Geçtiğimiz Cuma namazında okunan ve hepimizi kızdıran hutbe gerçekten de en hafif tanımlamayla talihsiz bir metindir. Bu metnin yanlışları, çelişkileri ve tutarsızlıklarının doğurduğu tartışmalar kısa sürede durulmayacaktır. Aslında doğru bir mantık örgüsüyle dahi kaleme alınmadığı görülen metnin, kendi ifadesiyle, “Kur’an bize yeter” diyenleri hedef aldığı açıktır. Bunu yaparken de Kur’an delil gösterilerek “peygamber”in haram ve helal koyma yetkisi olduğu iddia edilmektedir. Metnin müellifleri bu iddialarını Araf Suresi’nin 157. ayetine dayandırmaktadırlar.

Bugün Kur’an’a gönül vermiş, uydurulmuş dine savaş açmış, Kur’an’dan konuştukları bilgisinin tarihselcilerinki gibi asılsız bir iddia olmadığına inandığımız hocalarımızın da hutbeyi sert bir şekilde eleştirmeleri çok normal ve beklenen bir durumdur. Ancak bu hutbe vesilesi ile biraz öz eleştiri yapmanın da belki tam zamanı olabilir. Nitekim Kur’an’ı anlatan hocalarımızın pek çoğunun Araf Suresi’nin 157. ayetine verdikleri meallere baktığımızda kendilerinin de hutbedeki iddialara zemin hazırlamış olduklarını üzüntüyle görmekteyiz. Zira bu hocalarımızın büyük bölümünün “nebi ve rasul” kavramları arasındaki farkı görmek istemediklerini pek çok konuşma, yazı ve meallerinden öğrenebiliyoruz. Bu konudaki ayetler son derece açık olmasına, nebi ve rasul kavramlarının Kur’an’ı anlamada hayati  rolleri olmasına rağmen bu iki kelimenin aynı şeyi ifade ettiğini iddia ederek nasıl Kur’an’cı olunabildiğini anlamak zordur. Rabbimizin bu iki kelimeyi tamamen keyfi olarak birbirlerinin yerine kullandığını söylemek, “bir yerde öyle istemiş nebi demiş, başka bir ayette de sırf öyle istediği için rasul demiş” diyebilmek, insanın yazdığı bir kitap için bile son derece özensiz bir ifade olacakken Allah’ın kitabı için nasıl mümkün olabilmektedir?

Kaldı ki nebi ve rasul kavramları arasındaki farkı kabul etmeksizin Araf Suresi 157. ayeti hutbedekinden farklı anlamak mümkün değildir. Yine bu iki kavram arasındaki farkı görmezden gelmeden, bu ayetle Tahrim Suresi’nin ilk ayeti arasında çelişki olmadığını söylemek de imkansızdır. Nebi ve rasul kavramlarını Kur’an’dan öğrenip içlerini doldurmak yerine, her iki kelime için de aslında ikisinin anlamını da karşılayamayan “peygamber” kelimesini reva görmek bir ayet katliamına sebep olmaktadır. Öyle ki bu çeviride, Araf Suresi’ndeki ayete göre helal ve haram koyabilen bir “peygamber” vardır. Ancak aynı “peygamber” Tahrim Suresi’nde Allah’ın ona helal kıldığı şeyi haram saydığı için eleştirilip uyarılmaktadır. Ortaya çıkan bu çelişki uydurulmuş dine savaş açmış hocalarımızın meallerinde de kendisine yer bulmaktadır.

Oysa Araf Suresi 157. ayette ümmi ve nebi olan “Rasul”den bahsedilmektedir. Rasul elçidir. Elçi kendi sözünü değil, kendisini gönderenin sözünü söyler. Rasul’ün helal ve haram kılması onu gönderenin helal ve haram kılmasıdır. Bu yüzden de “rasule” (nebiye değil) itaat Allah’a itaattir.

[1] Buna karşın Tahrim Suresi’nin ayeti “ey nebi” hitabıyla başlamakta, vurgu rasullük görevine değil, nebinin insan yönüne yapılmaktadır. Bir rasulün kendisine vahyedileni tebliğde hata yapması imkansızdır, zira o zaman rasullük görevini yapmamış olur.[2] Ancak nebi insan yönü ile yanlış bir hükme varmış olabilir ve uyarılır. Çünkü nebilik makam, risalet ise o makamı dolduran şahsın görevidir. Görev başında değilken yani rasul sıfatıyla tebliğ yapmadığı zamanlarda hata yapması çok normaldir. Rasul sıfatıyla söyleyeceği yanlış bir söz ise görevi kötüye kullanmak olacaktır ve asla kabul edilemez.[3] Bu sebeple nebimize Kur’an’da yapılan tüm sert uyarılar “nebi” hitabı iledir.[4] Ve yine bu sebeple Allah’a ve Rasulüne itaati emreden bir çok ayete[5] rağmen nebiye itaati emreden tek bir ayet yoktur.

Üstelik de kerim kitabımızda, bir şeyi helal veya haram kılma yetkisinin Allah’tan başkasına ait olamayacağı ile ilgili aşağıdaki gibi bir çok ayet vardır. O halde bir “peygamber”in helal – haram kılması nasıl kabul edilebilir?:

“De ki “Allah’ın size indirdiği her bir rızkı düşündünüz mü? Siz onu helal, haram diye sınıflandırıyorsunuz.” De ki “Bunu size Allah mı bildirdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz? Yalanlarını Allah’a mal edenler, kalkış gününü ne sanıyorlar? Allah’ın insanlara cömertçe verdiği bir gerçektir ama onların çoğu görevlerini yerine getirmezler.” (Yunus Suresi 10/59-60)

Sonuç olarak bu talihsiz Cuma hutbesindeki ifadelere katılmak, karşı çıkmamak, eleştirmemek asla mümkün değildir. Ancak bir yandan bunu yapıp diğer yandan Kur’an’da net bir biçimde birbirlerinden ayrılmış olan nebi ve rasul kelimelerinin her ikisini de “peygamber” kelimesi ile karşılamak, Kur’an yetmez diyenlerin hutbedeki iddialarını doğrulamaktan başka bir anlama gelmemektedir.

Artık Kur’an’ı rehber edinmiş hocaların birlikte çalışma, birbirlerinin çalışmalarını müzakere etme, tenkid etme ve düzeltme, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için birlik olma ve uydurulmuş dine karşı tek vücut olma zamanı çoktan gelmiştir. Unutulmamalıdır ki Kur’an’ı anlama yolundaki çalışmalar, ne kadar alim olurlarsa olsunlar, hocaların tek başlarına altından kalkabilecekleri işler değildir. Tek başına meal – tefsir yazmak, kabul edilemez. Kaldı ki piyasadaki yüzlerce mealin yanına aynı hatalarla dolu bir yenisini daha eklemenin de büyük bir vebali olsa gerektir. Nitekim bu yazımızda konu edindiğimiz hata hemen tüm meallerde mevcuttur. Zaten Rabbimiz de bu çalışmaların bilenler topluluğu (kavmun ya’lemun) şeklinde yani ekipler halinde yapılması gerektiğini buyurmaktadır.[6] O halde Kur’an’dan konuştuğunu söyleyenlerin en az Kur’an’a aykırı konuşanlar kadar birlik halinde olmaları şarttır.

Allah Kur’an’ı anlama yolunda sarf edilen tüm gayretlerin etkisini artırsın.

Erdem Uygan

[1] Nisa Suresi 4/80
[2] Maide Suresi 5/67
[3] Hakka Suresi 69/44-47
[4] Bir diğer örnek için bkz. Enfal Suresi 8/67-68
[5] Bir örnek olarak bkz: Enfal Suresi 8/20
[6] Fussilet Suresi 41/3