Allah’ın varlığı konusu, hiçbir ilahi kitabın ele aldığı bir konu olmadığı halde, din denince insanın aklına gelen temel konulardan biri haline gelmiş veya getirilmiştir. Bir insan her şeyi yaratan ve çekip çeviren bir yüce yaratıcının varlığını neden sorgular ve bu sorgulama nasıl olur da böyle bir yaratıcının olmadığı şeklinde bir sonuca varır? Bu sorunun cevabını bulmak için insanın bir yaratıcının varlığını kabul etmemekle ne elde etmeyi hedeflediğini, bundan nasıl bir çıkar sağlamayı umduğunu araştırmak gerekir. Çünkü ilahi kitaplarla dahi insanlığın zihnine çalınmamış bir olgunun o zihni bu kadar meşgul etmesinin, menfaat eksenli olmasının dışında makul bir açıklaması olması mümkün görünmemektedir.
Kur’an’ın hiçbir ayetinde Allah’ın varlığı kanıtlanmaya çalışılmadığı halde kelâm eserlerinin ana konularından birinin Allah’ın varlığını ispat olması da insanın her dönemde böyle bir gündeminin olduğunu gösterir. Zira kelâmın bu konuyu böylesine derinden işlemesi, insanların bu konudaki üretimlerine cevap verebilmek maksadını taşıyor olmalıdır. Ancak bu gereksiz ispat için üretilen cevaplar da Kur’an’a değil, felsefeye dayandığından ister istemez faydasız ve sonuçsuz olmuştur.
Oysa Kur’an Allah’ın varlığını ispata tek bir ayet dahi ayırmamıştır. Kur’an’a bakıldığında insana Allah’ın varlığını anlatmaya gerek yoktur. Yaratılmış her varlık gibi insan da Allah’ın varlığını çok iyi bilir. Bundan şüphe duymak yaratılmış olmakla çelişen bir durumdur:
قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ …
Rasulleri şöyle dediler: Göklerin ve yerin yaratıcısı Allah hakkında şüphe mi olur?.. (İbrahim 14/10)
Kur’an’ın temel konusu Allah’tan başka ilah olmadığıdır. İnsan, sadece Allah’a kul olduğunda hür, Allah’tan başka ilahlar edindiğinde ise köledir. Kur’an hür bireyler inşa eder. Herkesin kendi yaptığından sorumlu tutulması, her şeyden önce herkesin “kendi” olması demektir. Bir insan hür olmadan kendi olamaz. Bu sebeple her insan müslim, kâfir, münafık ve müşrik olmakta hürdür. Dünyada hiç kimse bunlardan birini seçmekten zorla alıkonulamaz, bunlardan birini seçmeye zorlanamaz ve bu seçiminden dolayı cezalandırılamaz. Her insan inanç konusundaki seçiminden dolayı sadece Allah’a hesap verecektir.
İlk insandan itibaren yeryüzüne indirilen tek din İslam olduğuna, bütün ilahi kitaplar aynı dini insanlara ulaştırdığına(1) ve o dinde Allah’ın varlığına yönelik bir tartışmaya atıfta bulunulmadığına göre, insanı Allah’ın varlığını sorgulamaya götüren şey nedir? Ya da insan gerçekten böyle bir sorgulama yapar mı? Böyle bir sorgulamanın akla ve mantığa uygun bir yanı var mı? I.
Teizm, Ateizm, Deizm
Yunanca tanrı anlamına gelen theos kelimesinden türetilmiş olan teizm, her şeyi yaratan ve sürekli aktif olup her şeyi çekip çeviren tanrı varlığını kabul eden inanç türüdür. Bu tanrının bir tane olduğuna inanılıyorsa monoteizm, birden fazla olduğu kabul ediliyorsa politeizm olarak isimlendirilir. Bunun zıttı olarak, bir yaratıcının varlığını reddeden düşünce de ateizm terimi ile ifade edilir. Deizm ise aslında Yunanca’daki theos kelimesiyle aynı anlama gelen Latince deus kelimesinden türetilmiştir. Bu terim ilk kez 17. yy.’da geleneksel Ortodoks inançlardan sapan düşünürler için kullanılmıştır.(2) Aynı dönemde bir takım Hristiyan ilahiyat eserlerinde, Allah’a ve O’nun kâinatı yarattığına inandığı halde İsa Mesih ve Hristiyan doktrinlerini inkâr eden kişiler için kullanılan bir terim haline gelmiştir. Bunun teizmden farkı, deizmin tanrısının pasif, kainatı yaratıp kenara çekilmiş, insanları da kendi haline bırakmış bir tanrı olmasıdır. Kelime bugün Müslümanlar arasında da aynı anlamda kullanılmakta, Allah’ın varlığını ve yaratıcılığını kabul ettiği halde onun bir nebi ve kitap gönderdiğini reddeden görüş deizm olarak adlandırılmaktadır.
Ateizmin Mantıksızlığı
Teizmin antitezi niteliğindeki ateist görüş, kâinatı ve içerisindeki her şeyi yaratan bir yüce yaratıcının olmadığı iddiasını savunmaktadır. Her iddia gibi bu iddianın da ispata muhtaç olduğunun farkında olan ateistler bu ispatlamayı iki şekilde yapmaya çalışmaktadırlar. Bunlardan biri ve olması gerekeni, kâinattaki her şeyin bir yaratıcıya ihtiyaç duymadan da bugünkü muazzam düzenlilik ve kusursuzlukta kendiliğinden meydana gelebileceğinin ispatlanmasıdır. Diğeri ise genelde ilahi kitapların, özelde Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olmadığının ispatlanmasıdır. Aslında ateist görüşün bu ikinci ispata girmesi saçmadır. Çünkü Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olmadığını, hatta yeryüzünde din namına ne varsa hepsinin insan uydurması olduğunu ispatlamak kâinatı yaratan bir yüce varlığın olmadığını ispatlamaz. Bu ikinci tür ispat aslında sadece deist görüşün yapması gereken ispat türüdür. Çünkü kâinatın yaratılmış olduğu, insanlığın ilahî kitaplara borçlu olduğu bir görüş değildir. İlahî bir kitapla karşılaşmamış normal bir insan da kâinatın yaratılmış olduğunu kolayca görebilir. İnsanın bizzat kendi bedenindeki kusursuzluk bir yaratıcının olmadığından çok daha fazla, yüce bir yaratıcının varlığını haykırmaktadır. Aklî melekeleri yerinde olan hiç kimse kendisine ve evrene baktığında bunun kendiliğinden oluştuğunu düşünmez. Bir şeyin en güçlü delili yine kendisidir. Bu sebeple bir ilahî kitaba ihtiyaç duymaksızın Allah’ın varlığı kolayca delillendirilebilir. Düzenin olduğu her şeyde bir düzenleyicinin olması gerektiğini anlamak çaba gerektirecek bir iş değildir. Bunu anlamamak çaba ister.
Şu halde ateist olanların tutarlı olmaları için ellerinde sadece kâinatın yaratılmış olmadığını ispatlamaları seçeneği kalmaktadır. Bunun için kullanabilecekleri tek enstrüman da kâinatı inceleyen bilimdir. Ancak bu da yeterli bir enstrüman değildir. Çünkü bilimin ulaştığı sonuçların yanlışlanabileceği, bizzat bilimin en temel kabullerindendir. Ayrıca kâinat gibi sınırları, başlangıcı ve sonu bilinemeyen; bu konularda üretilen bilginin çok yeni, yetersiz, güvenilmez ve yanlışlanabilir olması, sadece dünyada görebildiğimiz canlılığın bile tam bir tanımının dahi yapılamamış olması meselenin daha temelden ne kadar büyük bir iş olduğunu göstermektedir. Kaldı ki bilimin kâinatı yaratan bir yüce yaratıcının sanatını okumak için yapılması varken neden böyle bir varlığın olmadığının ispatlanması için yapılması gerektiği sorusunun da makul bir cevaba ihtiyacı vardır. İnsanın bir yüce yaratıcının olmadığını ispatlamak için bilim yapması hiç de objektif bir tutum değildir. Aksine bilim yapan kişiyi belli bir düşüncede kalmaya zorlayacağı için dogmatik bir tavır olarak görülmelidir. Bu durumda söylenebilecek en mantıklı şey ateizmin dogmatik olarak iman edilmesi gereken bir inanç olduğudur. Her dogmatik kabul gibi ateizme de menfaatler gereği iman edilir.
Halbuki, eğer gerçekse her şeyi yaratan bir yüce yaratıcının olmadığının ispatı bu kadar zor olmamalıdır. Bugün ateistlerin, iddialarını ispatlamak için insanların binlerce yıldır yaptıkları bilim olarak kabul edilen şeye güvenmeleri, onu binlerce yıl daha devam ettirmeleri, eğer bir sonuca ulaşılacaksa o ulaşılan sonucun da ancak belli kişilerin koydukları bir takım yeterlilik kurallarına uyuyorsa bilimsel olarak kabul edilmesi gerekir. Bu durumda bile ulaşılan sonuç yanlışlanabilir olacaktır. Böyle bir sonucun bugün gerçekleştiğini varsaysak bile buna ispat denir mi? Ayrıca tüm kâinatı yaratan bir yüce varlığın olmadığını kanıtlamak insan ömrüne sığmayacak bir çabayı gerektiriyorsa bu çabanın sonuçlarını görmeden ölen nesiller ne için yaşamış olacaklardır? Bütün bunlar bizi ateizmin mantıkî temelden yoksun, dogmatik iman gerektiren bir din olduğu sonucuna ulaştırmaktadır.
Deizmin Mantıksızlığı
Deist görüşe göre Allah’ın varlığı ve birliği tartışmasız gerçektir, ancak Allah insanlar arasından birilerini seçip onlara vahyederek kitap göndermemiştir. Dolayısıyla ilahî din ya da ilahî kitap gibi olgular insanın uydurduğu şeylerdir. Bu durumda deizm, kişinin Allah’ın varlığını kabul ettiği halde O’na kulluk etmekten imtinâ ettiği anlamına gelir. Bu tavır Allah’ın varlığını kabul etmemekten çok daha aşağı bir tavırdır ve kibrin en üst seviyesidir. Kur’an’da da bu tavır kibirle eşleştirilir:
لَّن يَسْتَنكِفَ الْمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبْدًا لِّلَّهِ وَلَا الْمَلَائِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ ۚوَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيْهِ جَمِيعًا وَمَن فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَيَزِيدُهُم مِّن فَضْلِهِ ۖ وَأَمَّا الَّذِينَ اسْتَنكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا وَلَا يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا
Ne Mesîh Allah’a kul olmaya burun kıvırır ne de yakınlaştırılmış melekler. Kim O’na kulluğa burun kıvırır ve kibirlenirse sonunda Allah onları huzurunda toplayacaktır. İman eden ve iyi işler yapanlara da ödüllerini tastamam verecek hatta lutfuyla da artıracaktır. Allah’a kulluğa burun kıvıran ve kibirlenenlere gelince; onlara acıklı bir azaba çarptıracaktır. Onlar kendilerine Allah’tan başka bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardır. (Nisâ 4/172-173)
İnsanlara hiçbir faydası dokunmayacak, insan hayatına hiçbir etkisi olmayacaksa yaratıcının varlığına inanmanın ne anlamı olabilir? Bir insanın aynaya baktığında kendisini yaratan gücü görmesi, o güç kendisi ile ilgili bir şey söylemedikten sonra ne işe yarar? Bu açıdan ateist görüş deist görüşe göre çok daha tutarlıdır. Her şeyi yaratması dışında hiçbir işe yaramayan bir varlığa inanmaktansa öyle bir varlığın olmadığına inanmak çok daha ayakları yere basan bir tutumdur.
Deistlerin, her şeyi yaratan yüce bir varlığa inanıp O’na kulluk etmeye yanaşmaması başka mantıksal tutarsızlıkları da beraberinde getirmektedir. Öncelikle insan dahil her şeyi yaratacak güçte bir varlığın insana seçme hürriyeti verip başıboş bırakması başlı başına bir sorundur. Kendini bilme ve seçim yapabilme yetenekleri ile donatılmış bir varlığa bu yeteneklerin verilmesinin bir anlamı olmak zorundadır. Yaptığı seçimin karşılığını görmemek seçim yapma yeteneğini anlamsız kılar. Bu karşılığın sadece bu dünyada görülemeyeceği de insanın çok çabuk fark ettiği bir durumdur. Bunca emeğin ve tercihlerin daha anlamlı bir karşılığı olması gerektiği akla daha yatkındır. Ayrıca Allah’ın sadece yaratmakla kalmadığı, varlıklara bir de ömür tayin ettiğini görmek için bir ilahî metne ihtiyaç yoktur. Ölüm yaşamın mütemmim cüzüdür. Yüce bir varlık tarafından yaratıldığını ve sonunun ölüm olacağını bilen iradeli bir varlık için yaptığı seçimlerin uhrevî bir karşılığının olmadığını düşünmek akıl dışıdır. Böyle bir düşünce ancak yüce bir varlığın olmadığını savunan ateist görüş için mantıklı olabilir; zaten bir yaratıcı yok ve her şey tesadüf eseri ise ölümün mutlak bir yok oluş olması daha kabul edilebilir bir durumdur.
Dolayısıyla bir yüce yaratıcının varlığını kabul etmek ölüm sonrasında en azından bir hesaplaşmanın olacağını kabul etmeyi gerektirir. Yani Allah varsa ahiret de olmak zorundadır. Bu durumda insanın hesaba çekileceği kaçınılmaz olacağından hesabı nasıl verebileceğinin bildirilmesi de bir zorunluluk olarak kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Kısacası Allah’ın varlığını kabul edip O’nun insan ile iletişime geçmemiş olduğunu düşünmek mantıken sorunludur. Böylesi tutarsız ve mantıksız bir fikri savunabilmenin tek sebebi Allah’tan emir almayı dünyevî menfaatlerine uygun bulmamak olabilir. Bu sebeple Kur’an’da da bu durum dünya hayatıyla tatmin olma arzusu ile ilişkilendirilir:
إِنَّ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّوا بِهَا وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ أُولَٰئِكَ مَأْوَاهُمُ النَّارُ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُم بِإِيمَانِهِمْ ۖ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ فِي جَنَّاتِ النَّعِيم
Bizimle karşılaşmayı beklemeyen, dünya hayatından razı olup onunla tatmin bulanlar ve ayetlerimizi umursamayanlar; işte onların kazandıklarına karşılık kalacakları yer o ateştir. İman eden ve iyi işler yapanları ise bu güvenlerinden dolayı Rableri içlerinden ırmaklar akan naîm cennetlerine yönlendirecektir. (Yunus 10/7-9)
Sonuç olarak deizm sadece Allah’a kul olmayı kendine yedirememek değil, aynı zamanda hesap gününü de inkâr etmek demektir. Böyle bir inkârın tek sebebi dünyanın geçici menfaatlerini tercih etmek olabilir. Bu kişilerin durumu ve onları bekleyen akıbet Kur’an’da şöyle açıklanmıştır:
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ الَّذِينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ وَمَا يُكَذِّبُ بِهِ إِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَىٰ قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ كَلَّا إِنَّهُمْ عَن رَّبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَّمَحْجُوبُونَ ثُمَّ إِنَّهُمْ لَصَالُو الْجَحِيمِ ثُمَّ يُقَالُ هَٰذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ
O gün, yalanlayanların vay haline! Onlar din gününü yalanlıyorlar. Onu sınırı aşmış günahkâr kimselerden başkası yalanlamaz. Ayetlerimiz kendisine bağlantılı olarak sıralandığında “bunlar eskilerin kitaplarında yazanlar” demişti. Hayır, onların kazandıkları günahlar kalpleri üzerinde pas bağlamıştır. Hayır, onlar o gün kesinlikle Rablerinden mahrum kalacaklardır. Sonra onlar mutlaka alevli ateşe gireceklerdir. Sonra da “işte yalanladığınız budur” denilecektir. (Mutaffifîn 83/10-17)
Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olduğunu türlü gerekçelerle kabul etmeyen bir kişinin bunun sonucunda deist olması da saçmadır. Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olmaması Allah’ın insanlığa bir Kitap ve nebi göndermediği anlamına gelmez. “Kur’an Allah’ın Kitabı değil, o halde Allah Kitap göndermemiştir” demek mantık hatasıdır. Mantıklı olan şey, böyle düşünen bir kişinin Allah’ın gönderdiği kitabın arayışına girmesi olabilir, deist olması değil. Samimi olarak gerçeği arayan bir kişi Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olup olmadığı konusunda temkinli davranıyorsa bu, Allah’ın bir Kitap gönderip göndermediği konusundaki şüphesinden dolayı değil, Allah’a ait olmayan bir kitaba uymaktan korktuğu için olmalıdır.
Ateist ve deistlerin belki de en fazla başvurdukları söylem sorgulamadır. Bu ifade ne yazık ki müslüman hocalar tarafından da tıpkı ateist ve deistlerin yaptığı gibi gelişigüzel kullanılmakta, dinde neyin sorgulanması gerektiğinin çerçevesi Kur’an’a uygun olarak çizilmemektedir. Bir çok müslüman bilim adamı, sorgulamanın olması gerektiğini, ancak bu şekilde dinin hurafelerden temizlenerek Kur’an’daki haline döndürülebileceğini söylerken sorgulama ifadesine yükledikleri anlamı kendileri de bilmemekte ve ateist ve deistlerin ekmeğine yağ sürmektedirler.
İslam Allah’ın ilk insan Adem Aleyhisselamdan itibaren tüm nebiler vasıtasıyla insanlığa indirdiği tek dinin adıdır. Kelimenin anlamı teslim olmak demektir. Teslim olunan şey sorgulanamaz. Bir şeye hem teslim olmak hem de sorgulamak mümkün değildir. Zaten teslimiyet, sorgusuz sualsiz itaat demektir. Dinde sorgulanacak tek şey neye teslim olunacağı olmalıdır. Bir insan ancak kendisine din diye sunulanın Allah’ın dini olup olmadığını sorgulayabilir. Hurafeyi gerçek dinden ayıklamaya yarayan sorgulama budur.
O halde Kur’an Allah’ın Kitabıysa içindeki hiçbir emir sorgulanamaz. Anlaşılma şartı da yoktur. Kayıtsız şartsız itaat zorunludur. Zaten mantıken olması gereken de budur. Aksi takdirde insan Allah’ın emirlerini anlayamadığı her durumda işine geldiği gibi davranarak kendi kafasından din uydurmuş olur. Eğer dinde her şey insanın aklen kavraması şartına bağlansaydı ibadetlerin hiç birini kabul etmek mümkün olmazdı.(3)
O halde müslüman bir toplumda yaşayan akıllı bir insanın yapması gereken tek sorgulama, Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olup olmadığıdır. Böyle bir sorgulama için de öncelikle Kur’an’ı okumak gerekir.
Ateist, Deist, Kâfir
Kur’an terminolojisi ile isimlendirmek gerekirse ateizm de deizm de küfür, ateist de deist de kâfirdir. Her ikisi de küfür olduktan sonra aralarında bir sıralama yapmak anlamlı olmasa da deizm ateizme göre küfrün katmerli olanıdır denilebilir. Çünkü Kur’an’da menfaatlerini Allah’ın emirlerine tercih edenler kâfir olarak tanımlanır:
اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَوَيْلٌ لِّلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا أُولَٰئِكَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ
Göklerde ve yer ne varsa hepsi kendisine ait olan Allah’tır. O kâfirlerin şiddetli bir azaptan dolayı çekecekleri var! Onlar ki dünya hayatını ahirete tercih ederler ve Allah’ın yolundan alıkoyar, o yolda bir eğrilik isterler. Onlar derin bir sapıklık içindedirler. (İbrahim 14/2-3)
Ayetlerin devamı deistlere cevap niteliğindedir:
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ ۖ فَيُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Biz her rasulü sadece kendi toplumunun diliyle gönderdik ki onlara beyanda bulunsun. Bundan sonra Allah gereğini yapanı saptırır, gereğini yapanı da doğruya yöneltir. O üstün ve kararları doğru olandır. (İbrahim 14/4)
Görüldüğü gibi Allah’ın seçim yapma yeteneği ile donattığı iradeli bir varlıkla, seçmesi ve uzak durması gerekenleri beyan edecek şekilde iletişim kurmamış olması anlamsızdır. Seçim yapabiliyor olmak hür olmayı gerektirir. Kâfirlik de bu hürriyeti kullanarak, Allah’ın emri yerine dünya menfaatini seçmek demektir. Deizm budur.
Günümüzde kâfir bir hakaret, deist, ateist ise havalı sözcükler olarak görülmektedir. Ancak Kur’an’da kâfir, inanç bakımından yapılan sosyal bir tanımlamadır. Allah’ın varlığını kabul edip elçi göndermesi ile ilgili problem yaşayanlar Kur’an’da da “gerçek kâfirler” olarak nitelendirilirler:
إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللَّهِ وَرُسُلِهِ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذَٰلِكَ سَبِيلًا أُولَٰئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا ۚ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا
Allah’ı ve rasullerini görmezden gelen ve Allah ile rasullerinin arasını ayırmak isteyen, bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz diyen ve böylece iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler… İşte gerçek kâfirler onlardır. O kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık. (Nisâ 4/150-151)
Rabbimiz bu gibi kişilere bizim de kâfir diyebileceğimizi bildirmektedir. Dolayısıyla bir mümin için deist veya ateist kelimeleri ancak kâfir kelimesi kadar havalı olabilir:
قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ
De ki; Ey kâfirler! (Kâfirûn 109/1)
Ayetin devamı her yanlış seçimin de bir din olduğunu ortaya koymaktadır.
لَا أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ وَلَا أَنتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ وَلَا أَنَا عَابِدٌ مَّا عَبَدتُّمْ وَلَا أَنتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ
Ben sizin kulluk etmekte olduğunuza kulluk etmiyorum. Siz de benim kulluk etmekte olduğuma kulluk edenler değilsiniz. Ben sizin kulluk ettiğinize kulluk eden biri değilim. Siz de benim kulluk etmekte olduğuma kulluk edenler değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana! (Kâfirûn 109/2-6)
Dine Katılan Yanlışların Ateist ve Deist Ürettiği Söylemi
Günümüzde elle tutulur bir delile dayanmadan, neredeyse ateist ve deistleri kâfirliklerinden dolayı mazur göstermeye varan bir söylem, özellikle hocalar vasıtasıyla yayılmaya başlanmıştır: “dindeki hurafe ve yanlışlar insanları, özellikle de gençleri deizme yöneltiyor.” Bu söylemin doğru olduğuna dair bir takım münferit iddialar dışında hiçbir delil yoktur. Olsa bile hiçbir şey kâfirliğin mazereti olamaz. Ayrıca dine katılmış yanlışlar ve hurafelerdense, Kur’an’a referansla konuşan hocaların söylemlerindeki farklılık ve çelişkilerin insanları deizme yöneltmesi çok daha mantıklıdır. Çünkü deizm zaten Allah’ın Kitabını kabul etmemektir. Bunun için de en güzel bahane Kur’an’dan konuştuğunu söyleyen hocaların çelişkileri olur. Geleneksel din algısında ise nadiren Kur’an’a atıfta bulunulur.
Bir insanın dine eklenmiş yanlışlar veya Kur’an’da kendince gördüğü hata ve çelişkiler yüzünden deist olması akılla izah edilebilecek bir durum değildir. Kur’an’ın sözde bir takım çelişkiler içermesi nasıl olur da Allah’ın bir din göndermediğinin delili olabilir. Bu olsa olsa Kur’an’ın Allah’ın kitabı olmadığını gösterir o kadar. Dolayısıyla, aslında bir kişinin deist olması için hiçbir mantıklı gerekçe üretilemez. Bu yüzden de insanların deist olmak için bahaneye ihtiyaçları olmadığını, kâfirliğin herkesin tercih edebileceği bir yol olduğunu söylemek yanlış olmaz. Deist ve ateistlerin kendi kâfirliklerine bahane aramaları saçmadır ama müminlerin, onların bu küfürlerine makul bir bahaneleri olabileceğini düşünmeleri daha saçmadır. Gerçekte ateist de deist de Allah’tan emir almak istemeyen, kendisini ilahlaştırmış kişidir. Onların bu seçimlerini mazur gösterebilecek mantıklı tek bir gerekçe bulmak mümkün değildir.
Deist ve Ateistlerin Bahanelerine Karşı Kur’anî Tavır
Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olduğu bir insanın değil, bizzat Kur’an’ın iddiasıdır. Dolayısıyla iddiasını ispatlamak da yine Kur’an’a düşer. Bu da Kur’an’da bir çok farklı şekilde yapılmaktadır.(4) Bunu görebilmek için Kur’an’ı okumak gerekir.
Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olmadığını göstermek içinse onun bu iddiasını çürütmek yeterli olacaktır. Kur’an’da bunun da nasıl yapılacağı belirtilmiş, hatta bu iddiayı çürütemeyenler tehdit edilmiştir:
وَإِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلَىٰ عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ فَإِن لَّمْ تَفْعَلُوا وَلَن تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ ۖ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
Kulumuza indirdiğimizden şüphedeyseniz onun dengi bir sûre getirin ve doğru sözlülerseniz Allah’tan başka şahitlerinizi de çağırın. Eğer yapamazsanız – ki asla yapamayacaksınız – yakıtı insanlar ve taşlar olan ve kafirler için hazırlanmış o ateşten kendinizi koruyun. (Bakara 2/23-24)
Görüldüğü gibi Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olmadığını iddia edenlerin yapması gereken bir tek şey vardır; onun dengi bir sûre getirmek. Burada ayet değil sûre istenmesi önemlidir. Sûre ifadesi ayetlerden oluşan özel bir yapıdır. Bunu şu ayetten de görebiliriz:
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِّثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki; o halde onun dengi uydurulmuş on sûre getirin ve doğru sözlülerseniz Allah’tan başka çağırabileceğiniz kişileri de çağırın. (Hûd 11/13)
İnsanın getirebileceği sûre elbette uydurulmuş olacaktır. Uydurulmuş olanı için de sûre ifadesi kullanılıyorsa bu terim özel bir yapıyı ifade ediyor demektir. Nitekim aynı konuda birbiri ile ardışık olarak dizilmiş ayetlerden oluşan yapıya Kur’an’da sûre denilmektedir.(5) Kur’an’ın insan uydurması olduğunu iddia edenler ardarda sıralanmış ve aralarında Kur’an’dakine benzer ilişkiler bulunan ifadelerden oluşan bir uydurma sûre getirmek durumundadırlar. Eğer bu çağrıya cevapsız kalıyorlarsa;
فَإِلَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا أُنزِلَ بِعِلْمِ اللَّهِ وَأَن لَّا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ
Eğer size cevap vermedilerse onun Allah’ın ilmi(6) ile indirildiğini ve O’ndan başka ilah olmadığını bilin. O halde teslim oldunuz mu? (Hûd 11/14)
Ayete göre Kur’an’daki gibi bir sûre getirilmediği takdirde yapılması gereken tek şey teslim olmaktır. Çünkü öyle bir yapıyı ancak Allah’ın oluşturabildiği görülmüş olacaktır. Bu ayetlerden şu üç önemli sonuç çıkar:
- Ayette Kur’an’daki her şeyi tam olarak anlamak diye bir şeyden bahsedilmemektedir. Zaten bu bir insanı aşan bir durumdur. Tek bir insanın tüm kâinatı, içerisindeki her bir elemanı kapsayacak şekilde kavraması nasıl mümkün değilse Allah’ın indirdiği ayetlerin her birini bir insanın tek başına kavraması da öyle mümkün değildir. Bir çok ayeti tam olarak anlayabilmek için yoğun araştırmalar ve uzmanlaşmış ekiplerin uzun süre çalışması gerekir. Gerçek bilim budur. Öyleyse Kur’an’daki bir takım şeyleri anlayamamış olmak onun Allah’a ait bir kitap olmadığını göstermez.
- Bir kişinin Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olmadığı iddiası ancak dengi bir sûre getirmesi ile ispatlanabilir. Bunun dışındaki tüm gerekçeler geçersizdir. Çünkü Kur’an’a yüklenmeye çalışılan her sözde problemin mutlaka bir açıklaması vardır. Bu açıklamanın henüz bilinmiyor olması problem sanılan şeyin haklılığını değil, onu problem sanan insanın acizliğini gösterir. Bu sebeple bu tür gerekçeler üretilerek Kur’an’ı uydurma saymak mümkün değildir.
- Benzeri bir sûre getirme çağrısına uyulmuyor veya bu talep karşılanamıyorsa Kur’an’ın Allah’tan gelen bir kitap olduğu iddiası çürütülememiş demektir. Bundan sonra yapılması gereken en makul şey ona teslim olmaktır.
Sonuç olarak deistlerin Kur’an’da kendilerince bir takım yanlışlar ve çelişkiler bulduklarını iddia ederek onun Allah’ın Kitabı olamayacağını söylemeleri ancak insana yakışan bir kibrin sonucudur. Bu türden gerekçelerle Kur’an’ın Allah’a ait olmadığı değil, onu okuyan insanın yeterince çalışmadığı, dolayısıyla kendisine çelişki gibi görünen meseleleri anlamadığı söylenebilir. Kaldı ki Kur’an’a dayandırılan bir takım meseleleri bugüne kadar hiç kimse anlamamış olsa bile bu Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olmadığına delil olmaz. Nasıl ki Güneşin bugüne kadar anlaşılmayan bir davranışı onu Allah’ın ayeti olmaktan çıkarmıyorsa… Deistlik iddiasında olanlar eğer Kur’an’dakine denk bir sûre getiremiyorlarsa ya Allah’ın dinine teslim olmuş müslimler olurlar ya da Allah’ın kendilerine vereceği karşılığa hazırlanırlar. Kur’an’ın duruşu budur. Bu yüzden de yukarıdaki ayetlerin devamı kendi aciz zihinlerinden ürettikleri bahanelerle deist ve ateist olan kişilere cevap niteliğindedir:
مَن كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لَا يُبْخَسُونَ أُولَٰئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْآخِرَةِ إِلَّا النَّارُ ۖ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا فِيهَا وَبَاطِلٌ مَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Kim dünya hayatını ve onun süsünü isterse onlara orada işlerinin karşılığını tam olarak veririz. Bir eksik bırakmayız. Onlar ahirette ateşten başka bir şeyleri olmayacak olanlardır. Dünyada ürettikleri yok olmuş, yaptıkları işler boşa gitmiştir. (Hûd 11/15-16)
Deist olduğunu açıklayan bir ilahiyatçının bu ayetlerle ilgili olarak yaptığı değerlendirme, böylesi önemli bir konuda ünvanına yakışır ciddiyetle düşünce üretmediğini göstermesi bakımından ibretliktir. Özellikle bu ayetleri dikkate alması ise Kur’an’ın konuya yaklaşım biçiminin farkında ve bundan rahatsız olduğunu gösterir:
“Benzeri bir sûre getirin şeklindeki ayetler ne anlama gelir? Biri gerçekten de benzerini getirse bunun benzer olduğuna kim karar verecek?”
Rabbimiz ayetlerde dengi bir sûre getirin dedikten sonra bunu denetleyecek bir makamdan söz etmemektedir. Herkes hesabı Allah’a tek başına verecektir. Benzer bir sûre getirebildiğini düşünen kişi Kur’an’ı uydurma kabul edebilir ve yaşantısını buna göre sürdürebilir. Ancak Kur’an’da bir şeyin sûre olmasının çok sayıda örneği vardır. Kur’an’ın Muhammed Aleyhisselamın uydurması olduğunu iddia edenlerden sûre istendiğine göre uydurulmuş olduğunu söylemek için sûre getirmenin ne demek olduğunu anlayacak seviyede olmak gerekir. Dolayısıyla Kur’an bu çağrıyı ve meydan okumayı sıradan bir kişiye yapmamakta, ilahî kitaplardaki usulü, üslubu iyi bilen kişilere hitap etmektedir. Günümüzde kendilerini deist olarak tanımlayanların büyük çoğunluğu Kur’an’ın sade bir mealini dahi okumamış kişilerdir. Kaldı ki mealini okuyarak Kur’an’ın Allah’ın Kitabını olamayacağını söylemek şımarıklıktır. Zira meal okumak en düşük seviyede yüzeysel bir okumadır. Allah’ın Kitabı olmadığını iddia edecek kadar cüretkar birinden en ileri seviyede Arapça ve Kur’an bilgisi beklenmesi gerekir. Bir taşın elmas mı yoksa cam mı olduğunu anlayabilmek sıradan kuyumculukla olmaz, uzmanlık şarttır.
Aynı deistin öne sürdüğü bir diğer gerekçe de kısaca şöyledir:
“Benzeri bir sûre getirin ayetleri Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu ispatlamaz çünkü çok daha güzel şiirler yazılmıştır veya yazılmış olabilir.”
Hicrî 3. yüzyıldan itibaren, yani Nebimizden yaklaşık 3 asır sonra Kur’an’da çelişkiler olduğunu iddia edenlere cevap olarak “i’câzü’l Kur’an” konusu ortaya atılmıştır. Bu terim “Kur’an’ın, sahip olduğu edebî üstünlük ve muhteva zenginliği sebebiyle benzerinin meydana getirilememesi özelliği” olarak tanımlanır.(7) Buna göre Kur’an Arap dilini bir insanın erişemeyeceği mükemmellikte kullanmaktadır, dolayısıyla insanlar isteseler bile onun bir benzerini yazamazlar. Yukarıda ifadelerini aktardığımız deist ilahiyatçı bu konuyu kast etmekte ve bu sebeple “Kur’an’dan daha güzel şiirler yazılmıştır veya yazılmış olabilir” demektedir.
Ancak i’câzü’l Kur’an meselesi insanların ortaya çıkardığı bir meseledir. Kur’an dengi bir sûre getirin derken istediği şey mükemmel yazılmış, harika kafiyeleri olan bir şiir değildir. Şiir ifadesi Kur’an’da geçer ve hatta Kur’an’ın bir şiir olmadığı vurgulanır:
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ
Biz ona şiir öğretmedik. Zaten ona yakışmaz da… Bu ancak bir zikir ve açık bir Kur’an’dır. (Yâsîn 37/69)
Kısacası dengi bir sûre getirin şeklindeki ayetlerde istenenin şiir olması mümkün değildir. Öyle olsaydı ona benzer bir şiir getirin denilebilirdi. Ayrıca o ayetlerde şahitlerinizi çağırın yerine şairlerinizi çağırın denmesi gerekirdi. Bu nedenle sûre ifadesinin kullanılmasının özel bir anlamı olması gerekir. Kur’an Arap dilini elbette mükemmel bir biçimde kullanmaktadır. Ancak onu kullanırken ortaya koyduğu şey şiir değildir. Kur’an’ın dili kullanmadaki mükemmelliği güzel bir şiirin çok ötesindedir. Mesela lafızlardaki en küçük bir fark bile anlamda mutlaka bir ayrıntıya vurgu yapmak içindir. Hiçbir ifade boşuna değildir ve okuyucunun konforu için konulmamıştır. Ayetler arasındaki benzerlikler konuyla ilgili detay vermek içindir v.s… Bu durumu insanların ortaya attığı i’câzü’l Kur’an’a indirgeyip şiirle kıyaslamak Kur’an’ı küçümsemek anlamına gelir. Zaten Bakara Suresinde “bunu yapamayacaklar”, Hûd Suresinde de “cevap vermedilerse” ifadeleri de konunun şiirle hiç ilgisi olmadığını ortaya koymaktadır. Sûre getirmek teknik ve insanı aşan bir iştir.
Kur’an’ı bilen bir mümin, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmeyen tek bir insanın olamayacağını da bilir. Kendilerini ateist olarak tanımlayanlar da dahil olmak üzere bu gerçeği net biçimde görmemiş bir insan yeryüzünde yaşamamıştır ve yaşamayacaktır. Bir mümin bir yanda Allah’ın sözü, diğer tarafta insanın sözü olunca Allah’ın sözünün mutlak gerçek olduğunu bilir. Bu sebeple ateistlerin kendilerini nasıl tanımladıklarının hiçbir kıymeti yoktur.
Kur’an’ı bilen bir mümin, insanların Allah’ın emirleri yerine geçici dünya kazancını tercih ettiklerini bilir. Kendilerini deist olarak tanımlayanların yaptıkları da tam olarak budur. Allah’tan emir almayı kendilerine yediremedikleri için Allah’ın insanlara kitap göndermediğini, din denilen şeyin insanın uydurması olduğunu iddia ederler. Bir mümin bunun mantık dışı ve çelişkilerle dolu çürük bir iddia olduğunu görür.
Kur’an’ı bilen bir mümin gerek deistlerin gerekse ateistlerin kendi boylarını dahi aşan bir kibrin sonucu bu uyduruk iddiaları ortaya attıklarını bilir. Rabbimiz şöyle buyurur:
إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ ۙ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ ۚ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
Kendilerine verilmiş hiç bir delil olmaksızın Allah’ın ayetleri hakkında tartışıp duranların kalplerinde asla ulaşamayacakları bir kibir vardır. Bu durumda sen Allah’a sığın. Şüphesiz O işiten ve görendir. (Mü’min 40/56)
Bir mümin ne ateistin ne de deistin, küfürlerini mazur göstermek için uydurdukları sözde delillerini kale alıp dinlemez. Çünkü bu, onların bu sözlerinin sanki değerlendirilmeye değer şeyler olduğu anlamına gelecektir. Oysa hiçbiri birer gerekçe olarak kabul edilemez. Bir müminin bu kişilerden dinlemeye değer tek bir beklentisi olabilir; Kur’an’dakine denk bir sûre getirmeleri. O zaman da yapacağı şey Allah’a sığınıp, onları küfürleriyle başbaşa bırakmak olmalıdır.
Günümüzde müslümanlar ne yazık ki ateist ve deistlerin söylemlerini sanki matah şeyler söylüyorlarmış gibi dinlemekte, üstelik onları çürütmek için argümanlar üretmeye çalışmaktadırlar. Allah’ın Kitabını bilen ve dinine teslim olmuş bir kişi böyle anlamsız işlerle vakit kaybetmez. Çünkü hiçbir ateist ve deist öne sürdükleri argümanlar yüzünden ateist ve deist olmamıştır. Onlar önce ateist ve deist olmayı tercih edip sonra küfürlerine bahaneler bulmaya çalışan kişilerdir.
Ateist ve deistlerin büyük bir kısmı da İslam zannettikleri hurafeleri sanki Allah’ın diniymiş gibi gösterip bu hurafelerin din olamayacağından hareketle ateist ve deist olduklarını söylemektedirler. Herhalde yapılabilecek en ahmakça kıyas ve en ahmakça seçim bu olsa gerektir. Mükemmel olan Allah’ın dini İslam’dır, kendilerine müslüman diyenler değil. Bu durum, kullanan bir kişi gidip kamyonun altına girdi diye Ferrari’yi beğenmemeye benzer.
Burada bahsettiklerimiz ateist ve deist olan kişilerin din anlayışları ile ilgilidir. Onların bu yanlış seçimleri kötü insanlar olduklarını ve onlarla iyi ilişkiler kuramayacağımızı göstermez. Ancak şu da bir gerçektir ki iyi insan olmak kafirliği gidermez. Allah katında geçerli olan iyilik mümin olarak yapılandır:
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَىٰ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَٰئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَقِيرًا
Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi işler yaparsa işte onlar Cennete girerler, onlara kıl kadar haksızlık yapılmaz. (Nisâ 4/124)
Sonuç olarak Kur’an’ın Allah’a ait bir Kitap olmadığını iddia edenlerin öne sürdükleri hiçbir gerekçe geçerli olamaz. Bu kişiler kendi iddialarını kendileri ispatlamak zorundadırlar. Bu da sadece ondakine denk bir sûre getirmekle yapılabilecek bir iştir. Bunun dışında hiçbir ispat yöntemi kabul edilemez ve bir mümin tarafından değerlendirmeye alınamaz. İnsan yazısı bir kitabın bile başkasına ait olduğunu ispatlamak için o kitap üzerinde ciddi çalışmalar yapmak gerekir. Hatta bunun için sadece o kitap değil, ait olduğu iddia edilen kişinin diğer kitapları hakkında da bilgi sahibi olmak şarttır. Aynı durum Kur’an için de geçerlidir. İşte tasdik sistemi de bunun için vardır. Kur’an’ın önceki kitapları tasdik ediyor olması onun Allah’ın Kitabı olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Bu sebeple sûre getirilmesini isteyen ayetlerden sonuncusu da ilahi Kitaplar arası tasdik ilişkisini konu edinmektedir:
وَمَا كَانَ هَٰذَا الْقُرْآنُ أَن يُفْتَرَىٰ مِن دُونِ اللَّهِ وَلَٰكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِن رَّبِّ الْعَالَمِينَ أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِّثْلِهِ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Bu Kur’an başkası tarafından uydurulup Allah’a mal edilmiş değildir. Ancak kendinden öncekinin tasdiki ve Kitab’ın açıklayıcısıdır. Şüphe yoktur ki o Alemlerin Rabbindendir. Yoksa onu uydurdu mu diyorlar. De ki; eğer doğru sözlüler iseniz Allah’tan başka çağırabileceğiniz herkesi çağırın da onun dengi bir sûre getirin. (Yunus 10/37-38)
Düzgün çalışan ve özgür düşünebilen sağlıklı bir zihnin ne ateizmi ne de deizmi mantığa ve akla uygun bulması ve böylece tutarlı bir söyleme sahip olması mümkün değildir. Bu sebeple ateist ve deist kişilerin, eğer samimi iseler, sağlıklı bir zihne sahip olmadıklarını ya da yeterince düşünmeden kolaycılığa kaçtıklarını söylemek yanlış olmaz. Bu kişilerin kendi alanlarında çok büyük bilim adamları olmaları dahi bu durumu değiştirmez.
(*) Safsata, ilk bakışta doğru ve ikna edici gibi görünen, ancak yakından bakıldığında yanlış sonuçlara ulaştıran kıyas çeşidi ifade eden bir mantık terimidir.
(1) Âl-i İmrân 3/84,85
(2) DİA İslam Ansiklopedisi Deizm maddesi
(3) Bu konudaki detaylı çalışmamız için bkz: https://kuranmetodu.com/2019/09/sorgulanmamis-sorgulama/
(4) Bu konudaki detaylı çalışmamız için bkz: https://kuranmetodu.com/2016/01/de-ki-ne-dersiniz-ya-o-allah-katindansa-1/
(5) Bu konuda detaylı bilgi için bkz: https://kuranmetodu.com/2020/01/e-kitap-sure-kavrami/
(6) Allah’ın ilmi ifadesi ile ilgili detaylı çalışmamız için bkz: https://www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kuranda-ilim-ifadesinin-metot-baglaminda-kullanimi.html
(7) DİA İslam Ansiklopedisi i’câzü’l Kur’an maddesi