Kur’an üzerinde bir kişinin tek başına çalışma yapması, günümüz ilahiyat akademisyenlerinin ve araştırmacılarının benimsemiş oldukları ve sık sık eleştirdiğimiz yaygın bir durumdur. Bu durum, çalışan kişinin Allah’ın öğrettiği “Kur’an’ı anlama metodu”nu uygulamadığının veya yanlış ya da eksik uyguladığının en önemli göstergesidir. Tek başına çalışan kişi yaptığı yanlışı göremeyeceği için gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemekle işe başlamış olabilmektedir. Yine bu kişi çoğunlukla Allah’ın istediği metodu uygulamak yerine ve çoğu zaman da o metodu uyguladığı yanılgısıyla aslında kendine ait bir yöntemle Allah’ın kitabını anlamaya çalışmaktadır. Oysa bu, Rabbimizin asla cevaz vermediği bir tutumdur. Bu tutum, Kur’an’ı o kişinin kendisinin açıklaması anlamına gelir ki Allah, Nebîsinin bile Kur’an’ı açıklamaya yetkili olmadığını açıkça dile getirmektedir:
Elif! Lâm! Râ! Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem kılınmış hem de doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. (Hûd 11/1)
Üstelik Kur’an’ı Allah’tan başkasının açıklamasına izin verilmemesinin çok hassas bir sebebi vardır:
Böyle olması, Allah’tan başkasına kul olmayasınız diyedir… (Hûd 11/2)
Nitekim Rabbimiz, Kitabını doğru okuma ve anlama ilmini (1) çok sayıda ayetle detaylandırmakta (2) ve Kur’an üzerinde nebiler de dahil olmak üzere doğru hükme (hikmete) ulaşma amacıyla çalışma yapan herkese bu metodu ayrıntılarıyla öğretmektedir. Bununla da kalmayıp bu çalışmanın ekip halinde yapılması gerektiğini yine metodunu detaylandırdığı bir ayette dile getirmektedir:
Bu bir kitaptır ki ayetleri, bilenler topluluğu için Arapça kur’ânlar (kümeler) halinde açıklanmıştır. (Fussilet 41/3)
Nebîmizin de Kur’an’dan hikmeti çıkarabilmek için ekip halinde çalıştığını ayetlerden görebilmemiz mümkündür:
Ey içine kapanan kişi! Az bir kısmı dışında gece kalk! Ya gecenin yarısı kadar ya yarısından biraz az, ya da yarısından fazla bir süre kalk da Kur’ân’ı yavaş yavaş ve düşünerek oku! (Müzzemmil 73/1-4)
Nebimizin bu ayetlerde şahsına verilen emri, bir ekiple çalışarak yerine getirdiğini aynı surenin son ayetinden öğreniyoruz:
Senin ve seninle beraber olanlardan bir kısmının, gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini uyanık geçirdiğini Rabbin elbette biliyor… (Müzzemmil 73/20)
Ancak tüm bu ayetlere rağmen ne yazık ki İslam ulemâsı geçmişte ve günümüzde kendi başlarına çalışmayı tercih etmiş ve etmektedir. Doğal olarak da Kur’an açısından kabul edilmeyen bu durumun çoğu zaman hazin sonuçları olmaktadır.
Yazımızda yalnız çalışmayı tercih etmenin doğurduğu sıkıntılı sonuçların tipik örneklerinden birini Mehmet Okuyan’ın bir kitap çalışması üzerinden vermeye çalışacağız. Burada amacımız tenkîd etme ya da yerme değil, uyarma görevimizi yerine getirme ve Allah’ın emri olan Kur’an üzerinde ekipler oluşturarak çalışma konusunda hatırlatma yapmaktır.
Prof. Okuyan, seri halinde yayınlayacağını anladığımız Kıssalar Ne Söyler isimli çalışmasının ilk kitabı olan Yaratılış ve Hz. Adem kitabında, Adem – İblis kıssasını ele alırken, meleklerin secde etmesi konusunda bir takım açıklama ve yorumlarda bulunmaktadır. Hocamızın zihninde oluşturduğu ve ulaşmak istediği sonuca göre, ilgili ayetlerde melekler Adem’e değil, Allah’a secde etmişlerdir. Ancak kendisi bu konuyu açıklarken hem bir takım Kur’an’a aykırı olduğunu göstereceğimiz bilgiler vermekte hem de bir kaç sayfa sonra kendi yazdığı satırlarla çelişmektedir.
Okuyan, kitabının 115. sayfasında yer alan “Secde” başlıklı bölüme şu ifadelerle başlamaktadır:
“‘Meleklere, Adem’e secde edin’ şeklinde yorumlanan âyeti anlayabilmemiz için öncelikle ilgili âyetler ve secdenin tanımı üzerinde durmalıyız. اسجدوا لآدم ibaresinde li edatı kullanılıyor. Denebilir ki ‘Secde kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de daima ‘lam’ edatıyla kullanılır.’ Bu yanlış bir yaklaşımdır; secde emrinin lâm edatsız kullanımları da Kur’an’da mevcuttur. Bu âyeti ele alırken kullanılan edatı görmek ve bunu anlama, meale, tercümeye yansıtmak durumundayız. Âyeti ‘Adem’e secde…’ olarak değil, ‘Âdem için secdeye kapanın’ şeklinde ele aldığımızda anlam tamamen değişiyor. ‘Adem için secdeye kapanın’ denince maksat değişir.”
Mehmet Okuyan, Kıssalar Ne Söyler -1- Yaratılış ve Hz. Adem, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2017, s: 115
Yukarıda alıntıladığımız bölümde Mehmet Okuyan, secde kelimesinin “lam – ل” harfi olmaksızın kullanımının da Kur’an’da mevcut olduğunu söylemekte ancak bu iddiasını bir ayetle delillendirmemektedir. Kitabın sadece bu sayfasında bile ayetlerle ilgili delil göstermek gerektiğinde tam üç yerde dipnot veren hocamız, nedense bu konuda bir dipnot vermemekte, iddiasını ispatlamaya gerek duymamaktadır. Oysa sadece dört satır sonra “Secde kavramı namazın bir rüknü olarak Kur’an’da zikredilmektedir.” ifadesini hemen bir dipnotla delillendirmekte ve o konuyla ilgili 4 ayeti dipnotta vermektedir. Yani kitabın tamamında, iddialarını destekleyen ayetleri dipnotlarda belirtmeyi üslup olarak benimsemektedir ki olması gereken de budur. Ancak “secede – سجد” fiilinin “lam – ل”sız kullanımı ile ilgili iddiasına dair herhangi bir delil göstermemektedir. Çünkü aslında iddia ettiği gibi bir kullanım Kur’an’da yoktur.
Konuyu Arapça bilenler için biraz açmamız gerekmektedir. Arapça’da bazı fiiller mutlaka bir takım “harf-i cerr” denen harflerle kullanılırlar. Bu harfler cümlede mef’ûl yani tümleç bulunuyorsa o mef’ûl ile birlikte kullanılırlar. Bunu İngilizce üzerinden anlatmamız gerekirse; bir kişinin emir kipinde “bak!” demek için sadece “look” demesi yeterlidir. Ancak bu cümlede, “bakılacak yer” yani tümleç, yani mef’ûl kullanılacaksa bu fiil mutlaka “at” ile birlikte kullanılır. Yani “bana bak” denilecekse mutlaka “look at me” denilmesi gerekmektedir. Bu kullanımın bir istisnası yoktur.
Arapça’daki “secede” fiilinin kullanımı da bu şekildedir. Eğer cümlede “secede سجد” kökünden türemiş bir fiil için mef’ûl yani tümleç kullanılacaksa “lam” harf-i ceri ile birlikte kullanılması zorunludur. Kur’an’da ve Arap dilinde bunun bir istisnası bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle secdenin kime/neye yapılacağının belirtildiği bir cümlede “lam” harfinin kullanılmadığı görülmemektedir ki zaten bu, dil bilgisi açısından da böyle olmak zorundadır. Dolayısıyla Mehmet Okuyan’ın bu paragraftaki iddiasının hiçbir dayanağı yoktur. Kur’an’da secde fiilinin mef’ûl alıp da “lam” harfi almaksızın kullanıldığı bir yer yoktur (3). Mef’ûl almadığı yerlerde ise zaten harf-i cer kullanımından söz edilemez.
“Lam ل” harfi bir fiile bağlı olmaksızın, yani tek başına kullanıldığında “için” anlamına gelen bir edattır. Harfin Mehmet Okuyan’ın ele aldığı ayetlerde “için” anlamına gelebilmesi yani fiilden bağımsız bir edat olarak okunabilmesi için tek şart “secede سجد” fiilinin “lam”sız kullanılabilmesidir. Fiilin böyle bir kullanmı mümkün olmadığına göre Mehmet Okuyan’ın “lam” harfine “için” anlamı vermesinin dayanaksız kaldığını söylememize gerek yoktur.
Ayrıca bir an için “lam” harfinin “için” manasına da gelebileceğini farz etsek bile Mehmet Hocaya bizi bu anlama götürecek karinenin ne olduğunu sormamız gerekecektir. Yani “lam” harfinin meleklerin Adem Aleyhisselama secde etmesi ile ilgili kullanıldığı ayetlerde “için” manasına geldiğine kim, ne hakla, hangi gerekçeyle karar verebiliyor? İlgili bölümde bu sorumuz da yanıtsız bırakılmıştır. Ancak Allah’ın kitabı için keyfîlik, her okuyanın kendine göre anlaması, anlamlandırması ve yorumlaması gibi durumlar asla düşünülemez. Halbuki eğer iddia edildiği gibi bu ifade Adem için Allah’a secdeden bahsediyor olsaydı, secde kelimesinin harf-i ceri olan “lam” harfinin başka hiçbir ayette ve Arapça’da “için” anlamına gelmemesinden dolayı ifadenin اسجدوا لله لآدم (Adem için Allah’a secde edin) şeklinde açıkça beyan edilmesi gerekirdi. Oysa ayetlerde sadece اسجدوا لآدم = Adem’e secde edin ifadesi kullanılmaktadır.
Görülüyor ki alıntıladığımız bölümde konuya, Meleklerin Adem’e secde etmesinin bir “yorum” olduğunu söyleyerek başlamak sonuçları düşünülmemiş bir cesaretin veya Arap dil kuralları göz ardı edilerek varılmış bir ön kabulün eseridir. Nitekim Prof. Okuyan şu ifadelere yer vermektedir:
“Hz. Adem’i bu şekilde dizayn ettiği için, varlık olarak fıtrat noktasında farklılıklar meydana getirdiği için ve meleklerin bilemediği şeyler onda Cenab-ı Hakk tarafından var edildiği için, Rabbimiz meleklerden insanın bu ayrıcalıklı noktalarına atfen, meleklere yönelik olarak gelen secde emrini içeren cümle ‘onu bu şekilde bilgi sahibi kılan Allah’a secde edin…’ demektir. Bu secdeyi Hz. Adem’e yapılan değil, Adem için yapılan secde olarak algılamak durumundayız. Adem için secde yapılması da onun bilmesi, bilen biri olarak dizayn edilmesi sebebiyledir. Bilginin asıl sahibine secde ediyoruz ve buradan bugüne dair sonuç çıkartıyoruz.”
a.g.e. s:117
Bu bölümde “bilginin asıl sahibine secde ediyoruz” ifadesiyle iddia edilenin aksine secde emri ayette bize değil, meleklere veriliyor. Ayrıca yukarıda anlattığımız sebeplerden ötürü ayetlerde meleklere verilen emir, “Adem için, bilginin sahibi olan Allah’a” değil, bizzat “Adem’e” secde etmeleridir. Ayetleri bunun dışında bir şekilde anlamamız ancak önceden belirlediğimiz bir sonucu, ayetlere söyletme çabamızla mümkün olabilir. Bu da Allah’ın kitabına asla yapılmaması gereken bir muameledir.
Tüm bu açıklamalarımızdan daha garip olanı, kitapta hiç gerek yokken, secde kelimesinin her zaman şekilsel bir eğiliş değil, boyun eğme manalarında kullanıldığının ispatlanmaya çalışılmasıdır (4). Gerçekten de pek çok ayette “boyun eğme”, “saygı gösterme” anlamında kullanıldığı aşikâr olan secde ifadesinin bu anlamının, yukarıdaki “Adem için Allah’a secde” iddiasını destekleyecek hiçbir yönü bulunmamaktadır. Aksine meleklerin Adem’e secde etmelerinin ondaki Allah’ın verdiği üstünlüğe “saygı göstermeleri” olarak anlaşılması, secdenin Mehmet Hocanın iddia ettiği gibi Allah’a değil, Adem’e yapıldığına delil olur. Ancak kitapta daha da ilginç bir durum, secde kelimesinin boyun eğme, saygı gösterme anlamlarında kullanıldığı ayetler verilirken karşımıza çıkmaktadır. Zira Mehmet Okuyan konuyu şu şekilde anlatmaktadır:
“Mesela Hz. Yusuf’un kıssasının başında ve son bölümünde bu kavram geçer. Kıssanın başında إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَا أَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ ‘Bir zamanlar Yusuf babasına (Ya’kub’a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm’”
a.g.e s: 117
Dikkat edilirse ayetin Arapça metninde secede fiili mef’ûl almış, yani secdenin kime yapıldığı belirtilmiş ve “lam” harfi kullanılmıştır. Mehmet Hoca ayete meal verirken doğru olanı yapmış ve “onları bana secde ederlerken gördüm” ifadesini kullanmıştır. Ancak eğer yukarıdaki iddiasına sadık kalsaydı ayete, “onları benim için (Allah’a) secde ederlerken gördüm” şeklinde meal vermesi gerekirdi. Bu durum, meleklerin Adem Aleyhisselama secdesi konusunda “lam” harfine “için” manası vermesinin bir temeli bulunmadığını göstermiş olmaktadır. Çünkü her iki ayette de secde kelimesinin kullanımında tamamen aynı gramer kuralları işlemiştir. Buna rağmen Mehmet hoca istediği yorumu yapabilmek için ayetlerin birinde işlettiği kuralları diğernde işletmemiştir.
Hatta Yusuf Suresi’nin sonunda geçen secde ifadesinde de aynı dil kuralları işletildiği halde Mehmet Hoca yine ayete kendi iddiası doğrultusunda anlam vermeyi tercih etmektedir:
“Mesela Yusuf kıssasının sonunda 100. ayette وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا ‘Ana ve babasını tahtın üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar.’ Bu ayette de sözü edilen secde, insana secde değildir. Buradaki secde ifadesi ‘saygı göstermek’ anlamındadır.”
a.g.e s: 119
Görüldüğü üzere ayetin Arapça metninde secde fiili ve lam harf-i cer’inin kullanımı bakımından Yusuf Suresinin başındaki ayetle hiçbir fark olmamasına rağmen, Mehmet hoca tamamen keyfî bir yorumla secdenin insana yapılmadığını söylemekte ve ayete “onun için (ona kavuştukları için)” anlamını vermektedir. Üstelik paragrafın sonunda da buradaki secde ifadesinin “saygı göstermek” anlamında olduğu vurgulanmakta, sanki bu yüzden bu anlam tercih edilmiş gibi yapılmaktadır. Oysa secde ifadesinin saygı gösterme anlamına gelmesi secdenin Allah’a değil, insana yapıldığının delili olur. Yani Yusuf Aleyhisselam’ın anne, baba ve kardeşleri Allah’a değil, Yusuf Aleyhisselam’a saygı göstermektedirler. Zaten baştaki ayette görüldüğü bildirilen rüyanın gerçekleşmesi de ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Yani baştaki ayette “bana secde ettiklerini gördüm” deyip, sondaki ayette “ona kavuştukları için Allah’a secde ettikleri” manasını uygun görmek, ayetler arasındaki konu bütünlüğüne de zarar vermektedir.
Meleklerin Adem Aleyhisselama secde emri aldıklarını bildiren ayetlerden biri olan Bakara Suresi 34. ayet şöyledir:
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
Meleklere “Âdem’e secde edin!” dediğimizde hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı, büyüklenerek direndi ve kâfirlerden oldu. (Bakara 2/34)
Eğer ayette emir “Adem için (Allah’a) secde edin” şeklinde olsaydı İblis’in büyüklenmesini gerektirecek olay ne olabilirdi? Emir zaten Allah’a secde ise, İblis de Allah’ın büyüklüğünü, yaratıcı olduğunu, ölüleri yeniden diriltip hesaba çekeceğini gayet iyi bildiği (5) halde neden Allah’a secde etmesin ki? Oysa İblis’in kibri Allah’ın yarattığı bir varlığı kendinden aşağı gördüğü için “o varlığa” secde etmemesinden kaynaklanmaktadır:
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ ۖ قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ
Atanızı yarattık, sonra biçim verdik. Daha sonra meleklere “Âdem’e secde edin!” dedik. Hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı. O, secde edenlere katılmadı. Allah: “Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen ne oldu?” diye sordu. “Ben ondan iyiyim. Beni ateşten yarattın ama onu balçıktan yarattın.” diye cevap verdi. (A’râf 7/11-12)
Kaldı ki ayetlerde secdenin Adem Aleyhisselama yapılmasının emredildiği, secede fiili ile kullanılan lam harf-i cerrine hiçbir şekilde “için” anlamı verilemeyeceği başka ayetlerde de şüpheye yer bırakmayacak açıklıktadır. Mesela;
وَمِنْ آيَاتِهِ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ ۚ لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي خَلَقَهُنَّ إِنْ كُنْتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Gece, gündüz, güneş ve ay O’nun göstergelerindendir (âyetlerindendir). Güneş’e de Ay’a da secde etmeyin. Eğer kulluk edecekseniz onları yaratan Allah’a secde edin. (Fussilet 41/37)
Eğer secede fiili ile kullanılan “lam” harf-i cerrine “için” anlamı verilecek ve Mehmet Hocanın Adem – İblis kıssasında iddia ettiği anlam kullanılacak olursa; yukarıdaki ayeti şöyle tercüme etmek gerekir: “Güneş için de Ay için de (Allah’a) secde etmeyin. Eğer kulluk edecekseniz onları yaratan Allah için secde edin.” Yani Mehmet Hocanın iddiasına göre “Güneş ve Ay için secde etmeyin” ifadesi mecburen “Allah’a secde etmeyin” olarak anlaşılacaktır. Daha da önemlisi, Allah için secde etmekten bahsedildiğinde secdenin kime yapılacağı meçhul kalacaktır. Yani Allah için secde edilecekse o secde kime yapılacaktır?
İlgili ayetlerde secdenin Allah’a değil, Adem’e yapılmasının emredildiği o kadar açıktır ki Mehmet Hoca bile kitabının bir sonraki başlığında muhtemelen gayri ihtiyari olarak bu anlamı tercih etmek zorunda kalmıştır:
“Hicr Suresi 33. ayetinde şu bilgi yer almaktadır: قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ ‘(İblis) ‘Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim’ dedi.’ Bu ayet de Şeytanın ırkçılığından doğan kendi orijinini üstün görme durumunun bir sonucunu beyan eder.”
a.g.e s: 122-123
Görüldüğü gibi Okuyan aynı konudan bahseden ayeti meallendirirken bu kez “yarattığın bir insana secde edecek değilim” şeklinde doğru bir çeviri yapmıştır. Bu çevirisi meleklere verilen emrin insana (Adem’e) secde olduğunu da kabul ettiğini göstermektedir. Bu durum, hocanın sadece bir kaç sayfa önce ortaya attığı iddia ve verdiği meal ile çelişkiye düştüğünü gözler önüne sermektedir. Aynı çelişki aşağıdaki bölümde de kendini göstermektedir:
“İsra Suresi 65. ayetinde diyor ki İblis (kitabın bizdeki baskısında ayet numarası yanlışlıkla böyle yazılmış, doğrusu 61. ayet olmalı): أَأَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِينًا ‘Çamur olarak yarattığın bu varlığa secde mi edecekmişim!’”
a.g.e s: 123
İşte burada da Mehmet Okuyan bu ayeti doğru bir şekilde “Allah’ın yarattığına secde” olarak meallendirmiş ve yine baştaki iddiası ile çelişmiştir. Ayetin bu doğru çevirisinden de anlaşılacağı üzere emir Allah’a değil, insana (Adem’e) secde emridir.
Bazı çevrelerin bu ayetlerde Adem Aleyhisselama secde emri verilmesinden rahatsız olmalarının da makul ve anlaşılır bir yanı yoktur. Emri veren Allah’tır. Mühim olan O’nun emrine uymaktır.
Kanaatimizce hocamızın bazı konularda Kur’an’dan onay almayacak sonuçlara ulaşmış olması tek başına çalışmayı tercih etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu şekilde Allah’ın emrettiği Kur’an’ı anlama metodunu doğru uygulayabilmesi, çok istese de mümkün olamaz. Çünkü doğru olduğunu düşündüğü bir konuda kendisine itiraz edecek, uyaracak ya da onun göremediği bir başka açıdan, bir başka ayetle konuya bakmasını sağlayacak bir ekibi bulunmamaktadır.
Böylesi bir çalışma sistemini benimsememiz, Allah’ın öğrettiği Kur’an’ı anlama metodundan saptığımızı, diğer bir deyişle kendimize has bir metot geliştirdiğimizi gösterir. Ancak Allah buna izin vermemekte, yazımızın başında da kısaca özetlediğimiz şekilde kitabını kendi oluşturduğu metotla indirdiğini bildirmektedir. Doğru metodu uygulamanın da olmazsa olmazının ekip halinde çalışmak olduğunu bildirmekte ve Nebîsi de bu şekilde çalışarak hikmete ulaşmaktadır.
Hikmet doğru hüküm anlamına gelir. Bir konuda sadece bir adet doğru sonuç olabilir. Allah’ın gösterdiği Kur’an’ı anlama metodu, her konuda işte bu “tek” doğru sonuca varmak için uygulanmak zorundadır. Bu da Kur’an’ın kişisel yorumlara açık olmadığı anlamına gelir. Diğer bir deyişle ilmimiz, ünvanımız, kariyerimiz, mevkimiz ne olursa olsun hiç birimizin Kur’an ayetlerini yorumlama yetkimiz yoktur.
(1) Kur’an’ın bir metodu olduğu ile ilgili Nisa 4/105, A’râf 7/52 ayetlerine, bu metodun detaylandırıldığı ayetler için ise Hud 11/1-2, Fussilet 41/3, Âl-i İmrân 3/7, Zümer 39/23 ayetlerine bakılabilir.
(2) Rabbimizin açıkladığı bu metot ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Fatih Orum, Kur’an’ı Anlama Usulü, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2015.
(3) Kur’an’da secede (سجد) fiilinin mef’ûl aldığı ve dolayısıyla lam (ل) harf-i ceri ile birlikte kullanıldığı ayetler 24 tanedir. Bu ayetler şunlardır: Bakara 2/34, A’râf 7/11,206, Yusuf 12/4,100, Ra’d 13/15, Hicr 15/29,33, Nahl 16/48,49, İsrâ 17/61,107, Kehf 18/50, TâHâ 20/116, Hacc 22/18, Furkan 25/60,64, Neml 27/24,25, Sâd 38/72,75, Fussilet 41/37, Necm 53/62, İnsan 76/26.
(4) a.g.e. s118
(5) bkz: A’râf 7/12-14