İman kelimesi İslam tarihi boyunca belki de en büyük tahrifata uğratılmış kelimedir. Bu son derece önemli kavramın sadece içi boşaltılmamış, gerçek anlamının yerine “körü körüne inanma, dogmatik inanç” anlamı kazandırılarak hiçbir pratik değer taşımaması ve insanlara gerçekte hiçbir şey anlatmaması da garanti altına alınmıştır.
Oysa iman kelimesi Arapça e-m-n (أم ن) kök harflerine sahip bir kelimedir. Bu kelime ile aynı kökten Türkçe’de de kullandığımız pek çok kelimeden biri de “emniyet” kelimesidir ki “güvenlik” anlamına gelir. İman kavramı Kur’an’dan öğrenildiğinde de “güven” anlamına geldiği görülür. Kısacası Allah’a iman etmek O’na güvenmektir, yoksa Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak değil. Nitekim daha önce de defalarca gördüğümüz gibi Kur’an’a göre Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan hiç kimse yoktur.
Allah’a iman etmenin, O’nun Kitabına ve ayetlerine güvenmek olduğunu Kur’an’ın sayısız ayetinde görebiliriz. Bu ayetlerin en etkili olanlarından biri de şöyledir:
Size diyorlar ki; “Eğer doğru yola, seninle birlikte biz de girsek, yerimizden, yurdumuzdan ediliriz.” Dokunulmaz ve güvenli olan bir bölgeye (Mekke’ye) onları biz yerleştirmedik mi? Oraya her yerden her türlü ürün; ayrıca katımızdan da bir rızık getirilir. Ancak, onların pek çoğu bunu bilmez. (Kasas 28/57)
Yukarıdaki ayette “eğer doğru yola seninle birlikte biz de girsek” diyenler Mekkeli müşriklerdir. Görüldüğü üzere bu kişiler Nebimizin yolunun doğru yol olduğunu net bir biçimde görmüşler ve hatta bunu itiraf etmektedirler. Ancak o yolun doğru yol olduğunu kabul etmeleri onları mümin yapmamıştır.
İşin daha dikkat çekici olan yönü ise; doğru yolu gördükleri halde o yola girmemelerinin sebebinin dünyalıklarını kaybetme korkusu olmasıdır. Oysa sahip oldukları her şeyi onlara veren Allah’tır. İşte insanın mümin olmasını yani Allah’a güvenmesini engelleyen budur: “Allah’ın emirlerini tutup O ne dediyse öyle yaşarsam beni burada barındırmazlar. Çevremi, dostlarımı, itibarımı, imkanlarımı kaybeder, yerimden yurdumdan olurum” yanılgısı…
Oysa bir mümini yani Allah’a güveni tam olan birini, Allah’ın emirlerini uygulamaktan alıkoyan kanun, öyle bir şehir, öyle bir çevre, öyle bir itibar zaten olmaz olsundur. Allah’a güvenmek, şartlar ne olursa olsun O’nun sözünden çıkmamaktır. İman budur.
Allah’ın gönderdiği kitaplardaki yolun doğru yol olduğunu herkes bilmektedir. Ancak Allah’a güvenmedikleri (iman etmedikleri) için Allah’ın yolunu değil, bulundukları çevrenin, yaşadıkları ya da özendikleri toplumun muasır, modern, çağdaş gibi isimler verdikleri insan ürünü kanun ve kurallarını, akıl ve fıtrat dışı uygulamalarını tercih etmektedirler. Bunlar da kendilerini daima bedbaht ve daima köle yapmaya yetmektedir. Kısacası Hakk’a güvenmiyorsanız (iman etmiyorsanız) batıla güveniyorsunuz demektir:
Çevrelerinde insanlar kaçırılırken kendileri için saygın ve güvenli bir yer oluşturduğumuzu görmüyorlar mı? Batıla güvenecekler de Allah’ın iyilik ve ikramını görmezlikten mi gelecekler? (Ankebût 29/67)
Bu ayetler tüm zamanlara ve tüm insanlara gönderildiği için tam da bugüne ve tam da bize hitap etmektedir. Allah çevremizde onca zulüm ve güvensizlik varken bizlere şu an için saygın ve güvenli bir yer oluşturmuştur. Hâlâ bâtıla güvenip Allah’ın iyilik ve ikramını unutacak mıyız? Hâlâ Allah’ın kanunlarını bırakıp başkalarından kanun mu ithal edeceğiz? Hâlâ faizli sistemin modern ekonomilerin vazgeçilmezi olduğunu zannetmeye devam edecek miyiz? Hâlâ mezhepleri Allah’ın dini sanmaya devam edecek miyiz? Hâlâ tasavvufu İslam zannedecek miyiz? Hâlâ Allah’ın Kitabı yerine başkalarının kitaplarını koymaya devam edecek miyiz? Yani hâlâ Allah’a güvenmeyecek, O’na iman etmeyecek miyiz? Hâlâ ayetlerdeki müşrikler gibi bâtılı seçtiğimiz halde mümin olduğumuzu iddia edecek miyiz? Bundan daha büyük yanlış olabilir mi?
Allah’a karşı yalan uyduran, ya da gerçekler kendine gelince yalana sarılandan daha yanlış davranan kim olabilir? O nankörler için Cehennem’de yer mi yok? (Ankebût 29/68)
Allah’ın bahşettiği nimetler karşısında “Allah ne demişse o” diyemiyorsak bunun sonuçlarını sadece Ahiret’te değil bu dünyada da görmemiz kaçınılmazdır:
Allah, rızkı her yerden bol miktarda gelen, güven ve tatmin içindeki bir kenti örnek verir. Derken orası, Allah’ın nimetlerine nankörlük etmeye başlar. Allah da işlerini bozmalarına karşılık onları, açlık ve korku içine sokar. (Nahl 16/112)
Allah’a güvensizliğin, O’nun yasalarını tanımamanın sonucu daima aynı olmuştur ve olacaktır:
Biz geçim bolluğu içinde şımarmış nice kentleri yok ettik. İşte oturdukları yerler! onlardan sonra pek az kullanıldı. Onların varisi biz olduk. (Kasas 28/58)
Kendilerine Müslüman diyenler ve mümin olduklarını iddia edenler artık bu kelimeyle Allah’a güvendiklerini söylediklerinin farkına varmalı, sadece söylemenin ise hiçbir şey ifade etmediğini bilmelidirler. Güven, sözle iddia edilen değil, eylemle gösterilen bir şeydir.
Allah’ın ayetlerine, canlarını emanet ettikleri asansörü taşıyan incecik tele güvendikleri kadar güvenmeyenlerin istedikleri kata çıkmaları mümkün olmayacaktır.