Giriş
Şeriatta devamlılık vardır. Muhammed (a.s.) ilk peygamber değildir.[1] Ona indirilenler daha öncekilere indirilenlerdir.[2] Tüm İlahi Kitap’lar kendilerinden öncekileri tasdik eder. Kur’ân’da önceki ilahi kitapları tasdik ettiğini belirtmektedir.[3] Allah’ın Elçisi, hakkında vahiy indirilmeyen konularda önceki şeriatlara göre hüküm vermek ve uygulamakla emrolunmuştur.[4] Kur’ân, kendinden önceki kitapların büyük bir kısmını misliyle, bir kısmını da daha hayırlısıyla neshetmiştir.[5] Bir ayet insanlar için daha hayırlı olan bir başka ayetle neshedildiğinde önceki uygulamalar bitmiştir. Mesela, Allah’ın Elçisi, kendisine konuyla ilgili bir vahiy indirilmediği için, zina suçunu işleyenlere, Tevrat ve İncil’e uygun olarak bir süre recim cezası uygulamıştır. Kur’ân’ın, konuyla ilgili hükmü gelince eski hüküm bırakılmış ve yeni hüküm uygulanmaya konmuştur. Dinden dönenin cezası konusunda da benzer bir durum olduğu kanaatindeyiz. Tevrat ve İncil’de konunun ele alınışı, Allah’ın Elçisi’nden nakledilen bazı rivayetler ve Kur’ân’ın meseleye bakışı bu konudaki kanaatimizi güçlendirici gözükmektedir.
Geleneğe Göre Dinden Dönenin Cezası
Fıkıhta kişinin İslam dininden dönmesine irtidat (riddet), dinden dönene de mürtedd denir. Gelenekte, irtidat eden kişinin öldürülmesi gerektiği hususunda ittifak vardır. Hanefiler, irtidat eden kadını bundan istisna ederler.[7] İrtidat eden kişiye, öldürülmeden tevbe teklifinde bulunulması gerektiği, bunun Hanefiler’e göre müstehab, diğerlerine göre vacip olduğu söylenir.[8] Geleneğe göre irtidat eden kişi; ölür, öldürülür veya ülke dışına kaçarsa sahip olduğu malları mülkiyetinden çıkar. Borçları ödendikten sonra malları Müslümanlar için ganimet sayılarak beytü’l-mala devredilir.[9] Ebu Hanife’ye göre, Müslüman iken kazandıkları mirasçılarına intikal eder. İmameyn’e göre ise her durumda malı mirasçılarına intikal eder. İrtidat eden kişinin nikâhı düşer, Şafiiler’e göre ise irtidat eden kişinin karısı iddet beklemelidir.
Gelenek, irtidat edenin öldürülmesinin Kitap, sünnet ve icma ile temellendirmeye çalışmıştır. Şimdi bu delillere kısaca bakalım:
Kitap Delili
Şu iki ayetin, dinden dönenin öldürülmesine delil olduğu iddia edilmiştir.
قُلْ لِلْمُخَلَّف۪ينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْراً حَسَناًۚ وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
“Geri kalanlara söyle: Güçlü bir kavme karşı çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya Müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz. Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama daha önceki gibi yüz çevirirseniz size acıklı bir azâb vardır.” (Fetih 48/16)
Yukarıdaki ayette geçen “ev yüslimûn = اَوْ يُسْلِمُونَ= veya Müslüman olurlar ”ifadesinden hareketle, dinden dönenin öldürülmesi gerektiğine hükmedilmiştir.[10]
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ ف۪يهِۜ قُلْ قِتَالٌ ف۪يهِ كَب۪يرٌۜ وَصَدٌّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌ بِه۪ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه۪ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۚ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِۜ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ د۪ينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُواۜ وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَـالِدُونَ
“Sana haram ayını, o ayda yapılan savaşı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük suçtur. Ama Allah’ın yolundan engellemek, o yolu görmezlikten gelmek, Mescid-i Haram’dan engellemek ve halkını oradan çıkarmak Allah katında daha büyük suçtur. Fitnenin sıkıntısı savaştan büyüktür. Onların gücü yetse, sizi dininizden çevirinceye kadar savaşa devam ederler. Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, böylelerinin çalışmaları dünyada da ahirette de boşa çıkar. Onlar cehennem halkıdır. Orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara 2/217)
Yukarıdaki ayet dinden dönenin öldürülmesine şöyle delil getirilmektedir: “Âyette geçen “feyemut = فَيَمُتْ = ve ölürse” ifadesinin başındaki “fâ” harfi takibiyedir. Bunun anlamı,ölümün irtidatın hemen sonrasında geliyor olmasıdır. Bununla birlikte herkes bilir ki irtidat eden irtidat ettiği için hemen ölmez. O halde takibiye anlamı, yani ölümün irtidatın hemen sonrasında gelmesi, ancak şer’i bir ceza olarak irtidat sebebiyle cezalandırılmaları yoluyla olur. Böylece ayet, mürtedin öldürülmesinin vücubuna delil olur.”[11]
Sünnet Delili
Buhari ve diğerlerinin İkrime’den rivayetine göre, halife Ali (r.a.)’a zındıklar getirildi ve o da onları yaktı. İbn Abbas durumdan haberdar olunca şöyle dedi: “Ben olsaydım onları yakmazdım. Çünkü Rasulullah bunu yasakladı ve şöyle dedi: Allah’ın azabıyla ceza vermeyin. Ben olsaydım onları öldürürdüm. Rasulullah şöyle demiştir: Dininden döneni öldürünüz.”[12]
“Müslüman bir kişinin öldürülmesi helal değildir. Ancak zina eden seyyib[13], cana karşı can ve dinini terk edip cemaatten ayrılan hariç”[14]
“Her hangi bir erkek İslam dininden dönerse onu İslam’a davet et. Tekrar Müslüman olursa oldu, olmazsa boynunu vur. Her hangi bir kadın İslam dininden dönerse onu İslam’a davet et. Tekrar Müslüman olursa oldu, olmazsa boynunu vur”[15]
İcmâ Delili
Mürtedin öldürülmesi hususunda icma oluştuğu söylenmektedir.[16]
Tevrat’ta Dinden Dönenin Cezası
Tesniye, Bab 13
- “Öz kardeşin, oğlun, kızın, sevdiğin karın ya da en yakın dostun seni gizlice ayartmaya çalışır, senin ve atalarının önceden bilmediğiniz,
- dünyanın bir ucundan öbür ucuna dek uzakta, yakında, çevrenizde yaşayan halkların ilahları için, ‘Haydi gidelim, bu ilahlara tapalım derse,
- ona uymayacak, onu dinlemeyeceksin. Ona acımayacak, sevecenlik göstermeyecek, onu korumayacaksın.
- Onu kesinlikle öldüreceksin. Onu önce sen, sonra bütün halk taşa tutsun.
- Taşlayarak öldürün onu. Çünkü Mısır’dan, köle olduğunuz ülkeden sizi çıkaran Tanrınız RAB’den sizi saptırmaya çalıştı.
- Böylece bütün İsrail bunu duyup korkacak. Bir daha aranızda buna benzer kötü bir şey yapmayacaklar.
- “Tanrınız RAB’bin yaşamanız için size vereceği kentlerin birinde, içinizden kötü kişiler çıktığını
- ve, ‘Haydi, bilmediğiniz başka ilahlara tapalım diyerek kentlerinde yaşayan halkı saptırdıklarını duyarsanız,
- araştıracak, inceleyecek, iyice soruşturacaksınız. Duyduklarınız gerçekse ve bu iğrenç olayın aranızda yapıldığı kanıtlanırsa,
- o kentte yaşayanları kesinlikle kılıçtan geçireceksiniz. Kenti yok edip orada yaşayan bütün halkı ve hayvanları kılıçtan geçireceksiniz.
- Yağmalanan malların tümünü toplayıp meydanın ortasına yığın. Kenti ve malları Tanrınız RAB’be tümüyle yakmalık sunu olarak yakın. Kent sonsuza dek yıkıntı halinde bırakılacak. Yeniden onarılmayacak.
- Yok edilecek mallardan hiçbir şey almayın. Böylece RAB’bin kızgın öfkesi yatışacak ve RAB atalarınıza içtiği ant uyarınca size acıyacak, sevecenlik gösterecek, sizi çoğaltacaktır.
- Çünkü Tanrınız RAB’bin sözünü dinleyeceksiniz. Böylece bugün size bildirdiğim buyruklara uyup O’nun gözünde doğru olanı yapmış olacaksınız.”
Çıkış, Bab 32
- Musa döndü, elinde antlaşma koşulları yazılı iki taş levhayla dağdan indi. Levhaların ön ve arka iki yüzü de yazılıydı.
- Onları Tanrı yapmıştı, üzerlerindeki oyma yazılar O’nun yazısıydı.
- Yeşu, bağrışan halkın sesini duyunca, Musa’ya, “Ordugahtan savaş sesi geliyor!” dedi.
- Musa şöyle yanıtladı: “Ne yenenlerin, Ne de yenilenlerin sesidir bu; Ezgiler duyuyorum ben.”
- Musa ordugaha yaklaşınca, buzağıyı ve oynayan insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı.
- Yaptıkları buzağıyı alıp yaktı, toz haline gelinceye dek ezdi, sonra suya serperek İsrailliler’e içirdi.
- Harun’a, “Bu halk sana ne yaptı ki, onları bu korkunç günaha sürükledin?” dedi.
- Harun, “Öfkelenme, efendim!” diye karşılık verdi, “Bilirsin, halk kötülüğe eğilimlidir.
- Bana, ‘Bize öncülük edecek bir ilah yap. Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz’ dediler.
- Ben de, ‘Kimde altın varsa çıkarsın’ dedim. Altınlarını bana verdiler. Ateşe atınca, bu buzağı ortaya çıktı!”
- Musa halkın başıboş hale geldiğini gördü. Çünkü Harun onları dizginlememiş, düşmanlarına alay konusu olmalarına neden olmuştu.
- Musa ordugahın girişinde durdu, “RAB’den yana olanlar yanıma gelsin!” dedi. Bütün Levililer çevresine toplandı.
- Musa şöyle dedi: “İsrail’in Tanrısı RAB diyor ki, ‘Herkes kılıcını kuşansın. Ordugahta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün.’”
- Levililer Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü.
İncil’de Dinden Dönenin Cezası
Pavlus’un İbranilere Mektubu 10. Bölüm
Musa’nın yasasını hiçe sayan bir kimse, iki ya da üç tanığın sözü üzerine acımasızca öldürülür.
Yuhanna 15
Bir kimse bende kalmazsa, çubuk gibi dışarı atılır ve kurur. Böylelerini toplar, ateşe atıp yakarlar.
Hadislerde Dinden Dönmenin Cezası
“Kim dinini değiştirirse onu öldürünüz.”[17]
“Müslüman bir kişinin öldürülmesi helal değildir. Ancak zina eden seyyib[18], cana karşı can ve dinini terk edip cemaatten ayrılan hariç”[19]
“Her hangi bir erkek İslam dininden dönerse onu İslam’a davet et. Tekrar Müslüman olursa oldu, olmazsa boynunu vur. Her hangi bir kadın İslam dininden dönerse onu İslam’a davet et. Tekrar Müslüman olursa oldu, olmazsa boynunu vur”[20]
Kur’ân’a Göre Dinden Dönenin Cezası
Kur’ân’da irtidat kelimesi fiil kalıbıyla sekiz yerde geçer. Bunların dördü, çeşitli kelimelerle birlikte, tekrar görmeye başlamak,[21] izleri takip ederek geri dönmek,[22]göz kırpmak[23] gibi anlamlara gelir. Konumuzla ilgili olarak ise, ikisi “dübür” kelimesiyle birlikte arkasını dönmek,[24] ikisi de “din” kelimesiyle birlikte dinden dönmek[25] olarak terim anlamında kullanılmaktadır. Bu ayetleri incelemeden önce, Tevrat ve incil’de geçen, dinden dönenin öldürüldüğüne dair hükmün Kur’ân’dan izini sürmek istiyoruz.
Bakara suresinin 54. ayeti, Tevrat’ta geçen, dinden dönenlerin öldürülmesi gerektiğine dair hükmü tasdik etmektedir:
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ اَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُٓوا اِلٰى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْۜ فَتَابَ عَلَيْكُمْۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
“Bir gün Musa halkına şöyle seslenmişti: “Ey halkım! Siz o buzağıya tutulmakla kendinizi kötü duruma düşürdünüz. Hemen Yaratıcınıza tevbe edin, sonra kendinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir”. Arkasından Allah tevbenizi kabul etmişti. O, tevbeleri kabul eder, ikramı boldur.” (Bakara 2/54)
İsrailoğulları, Musa (a.s.)’ın öncülüğünde pek çok sıkıntıdan kurtuldular. Bu onlara Allah’ın büyük bir lutfuydu. Kendilerine yapılan bu büyük lutfun karşılığı olarak onların dinden dönmelerinin cezası büyük olmalıdır. Bu ceza Tevrat ve İncil’de anlatılan ve Kur’ân’da da tasdik edilen ölüm cezasıdır.
Musâ (a.s.) ümmetini bu konuda uyarmıştır. İlgili ayet şöyledir:
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّت۪ي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ
“Ey kavmim, Allah’ın size yazgısı olan şu kutsal toprağa girin; gerisin geri dönmeyin; yoksa elinizde ve avucunuzda olanı kaybedersiniz.” (Mâide 5/21)
Şu ayet ise bu hükmün bizden kaldırıldığını göstermektedir:
وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ
“Şayet onlara “Kendinizi öldürün” veya “yurdunuzdan çıkın” diye emretseydik, pek azı dışındakiler bunu yapmazlardı. Ama kendilerine verilen öğüt ne olursa olsun, onu yapsalardı onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu.” (Nisa 4/66)
Bu hükmün kaldırıldığına dair pek çok ayet vardır. Dinden dönenlerle ilgili olarak Kur’ân’da geçen ayetler şunlardır:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
“Ey imân edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine bir toplum getirir; o onları sever, onlar da onu severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı sert olurlar. Allah yolunda savaşa atılır, kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın vergisidir, onu hak edene verir. Allah’ın imkânları geniştir, her şeyi bilir..” (Mâide 5/54)
Yukarıdaki ayette geçen Allah onların yerine bir toplum getirir ifadesini şu ayetle birlikte okumalıyız:
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تُدْعَوْنَ لِتُنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ فَمِنْكُمْ مَنْ يَبْخَلُۚ وَمَنْ يَبْخَلْ فَاِنَّمَا يَبْخَلُ عَنْ نَفْسِه۪ۜ وَاللّٰهُ الْغَنِيُّ وَاَنْتُمُ الْفُقَـرَٓاءُۚ وَاِنْ تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْۙ ثُمَّ لَا يَكُونُٓوا اَمْثَالَكُمْ
“İşte sizler! Allah yolunda harcama yapmaya çağrılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik yapıyorsunuz. Her kim cimrilik ederse kendisi için cimrilik etmiş olur. Allah zengin, siz fakirsiniz. Eğer yüz çevirirseniz yerinize sizin dışınızda bir toplum getirir. Sizin gibi olmazlar.” (Muhammed 47/38)
Yani, insanlar dinlerinden dönerlerse bu onların kendi tercihleridir. Bu dünyada kendi tercihleri üzere yaşarlar ve bir gün ölürler. Hesapları Ahirete kalır. Onların ardından, Allah’ın koyduğu kurallara göre onlardan daha iyi olanlar gelir.
Mukatil b. Süleyman’ın (ö. 150/767) bildirdiğine göre 12 kişi Müslüman iken kâfir olmuşlar, düşünceli bir şekilde Medine’den çıkmış, Mekke yolunu tutmuşlar ve Mekke kâfirlerine karışmışlardı. Sonra içlerinden Haris b. Süveyd pişman olup geri döndü ve kardeşi Cülâs’a haber gönderdi: “Ben tevbe ederek geri döndüm, Peygamberden öğren bakalım, tövbeye hakkım var mı, yoksa Şam’a giderim” dedi. Cülâs durumu Allah’ın Elçisi’ne bildirdi ama cevap alamadı. Sonra şu âyetler indi:[26]
كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْماً كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ وَشَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“İnandıktan sonra kâfir olan bir topluma, Allah hiç dirlik ve düzenlik verir mi? Bunlar, kendilerine açık belgeler gelince o Elçi’nin doğru olduğuna şahit olmuş kimselerdir. Allah yanlışlar içinde olan bir topluluğu yola getirmez. Onlar var ya, onların cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir. Sürekli o lanet içinde kalırlar. Sıkıntıları hafifletilmez; onlara göz de açtırılmaz. Ama olup bitenden sonra tevbe edip durumunu düzeltmiş olanlar başka. Çünkü Allah çok bağışlar ve ikramı boldur.” (Al-i İmran 3/86-89)
88. ayette geçen “الْعَذَابُ = el-azab” kelimesi, 87. ayette geçen Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lanetini göstermektedir. Kelimenin başındaki“ال= el” marifedir ve ahd içindir; 87. ayetteki mahuda işaret etmektedir.
Tevbe suresinin 74. ayetinde dinden dönme suçu işleyenlerle ilgili azab kelimesi nekre olarak “عَذَابًا اَل۪يمًا = azaben elimen” şeklinde zikretmiştir. Ayet şöyledir:
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ مَا قَالُواۜ وَلَقَدْ قَالُوا كَلِمَةَ الْكُفْرِ وَكَفَرُوا بَعْدَ اِسْلَامِهِمْ وَهَمُّوا بِمَا لَمْ يَنَالُواۚ وَمَا نَقَمُٓوا اِلَّٓا اَنْ اَغْنٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَاِنْ يَتُوبُوا يَكُ خَيْراً لَهُمْۚ وَاِنْ يَتَوَلَّوْا يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ عَذَاباً اَل۪يماً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَمَا لَهُمْ فِي الْاَرْضِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
“Söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar ama kendilerini kâfir yapan sözü gerçekten söylediler ve Müslüman olmalarından sonra kâfir oldular. Üstelik başaramayacakları bir işe giriştiler. O yanlış işin sebebi olsa olsa, Allah’ın ve Elçisinin onları cömertçe zenginleştirmesidir. Tevbe ederlerse kendileri için iyi olur. Ama eğer yüz çevirmeye devam ederlerse Allah onları hem dünyada hem de Ahirette acıklı bir azaba uğratacaktır. Yeryüzünde onlar için artık ne bir koruyucu ne de yardımcı bulunur.” (Tevbe 9/74)
Ayette geçen “فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ ” ifadesi, bu azabın dünya ve ahirette olacağını göstermektedir. Âl-i İmran suresindeki ayette geçen ve marife olan “el-azab” ise o azabın dünyadaki kısmını anlatmaktadır. 88. ayetteki خَالِد۪ينَ ف۪يهَا ifadesi onların o lanet içerisinde hayatları boyunca kalacaklarını gösteriyor. Çünkü 89. ayette onlara tanınan tevbe fırsatı azabın sona erme ihtimalini göstermektedir ki bu da o azabın dünyada olmasını gerektirir. Ayette tevbeden sonra gelen ıslah ifadesi ise, mezheblerin dediği gibi tevbe müddetinin birkaç gün değil, kişinin durumunu düzeltip ıslah olmasından sonra olduğunu ifade etmektedir. Çünkü kafa karışıklığı yaşayan ve bundan dolayı irtidat eden bir kişinin zihnini toparlayıp durumunu düzeltmesi genelde uzunca bir zaman gerektirir.
Dinden dönüp kâfir olana, insanların uygulayacağı bir ceza yoktur.Onun cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir. Dünyadaki lanet bu insanların dışlanması, iç işlerine karıştırılmamaları, bir takım imkânlardan mahrum bırakılmaları olarak düşünülebilir. Tevbe eden olursa lanetten kurtulur. Hüküm bu olduğu halde mezheplerin, dinden döneni öldürme konusunda ittifak etmelerinin sebebini siyasi baskılarda aramak gerekir.
Âl-i İmran suresinin 90 ve 91. ayetleri şöyle devam etmektedir:
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ۟
“İnandıktan sonra kâfir olan, sonra kâfirliklerini sürekli artıranlar var ya, onlar tevbeleri kabul edilmeyecek kimselerdir. İşte asıl sapıklar onlardır. (İnandıktan sonra)[27] Kâfir olan ve kâfir olarak ölenler; yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye verseler bile kabul edilmez. Onların payına düşen elem verici bir azaptır. Onlara yardım edecek biri de olmayacaktır.” (Al-i İmran 3/90-91)
Ayetlerde inandıktan sonra kafirlik eden ve küfrünü artıranlardan bahsedilmektedir. Bunlar tevbe etmeyip de bu hal üzere ölürlerse sonları cehennem olacaktır. Demek ki tevbe bu insanları kurtaracaktır ama bu tevbenin zamanının geçmemesi gerekir. Zamanı geçirilen tevbenin etkili olmayacağına dair şu ayet önemlidir:
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
“Kötülükleri işlemeye devam eden, ölüm gelip çatınca da; “Ben şimdi tevbe ettim” diyenlerin tevbesi tevbe değildir. Kâfir olarak ölenlerin tevbesi de tevbe değildir. Onlar için elem verici bir azap hazırlamışızdır.” (Nisâ 4/18)
Firavunun tevbesi de aynı gerekçe ile kabul edilmemiştir.[28]
Mukatil b. Süleyman’ın yaptığı rivayette adı geçen Haris b. Süveyd’in, irtidat ettikten sonra öldürülme korkusu yaşamasının ardında, o günkü toplumda dinden dönenlerin öldürüldüğüne dair bilgi ve uygulamanın olduğu düşünülebilir. Rivayet doğruysa, Rasulullah’ın bir süre cevap vermeyip beklemesi, konuyla ilgili yeni bir hükmün gelmemesi ve önceki hükmün devam ediyor olmasıyla ilgili olabilir.
Bir başka ayet şöyledir:
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ ف۪يهِۜ قُلْ قِتَالٌ ف۪يهِ كَب۪يرٌۜ وَصَدٌّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌ بِه۪ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه۪ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۚ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِۜ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ د۪ينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُواۜ وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَـالِدُونَ
“Sana haram ayını, o ayda yapılan savaşı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük suçtur. Ama Allah’ın yolundan engellemek, o yolu görmezlikten gelmek, Mescid-i Haram’dan engellemek ve halkını oradan çıkarmak Allah katında daha büyük suçtur. Fitnenin sıkıntısı savaştan büyüktür. Onların gücü yetse, sizi dininizden çevirinceye kadar savaşa devam ederler. Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, böylelerinin çalışmaları dünyada da ahirette de boşa çıkar. Onlar cehennem halkıdır. Orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara 2/217)
Âyette, İslam dininden dönen ve bu hal üzere yani kâfir olarak ölenin, dünyada ve Ahirette amellerinin boşa çıkacağı bildirilmektedir. Ancak bu kişi yaptığı yanlıştan döner, tevbe eder ve durumunu düzeltirse dünyadaki amellerini ve ahiretini kurtarmış olur. Bir kişinin tevbe etmesi ve durumunu düzeltmesi çoğu zaman birkaç gün değil aylar belki yıllar alır.
Ayette geçen “فَيَمُتْ = ve ölürse” ifadesinin başındaki “fâ” harfi takibiye değildir. Benzer bir ayet şöyledir:
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
“O’dur sizi yaratan. İçinizden kafirlik edenler de vardır, mümin olanlar da. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (Tegabün 64/2)
Şayet yukarıdaki ayette geçen “fâ” takibiye olsa, her insanın doğar doğmaz mümin ya da kafir olması gerekir ki bu aklen mümkün değildir.
Bir başka ayet şöyledir:
اِنَّ الَّذ۪ينَ ارْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَىۙ الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْۜ وَاَمْلٰى لَهُمْ
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذ۪ينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ سَنُط۪يعُكُمْ ف۪ي بَعْضِ الْاَمْرِۚ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِسْرَارَهُمْ
فَكَيْفَ اِذَا تَوَفَّتْهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَٓا اَسْخَطَ اللّٰهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ۟
“O kimseler ki, gerçek kendileri için ortaya çıktıktan sonra, geriye dönerler, bunlara şeytan kötü tavırlarını güzel göstermiştir, mühlet de vermiştir. Çünkü bunlar, Allah’ın indirdiği âyetlerden hoşlanmayanlara “bazı konularda sizinle beraber hareket edeceğiz” derler. Onların içlerinde asıl gizlediklerinin ne olduğunu Allah bilir.Melekler onları vefat ettirdikleri zaman ne olacak? Yüzlerine ve arkalarına vura vura. Çünkü onlar, Allah’ın rızası olmayan şeyi yaptılar, O’nun rızası olandan hoşlanmadılar. Allah’ta onların bütünamellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed 47/25-28)
Dinden dönme konusu Kur’ân’da irtidat kelimesi dışındaki ifadelerle de geçmektedir. Biri şöyledir:
اَمْ تُر۪يدُونَ اَنْ تَسْـَٔلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّاراًۚ حَسَداً مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
“Yoksa siz de elçinizden, daha önce Musa’dan istenen şeylere benzer isteklerde bulunmayı mı arzu ediyorsunuz? Her kim imanı kâfirlikle değiştirirse, düz yoldan çıkmış olur. Kitap verilenlerin çoğu, bir yolunu bulup sizi, inanmanızdan sonra kâfirler haline getirmek isterler. Gerçekler onlar için açık hale gelince içten içe kıskandıkları için böyle yaparlar. Onlara ilişmeyin, Allah’ın emri gelinceye kadar gözyumun. Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/108-109)
Kur’ân’a Göre Din Hürriyeti
Kur’ân, insanlara din konusunda hürriyet vermiştir.[29] Dinde zorlama yoktur.[30] Allah’ın Elçileri, insanlara tebliğ faaliyetinde bulunurlar.[31] Uyarır, müjdeler[32] ve hatırlatırlar[33] ama baskı yapamazlar.[34] Allah’ın Elçisi’ne hitaben “Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, fakat gayret göstereni Allah hidayete erdirir”[35]buyrulmaktadır. Yüce Allah, kendisi ile ilgili olarak kulların haddi aşması ve hakarette bulunmalarına rağmen onlara yaşama hakkı vermekte ve hesabı Ahirete bırakmaktadır.[36] Kur’ân’da, insanların inandıktan sonra tekrar tekrar küfre düşebilecekleri bildirilmekte[37], doğruları göstererek ve güzel sözle onların yeniden Allah’ın yoluna davet edilmesi emredilmektedir.[38]
Dünyadaki imtihan gereği Ehl-i Kitab’tan ve müşriklerden rencide edici sözler işitileceği, bunlara sabredilmesi gerektiği ve nihayetinde “bizim amellerimiz bize sizin amelleriniz size”, “sizin dininiz size benim dinim bana” denilmesi istenmektedir.[39] Kur’ân’ın hedeflediği erdemli bir toplumun oluşabilmesi için, inanç hürriyetinin olması, inanmayanların açıkça bu düşüncelerini dillendirebilmeleri gerekir. İnanç hürriyetinin olmadığı bir toplumda, insanların inandıklarını beyan etmelerinin anlamı ve değeri olmayacağı gibi dahası münafıkların çoğaldığı bir toplum meydana gelecektir. Sonuç olarak denebilir ki, Kur’ân’ın öngördüğü iman, baskı ile değil, tefekkür, tezekkür ve tam bir tatmin duygusu sonucu oluşan imandır[40]
Kur’an’daki din hürriyetinin önceki ilahi kitaplarda da olması gerektiği düşünülürse Tevrat ve İncil’de, dinden dönenlerin öldürülmelerine dair hükmün, yeryüzünde fesad çıkartma amaçlı olduğu söylenebilir. Nitekim Mâide suresinin 32. ayetinde yeryüzünde fesad çıkartmak, öldürülmelerinin sebebi olarak görülmektedir. Benzer bir durum Musa (a.s.) ile Hızır olduğu rivayet edilen melek kıssasında da mevcuttur.[41] Öte yandan, böylesi bir hükmün, kendilerine yapılan pek çok lütuf dolayısıyla İsrailoğulları’na mahsus olduğu da düşünülebilir.
Sonuç
Tevrat ve İncil’e göre dinden dönenlerin öldürülmesi gerekir. Allah’ın Elçisi, henüz vahiy inmeyen hususlarda önceki şeriatlara uymakla emrolunduğu için, bir müddet dinden dönenlerin öldürülmesine hükmetmiştir. Kendisinden bu yönde rivayet edilen hadisler, bunun varlığını göstermektedir. Ancak daha sonra bu hüküm Kur’ân ile neshedilmiştir. Aslında gelenek farkında olmadan, recm konusunda olduğu gibi dinden dönenin öldürülmesi konusunda da önceki şeriatların hükmünü devam ettirmektedir. Bunun temelinde, meselelere Kur’ân merkezli bakmama alışkanlığı vardır. Geleneğe göre sünnet, müstakil bir delil kabul edildiği için, hadisler Kur’ân bağlamında düşünülmemekte, Kur’ân’da olmadığı söylenen pek çok şeyin sünnetle düzenlendiği kabul edilmektedir. Böylece, Kuran ve sünnette birbirinden farklı iki hüküm görüldüğünde her iki hükmün de bir meselenin farklı yönlerini düzenlediği düşünülebilmektedir. Gelenekte Kur’ân-Sünnet ilişkisi bozulmuş, Sünnet, müstakil bir delil kabul edilmiş, mürtedin öldürülmesinde olduğu gibi birçok konuda tarihi arka plan göz ardı edilerek, Kur’ân’a ters düzenlemeler yapılmıştır. Bu tavır, müslümanları hayatın dışına itmiştir.
Konuyla ilgili dersler için bkz.
http://www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-muzakereleri/2011/inanc-ozgurlugu.html
http://www.kurandersi.com/kuran-sohbetleri/2011/bakara-suresi-178-179.-ayetler-olum-cezasi.html
Notlar:
[1] Ahkaf 46/9.
[2] Şura 42/13.
[3] Âl-i İmrân 3/2-3, 50.
[4] Enam 6/90.
[5] Bakara 2/106.
[6] Abdulaziz Bayındır, Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, 3. baskı, s. 296 vd.
[7] Serahsî, el-Mebsut, X, 98; Kâsânî, Bedai, VII, 134.
[8] Meydânî, el-Lübab, IV, 148; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 448; Şirbînî, Muğni’l-muhtac, 149 vd.;İbn Kudâme, el-Muğni, VII, 124.
[9] Muğni’l-muhtac, 149 vd.; Muğni, VII, 124.
[10] Serahsî, el-Mebsût, X, 98.
[11] İbn Aşur, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, 2/272.
[12] Buhari, İstibane, 2.
[13] Nikahlanıp ilişkiye giren erkek ya da kadın zina ettiğinde evli veya dul olabilir. Seyyib kelimesi her iki durumu da ihtiva etmektedir.
[14] Buhari, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 6.
[15] Zeylaî, Nasbü’r-raye III, 457.
[16] Muğni, X, 72.
[17] Buhârî, Cihad 149, İstitâbe 2; Ebû Dâvud, Hudûd 1; Tirmizî, Hudûd 25; Nesâî, Tahrîm 14; İbn Mâce, Hudûd 2; Ahmed bin Hanbel, I/2, 7, 28, 282.
[18] Nikahlanıp ilişkiye giren erkek ya da kadın zina ettiğinde evli veya dul olabilir. Seyyib kelimesi her iki durumu da ihtiva etmektedir.
[19] Buhari, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 6.
[20] Zeylaî, Nasbü’r-raye III, 457.
[21] Yusuf 12/96.
[22] Kehf 18/64.
[23] İbrahim 14/43; Neml 27/40.
[24] Maide 5/21; Muhammed 47/25.
[25] Bakara 2/217; Maide 5/54.
[26] Tefsîru Mukatil b. Süleyman, Tahkik: Ahmed Ferîd, Beyrut 1424/2002, c. 1, s. 180-181.
[27] Al-i İmran 106
[28] Yunus 10/90-91
[29] Kehf 18/29.
[30] Bakara 2/256.
[31] Nahl 16/35.
[32] Maide 5/19.
[33] Gaşiye 88/21
[34] Gaşiye 88/21-26.
[35] Kasas 28/56.
[36] Âl-i İmrân 3/181; Yâ Sin 36/47, Meryem 19/88 vd.
[37] Nisa 4/137.
[38] Nahl 16/125.
[39] Âl-i İmrân 3/186; Kasas 28/55; Kâfirun, 109/1 vd.
[40] Enam 6/149.
[41] Kehf 18/80.