anlamı verilen “مِائَةَ عَامٍ” ifadesi, “âm” kelimesine verdiğimiz yukarıdaki anlam uyarınca ayette sözü edilen uyumanın 99 seneden fazla 100 seneden az olduğunu gösteriyor olabilir. Şayet bu doğruysa, Üzeyr (a.s.)’ın hangi gerekçeyle tam 100 sene değil de 99 küsur yıl uyutulduğu merak uyandıran ayrı bir çalışma konusu olabilir. Ayrıca ayette geçen “لَمْ يَتَسَنَّهْ” ifadesi yiyeceğin ve içeceğin zamandan etkilenmediği anlamındadır. Aynı kökten olan “السنة” kelimesi, zamanın varlıklar üzerindeki eskitme ve değiştirme özelliğiyle irtibatlı olmalıdır ki ileride buna değineceğiz.
“Âm” kelimesi bağlamında şu iki ayeti de karşılaştırmalı olarak ele alalım:
Onu taşımasıyla sütten kesmesi otuz ay sürer. Ne zaman ki rüşde erer ve kırk seneye erişirse… (Ahkâf 46/15) | وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً |
Annesi onu (karnında) binbir güçlükle taşır. Onun sütten kesilmesi de iki âmdır. (Lokman 31/14) | حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ |
İlk ayette geçen “30 ay (ثَلَاثُونَ شَهْرًا)” ifadesi, “iki yıl (sene) + 6 ay” anlamındadır. Aslında bu da “3 âmm” yani 2 küsur yıl eder. Bunu şöyle gösterebiliriz:
Haml[4] + Fısâl[5] = 2 sene + 6 ay = 3 âm
Çocuğun iki yıllık emzirilme süresi iki yıl dolmadan da bitebileceği ve emzirmenin azami süresinin 2 yıl olduğunu göstermek için ikinci ayette “âm” kelimesi tercih edilerek “في سنتين” yerine “فِي عَامَيْنِ” ifadesi kullanılmış olabilir. Bu belki de emzirmenin 2 seneden daha fazla olmayacağını da göstermektedir.
Haml ve fısâl’in toplamı 30 aydır.[6] Fısâl’in üst sınırı 24 ay,[7] 2 âmdır.[8] Ayların sayısı 12 olduğuna göre[9] âm ve senenin süresi 12 aydır. Hamlin 6 ay olması hamileliğin anneye verdiği meşakkatin hamileliğin son altı ayı sebebiyle olmalıdır.[10] Bakara 233’te “havl” kelimesinin (حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ) geçmesi, emzirmeye başlanılan günden itibaren 12 ay geçmesi anlamındadır. “حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ” ifadesi yine Kur’an’da geçen “فِي عَامَيْنِ” ifadesinin bir nevi “iki sene”ye (سنتين) tamamlanmış halidir.
Konuyla ilgili bir başka ayet şöyledir:
Onlar her âmda bir ya da iki kere ağır bir imtihandan geçirildiklerini görmüyorlar mı? (Tevbe 9/126) | أَوَلَا يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ |
Yaşanacak sıkıntıların yıl içerisinde ne zaman olacağı belli olmadığı için yukarıdaki ayette “âm” kullanılmış olabilir. Çünkü ayette yaşanılacağı haber verilen ağır sıkıntının yıl içinde bir mi iki kez mi olacağı, yılın başı, ortası ya da sonunda mı olacağı ancak başlamış, devam eden henüz bitmemiş bir yıl için tahayyül edilebilir. Buradaki yıl, Muharrem 1 ile Zil’l-ka’de 30 arasındaki bir takvim yılı olabileceği gibi kadir gecesinin başlangıç kabul edilebildiği yıl da olabilir. Aksi takdirde kişi bunları ayırt edemez, oysa ayırt edebilmesi gerekir çünkü ayette “أَوَلَا يَرَوْنَ” denilmektedir.
“Âm” kelimesine verdiğimiz yukarıdaki anlamları teyid eden bir başka kullanım şöyledir:
Bu âmlarından sonra artık Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. (Tevbe 9/28) | فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هَذَا |
Surenin başında, ilk iki ayette antlaşmanın sona erdirildiği (…بَرَاءَةٌ) ve dört ay mühlet verildiği (أَرْبَعَة أَشْهُر) bildirilmektedir. Mekke, o yılın bitmesine dört ay kala yani Ramazan ayında fethedilmiş olmalıdır. Tarihi kaynaklar da fethin Ramazan ayında gerçekleştiğini söylemekteler. Bu açıdan bakılırsa Mekkeli müşriklere verilen mühletin dört ay olmasının anlamlı bir gerekçesine de ulaşılmış olur. Şöyle ki, o yıl hac için gelmeye niyet edenler, yola çıkanlar, Mekkelilerle ticari antlaşma yapmış olanlar olabilir. Fethin gerçekleşmesinin, şehrin el değiştirmesinin, konuyla ilgisi olmayanları mağdur etmemesi ve bunun hac günlerinde herkese duyurulması için bu süre verilmiş olmalıdır. Böylelikle yeni bir yılla yani 1 Muharrem 631 yılıyla yeni bir dönem başlamış olacaktı.
Geleneksel kaynaklara bakılırsa, Tevbe suresi fetihten ondört ay sonra inmiştir. Verilen dört aylık süreyi de katarsak hükümler fetihten yaklaşık bir buçuk yıl sonra icra edilmiş olmaktadır. Bu, mesnedi olmayan bir iddia olmanın yanısıra hem Tevbe suresinin ilgili ayetlerine hem de fethin gerekçesine aykırılık ifade eder. Şöyle ki, Hudeybiye antlaşmasının artık hükümsüz olduğunu bildiren ayetlerle başlayan Tevbe suresinin fetihten ondört ay sonra indiği iddiasının delili olmalıdır. Antlaşma hükümleri fetihten sonra ondört ay daha geçerli olduysa fethin meşruiyet zemini geçersiz hale gelmiş olur. Bu durumda surenin ilk ayetlerinde verilen mühletin, dört aylık sürenin açıklaması da mümkün olmayacaktır. Niçin üç ay ya da beş ay değildir de dört ay mühlet verilmiştir? Bunun tatmin edici bir cevabı olmayacaktır. Ve yine aynı surenin 28. ayetinde geçen “bu yıldan sonra (بَعْدَ عَامِهِمْ هَذَا)” ifadesi hangi yıldır? Ayetin Huneyn savaşından bahseden ayetlerle ilgili olduğu düşünüldüğünde ve Huneyn savaşının da fethin takriben iki ay sonrası olduğu dikkate alındığında “bu yıldan sonra (بَعْدَ عَامِهِمْ هَذَا)” ifadesi de anlamlı olacaktır.
Surenin 3. ayetinde geçen “يَوْمَ الْحَجِّ الْأَكْبَرِ” ifadesi, 3 vd. ayetlerin Kurban Bayramın’da indiğini gösteriyor olabilir. Çünkü surenin ilk ayeti “بَرَاءَةٌ” ile başlarken 3. ayet “وَأَذَانٌ” ile başlamaktadır. İlk ayet fethin gerçekleştiği günlerde Mekkeli müşriklere, antlaşmanın sona erdirildiğini haber verirken, 3. ayet ile de hacda tüm insanlara bu durum duyurulmaktadır. Bu durumda Tevbe 28. ayet Ramazan’dan sonra Kurban Bayramından önceki durumu, fethin gerçekleştiği senenin bitmesine belki yaklaşık 2.5, 3 aylık zamanın kaldığını göstermektedir. Zaten ayetin öncesinde Huneyn savaşından bahsedilmektedir. Rivayetlere bakılırsa bu savaş Şevval ayının 11’inde yapılmıştır.
“السنة” Kelimesi ve Kullanımları
“السنة” kelimesi 1 ayette fiil (لم يتسنه), 12’si çoğul (سنين) olmak üzere 20 ayette de isim olarak geçer. Kelimenin kökü “zamanın geçmesiyle bir şeyin değişikliğe uğraması” anlamına gelen “سنه”dir. Nitekim Bakara 259. ayette bu anlamda kullanılır. İnsanın yaşı[11], takvim hesabı[12] gibi katilik ifade eden durumlar için “السنة” kelimesi kullanılır. “1 sene” denildiğinde tam 364 gün dolması gerekir. Bir ayet şöyledir:
Senelerce Medyen halkı arasında kalmıştın. Sonra bir plan dâhilinde buraya geldin, ey Musa! (Ta Ha 20/40) | فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَامُوسَى |
Musa (a.s.) Medyen’de tam olarak 8 ya da 10 sene kalmış olmalı. Kasas suresinin ilgili ayetlerinde “فَإِنْ أَتْمَمْتَ” ve “فَلَمَّا قَضَى مُوسَى الْأَجَلَ” ifadeleri geçmektedir. Bunlar başı sonu belli zaman dilimini akla getirmektedir. Yapılan sözleşmenin başlangıç ve bitişi hac mevsimine göre düzenlemiş olmalıdır. Nitekim ilgili ayette “ثَمَانِيَ حِجَجٍ” ifadesi geçmektedir. Böylesi bir ifadenin kullanılması, Musa (a.s.)’ın Medyen’e vardığı ve Medyen’den ayrıldığı tarihe dair detay anlamına gelebilir.
Sene kelimesinin geçtiği bir başka ayet şöyledir:
Onlardan her biri keşke kendilerine bin sene ömür verilsin ister. (Bakara 2/96) | يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ |
Ayette geçen “أَلْفَ سَنَةٍ” ifadesi ne bir eksik ne bir fazla tam 1000 yıl olmalı. Bu rakamın insan için psikolojik önemi olabilir. Nuh (a.s.)’ın yaşının doğrudan 950 değil de 1000 sene üzerinden ifade edilmiş olması[13] bununla ilgili olmalıdır ki buna yukarıda değinmiştik.
Bir başka ayet şöyledir:
Ne zaman ki rüşde erer ve kırk seneye erişirse… (Ahkaf 46/15) | حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً |
“Sene” kelimesinin tamamlanmış yıl anlamına gelebileceğinden hareketle bu ayete baktığımızda şöyle diyebiliriz: Rüşte ulaşmanın herkes için geçerli zamanı olmaz ama 40 yaşına girmek 40 yaşına girmektir ve ömrü olan herkes için başı sonu belli zaman dilimini ifade eder. Bu da ayette “sene” kelimesi ile ifade edilmiştir.
Şimdi de şu ayetlere bakalım:
Onlara yenilgilerinin ardından galib gelecekler, 3 ila 9 sene içinde. (Rum 30/3-4) | وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ فِي بِضْعِ سِنِينَ |
Bedir savaşı, Kur’an’ın indirildiği zamana yani Ramazan ayında Kadir Gecesinin olduğu güne tekabül ediyorsa[14] bu ayette haber verilen Rumların Sasaniler’e karşı kazanacakları zafer de aynı tarihte olmalıdır. “بِضْعِ” ifadesinin 3-9 sene arasına tekabül ettiğinden hareketle, Bedir savaşının tarihi 624 ise Bedir savaşı bu ayetlerin inişinin tam 9. yılında gerçekleştiği düşünülebilir. Tarih kitaplarındaki Sasanilerin Rumları 615, Rumların da Sasanileri 624 yılında yendiğine dair kayıtlar bu açıdan dikkat çekicidir. Rum suresinin ilk ayetlerinin inişinin üzerinden 8 yıl geçtikten sonra, vadedilen zaferin 9. yılın Ramazan’ında ve Kadir Gecesinde olacağı kesinlik kazanmış olur. Enfal suresinin 5. ayetinde geçen “بِالْحَقِّ” kelimesi ile 6. ayetinde geçen “فِي الْحَقِّ بَعْدَ مَا تَبَيَّنَ” şeklindeki ifadenin de bununla ilgisi kurulabilir.
“حول” Kelimesinin Kullanımı
Kur’an’da bu kökten “yıl” anlamı verilen iki kullanım vardır. Kur’an’da bu kökten diğer kullanımlara bakıldığında[15]kelimenin anlam merkezinde “iki şeyin arasına girme, ayırma” anlamı olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim “حول” kelimesi “çevre, etraf” anlamına gelmektedir. Kişinin çevresindeki şey onunla uzağındakiler arasındakidir. Karanlıkta kişinin yaktığı ateş, onunla karanlık arasına girer, onunla karanlık arasında aydınlık oluşturur.[16]
Şu ayette geçen “حِيلَةً” kelimesi de kişi ile kişiyi hicretten alıkoyan şeyin arasına giren şeydir:
Hiçbir çareye gücü yetmeyen ve hicret için yol bulamayan… (Nisa 4/98) | لَا يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَبِيلًا |
“حِيلَةً” kişi ile ona engel olan şeyin arasına girecek, önceki durumu değiştirecek. “حِوَل” kelimesi de dönemi, süreci değiştirmek anlamında olabilir ki cennettekilerin böyle bir talebi olmayacağını görüyoruz:
Orada ebedi kalacaklar ve orada herhangi bir değişiklik istemezler. (Kehf 18/108) | خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا |
“تَحْوِيل” de bir şeyin iki şeyin arasına girmesi, böylelikle durumu ya da süreci değiştirmesi anlamında olabilir. Şu ayet bu açıdan değerlendirilebilir:
De ki “Allah’a ile aranızda olduğunu varsaydıklarınızı çağırın; ne sıkıntınızı gidermeye güçleri yeter, ne de durumu değiştirebilirler. (İsra 17/56) | قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِهِ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْوِيلًا |
İki şeyin arasının bir şeyle ayrılması, sekteye uğraması, irtibatın engellenmesi, sürekliliğin kesintiye uğraması, yeni bir durumun oluşması gibi anlamlar dikkate alınırsa, akıp giden zaman doğrusunda hesap yapmayı mümkün kılan itibari bölümler bu kelime ile ifade edilebilir. Kişi 1 Ramazanda doğduysa sonraki her 1 Ramazan bu kişinin yaşını hesaplamak için akan zaman doğrusundaki itibari takvim başlangıcı, bölümlerdir. Şu ayeti bu anlamda okuyalım:
İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın havle kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. (Bakara 2/240) | وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا وَصِيَّةً لِأَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا إِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ إِخْرَاجٍ |
Ayetteki “الْحَوْلِ” kelimesi adamın öldüğü günün üzerinden bir kameri yılın geçmesi anlamındadır. “إِلَى” harf-i cerri de bunu gösteriyor. Yani ölenin sene-i devriyesine kadar anlamındadır. Kadın zaten dört ay on gün iddet bekleyeceğine göre iddetten itibaren üzerine yaklaşık sekiz ay ilave edilecektir. Bu, ölen her kişiye göre düzenlenecek itibari yıl hesabıdır.
Benzer anlam şu ayet için de düşünülebilir:
Analar çocuklarını iki tam havl emzirsinler. (Bakara 2/233) | وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ |
Çocuğun emzirilmeye başlandığı gün başlangıç alınarak iki kameri yıl geçecek. Bu da kişiye özel itibari bir takvim demektir.
“حجج” Kelimesinin Kullanımı
Bu da hesap için başlangıç kabul edilecek tarihin kişiye göre değişebileceğini gösteriyor olabilir. Kelimenin geçtiği ayete bakarsak, sözleşme başlangıç ve bitiş tarihi olarak hac mevsimi dikkate alınmış gibi gözükmektedir:
“Bana sekiz hıcec çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum.” dedi. (Kasas 28/27) | قَالَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُنْكِحَكَ إِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلَى أَنْ تَأْجُرَنِي ثَمَانِيَ حِجَجٍ |
Sonuç
Kur’an’da geçen “العام” ve “السنة” kelimeleriyle ilgili yukarıda yaptığımız tespitler doğru kabul edildiğinde şunları söyleyebiliriz:
“السنة”, tamamlanmış yılı, “العام” ise tamamlanmamış, içinde bulunulan yılı ifade etmektedir. Bu bağlamda, mesela 20. yaş gününü kutlayan kişi, kendisine o gün yaşı sorulduğunda “20 sene” demesi gerekirken aynı soru ertesi gün sorulsa “21 âm” demesi gerekir.
Bunun yanı sıra, bir kişiye yaşını ya da bir yerde ne kadar süre kaldığını, çalıştığını sorduğumuzda bu, hesapla ilgili olduğundan, kaldı ki cevabın günü gününe tam sene olma ihtimali de olduğu için “sene” kelimesiyle sorarız. Şu ayete bu açıdan bakabiliriz:
“Yeryüzünde kaç sene kaldınız” der. (Müminun 23/112) | قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ |
Herkesin kalış süresinin farklı farklı olacağı açık olmasına rağmen soruda “sene” kelimesi kullanılmış. Bunun sebebi, ölüm tarihinin doğum tarihi ile örtüştüğü insanları da içine alabilecek bir soru kalıbının “sene” kelimesi ile kullanılma zorunluluğudur. Yani 13 Şevval’de doğmuş ve 60 yıl sonra yine 13 Şevval’de ölmüş bir kişi de bu sorunun kapsamına girmiş olmaktadır. Ancak insanların çoğunun doğum ve ölüm tarihleri örtüşmeyeceği yani dünyada geçirdikleri süre küsuratlı olacaktır. Bu kişiler böylesi bir cevaba “âm” kelimesi ile cevap vereceklerdir. Şu ayet bunu göstermektedir:
“Ne kadar kaldın” dedi. “Bir gün ya da daha az” dedi. “Hayır” dedi, “yüz âm kaldın.” (Bakara 2/259) | قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ |
Bu kişi muhtemelen 99 seneden fazla 100 seneden az uyutulmuş. Bu sebeple, Musa (a.s.)’ın Medyen’de kalışıyla alakalı şu ifade, onun orada sene hesabı üzerinden ne bir eksik ne bir fazla tam kaldığını gösteriyor olmalıdır:
Senelerce Medyen halkı arasında kalmıştın. Sonra bir plan dâhilinde buraya geldin, ey Musa! (Ta Ha 20/40) | فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَامُوسَى |
Çünkü bunun karineleri var. Musa (a.s.) Medyen’de tam olarak 8 ya da 10 sene kalmış olmalı. Kasas suresinin ilgili ayetlerinde “فَإِنْ أَتْمَمْتَ” ve “فَلَمَّا قَضَى مُوسَى الْأَجَلَ” ifadeleri geçmektedir. Ayrıca burada “لبث” fiili de tamlığa işaret ediyor olabilir. Bir işin, olayın yıllarca sürdüğü ifade edilirken ama rakamsal bir ifade kullanılmadığında yine “sene” kullanılıyor olabilir. Çünkü “am” ifadesinin çoğulu Kuran’da geçmiyor. Mesela;
And olsun ki, biz de Firavun ailesini, ders alsınlar diye, senelerce kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık. (Araf 7/130) | وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّنِينَ |
Ömrünün birçok senesini aramızda geçirmedin mi? (Şuara 26/18) | وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ |
Biz onlara senelerce nimetler vermiş olsak… (Şuara 26/205) | أَفَرَأَيْتَ إِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ |
Ancak şu ayette “عدد” ifadesi mağaradakilerin kalış süresinin sene olarak tam olduğunu düşündürebilir:
Bunun üzerine sayılı seneler mağarada kulakları üzerine vurduk (uyuttuk). (Kehf 18/11) | فَضَرَبْنَا عَلَى آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا |
Ayrıca aynı konuyla ilgili olarak şu ifade Yüce Allah’ın bilgilendirmesini ifade ediyorsa bunların mağarada kalış süreleri ne eksik ne fazla tam 300 sene olduğunu gösterebilir:
Onlar mağaralarında üçyüz sene kaldılar, dokuz da ziyade ettiler. (Kehf 18/25) | وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا |
[1] Rekaket ile kastedilen, telaffuzu zor harflerin veya aynı seslerin peş peşe gelmesi sebebiyle okuyucunun/dinleyicinin hem dilinin hem gözünün hem de kulağının zorlanmasıdır. Bunun metin için bir zafiyet olduğu söylenir.
[2][2] Ahmet Akçataş, Elif Arı, “Anlambiliminin Eş Anlamlılık Sorunu”, Avrasya Dil Eğitimi ve Araştırmaları Dergisi, 2018, 2 (2), 60-84.
[3] Tekvin, 9/29.
[4] Haml: hamilelik süresi.
[5] Fısâl: çocuğun sütten kesilmesi.
[6] Ahkâf 46/15.
[7] Bakara 2/233.
[8] Lokman 31/14.
[9] Tevbe 9/36.
[10] Ahkâf 46/15.
[11] Ahkaf 46/15; Şuara 26/18.
[12] Yunus 10/5; İsra 17/12.
[13] Ankebut 29/14.
[14] Duhan 44/3; Kadr 97/1; Bakara 2/185; Enfal 8/41.
[15] Hûd 11/43; Enfal 8/24; Sebe 34/54.
[16] Bakara 2/17.