Şöyle bir cümle kuralım: “Osman’ın arabasından daha güzelini mi bulacaklar, herkes onu çok beğenir.” Bu cümlede herkesin beğendiği şey Osman mıdır yoksa Osman’ın arabası mı? Aslında bu sorunun sorulması bile abestir. Zira bu cümleden Osman’ın arabasının beğenildiği açıkça anlaşılmaktadır. Belki Osman’ı da herkes beğeniyor olabilir, ancak belli ki anlatılmak istenen o değildir.
Türkçemizde belirtili isim tamlaması olarak bilinen ve her dilde aynı şekilde kullanılan bu ifade tarzında konu tamlayan değil tamlanandır. “Osman’ın arabası” isim tamlamasında da konu Osman değil, arabadır. “Osman’ın” kelimesi sadece herhangi bir arabadan değil, özel bir arabadan bahsedildiğini göstermek için yani ifadeyi “tamlamak” için kullanılmıştır.
İşte Allah’ın kitabını okurken de bu basit ifade şekline dikkat etmemiz gerekir:
“Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, isteyerek veya istemeyerek ona teslim olmuştur. O’na döndürüleceklerdir.” (Al-i İmran Suresi 3/83)
Ayet Allah’ın dininden bahsediyor ve devamındaki cümlede zamir kullanılarak “ona teslim olmuştur” ifadesine yer veriliyor. Aslında müdahale edilmediği takdirde her okuyan “o” zamirinin Allah’a değil, Allah’ın dinine gittiğini görebilecekken meal “O’na teslim olmuştur” şeklinde yazılırsa anlam bir anda değişiyor. Gerçekte teslim olunan, Allah’ın dini iken “O’na” şeklinde yazılınca zamir Allah’ı gösterir hale geliyor. Peki Allah’a teslim olan zaten Allah’ın dinine teslim olmuş olmaz mı? Bu ayette her iki şekilde de yazılsa ne fark eder? Belki ilk bakışta bir şey fark etmez. Ancak aralarında mutlaka ince de olsa bir fark olmalıdır. O halde bu sorulara cevap aramaya çalışalım:
1- Göklerde ve yerde her kim varsa isteyerek veya istemeyerek Allah’a değil de Allah’ın dinine teslim olmuş ise o zaman Allah’ın dininin tüm kainatta geçerli bir kanun, bir sistem olduğunu anlamamız isteniyor olmalıdır.
2- Ayetin devamı konunun Allah’a teslim olmak diye anlaşılamayacağını da teyid etmektedir: “Oysa göklerde ve yerde kim varsa, isteyerek veya istemeyerek ona teslim olmuştur.” Ayetteki “istemeyerek” kısmı Allah’a teslimiyetle örtüşmemektedir. Zira Allah’a teslim olmaktan herhalde Allah’ın emir ve yasaklarına uymak anlaşılacaktır. Peki Allah’ın emirlerine istemeyerek teslim olmak nasıl oluyor? Allah kullarını emirlerine teslim olmaya zorluyor mu? Ayette, “göklerde ve yerde kim varsa” ifadesinde de görüldüğü üzere, akıllı varlıkları içeren bir ibare kullanılmış (orijinal metindeki akıllı ve akılsız varlıkların bir arada zikredildiği cümlelerde kullanılan “men” bağlacı ile). Dolayısıyla akıllı varlıkları yani iradesi ile Allah’ın emrine teslim olmama özgürlüğüne sahip varlıkları da içeren bir konu hakimdir. Oysa biz Allah’ın bu varlıkları emirlerine uymaya zorlamadığını hem ayetlerinden hem de yaşayarak görüyoruz, biliyoruz. (Hatta Fussilet Suresi’nin 11. ayetine göre bizim akılsız dediğimiz varlıklar da “isteyerek” teslim olmuşlardır. Yani onlar için de Allah’ın sisteminin kusursuz olacağına dair güvenden bahsedilebilir.)
3- Konumuz olan Al-i İmran Suresi 83. ayette geçen zamir, “O’na” şeklinde değil de “ona” biçiminde meallendirilirse aslında Rabbimizin “din” kavramını tarif ettiği görülecektir. Yani Allah’ın tüm evrene koyduğu ve her an her şeyin ister istemez tüm kurallarına uyarak içinde yaşadığı “sistem”den bahsedildiği kolayca anlaşılacaktır. İşte ancak bu anlaşılırsa devamındaki 85. ayette yine “din”den bahsedilerek “İslam” kelimesinin kullanıldığı fark edilebilmekte ve Allah’ın kainata koyduğu sistemle ilişkisi kurulabilmektedir. Yani “Allah’ın kainata koyduğu düzen, sistem ne ise İslam da odur” denilmektedir. Allah’ın yarattığı ile indirdiği ayetler aynı sistemi anlatır aynı sisteme göre çalışırlar. İslam bu yüzden Allah’ın tek dinidir:
“Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, isteyerek veya istemeyerek ona teslim olmuştur. O’na döndürüleceklerdir.” De ki “Biz Allah’a inandık ve güvendik. Bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilene; Nebilere Rableri tarafından ne verilmişse hepsine inandık. Hiçbirini diğerinden ayırmayız. Biz ona (tüm nebilere indirilene) teslim olmuş kimseleriz. Kim İslam’dan başka bir din arayışına girerse asla kabul edilmez. O, ahirette kaybedenlere karışır.” (Al-i İmran 84-85)
Yukarıdaki 84. ayette geçen “biz ona teslim olmuş kimseleriz” ifadesinin orijinali “nahnu lehu muslimun” şeklindedir. Buradaki lehu kelimesindeki “hu” zamiri de ayette bahsedilen “tüm nebilere indirilen” vahye (“ma unzile ala” ifadesine) gönderilebilmelidir. Zira hem gramer bakımından zamirin gideceği en yakın merci odur, hem de ayetin devamında adı konulan sistem yani İslam da odur. Bunu ayetimizin müteşabihi olan şu ayetlerde daha açık bir şekilde görmekteyiz:
“(Bir taraf) “Doğru yola gelmek için Yahudi olmalısınız”, (diğeri) “Hristiyan olmalısınız!” dedi. De ki: “Hayır, İbrahim’in dosdoğru şeriatına uymalısınız! O, müşriklerden değildi.” Siz şöyle söyleyin: “Biz Allah’a inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilene, Rableri tarafından Nebîlere verilene inandık. Hiç birini diğerinden ayırmayız. Biz ona teslim olmuş kimseleriz.” (Bakara Suresi 2/135-136)
Bu ayetlerde açıkça Yahudi ve Hristiyanlara verilenin diğer nebilere verilenden farklı olmadığı ortaya konmaktadır. Yani vahyin içerik olarak tek bir vahiy olduğu vurgusu ayet boyunca hakimdir. Hatta nebiler sayılarak indirilenlerden bahsedildikten sonra ayrıca bir kez daha “Rableri tarafından nebilere verilene” (ve ma utiye-nnebiyyune mir-rabbihim) diye açıklama getirilmektedir. O halde bu ifadenin başındaki “vav” da “yani” anlamında düşünülebilir. Özetle bu ayetin sonundaki “biz ona teslim olmuş kimseleriz” ifadesindeki “o” zamiri de öncelikle vahye gidiyor olmalıdır.
Dolayısıyla ana ayetimiz olan Al-i İmran 84. ayette de zamir, vahyi ve dolayısıyla Allah’ın indirdiği sistemi gösteriyor olmalıdır. Zira 83. ayetin de delaletiyle teslim olunan Allah’ın koyduğu sistemdir (Allah’ın dini).
Teslimiyetin, “Allah’ın dini”ne değil de direkt olarak Allah’a atfedildiği durumda ise O’na kulluk etmek yani O’ndan başka otorite tanımamak anlamına geldiğini şu ayette görebiliyoruz:
“Yakub’un ölmek üzere iken ne yaptığını biliyor musunuz? Oğullarına, “Benden sonra neye kul olacaksınız?” diye sordu. Onlar, “Senin İlahına; ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın İlahına, o bir tek ilaha kul olacağız. Biz, zaten, O’na teslim olmuş kimseleriz!” dediler.” (Bakara Suresi 2/133)
Bu ayetteki teslimiyet sadece Allah’a kulluk etmekle ilişkilendirilmiş. Zira sadece Allah’a kulluk eden biri O’na ve dolayısıyla onun koyduğu sisteme (dine) teslim olmuş demektir. Ancak burada istemeyerek kulluk yani zorunlu kulluk söz konusu edilmemiş, sadece isteyerek yapılan teslimiyet yani gönüllü kulluğa vurgu yapılmıştır. O halde “Allah’ın dini”ne yani kurduğu sisteme teslim olmaktan bahsederken istense de istenmese de bunun yapıldığını, çünkü tüm kainatın bir parçası olduğumuzu, “Allah’a” teslim olmak olan sadece O’na kulluğu ise isteyerek seçmemizin şart olduğunu söyleyebiliriz.
Allah’a teslim olmanın, kulluğu sadece O’na has kılmaya yani isteyerek teslim olmaya işaret ettiğini Hacc Suresi’nin 34. ayetinde kurban edilen hayvanların üzerine Allah’ın adının anılması bağlamında daha açık bir biçimde görmek de mümkündür.
Zaten “Allah’ın dini” tamlaması Kur’an’da geçtiği diğer 2 ayette de Allah’ın koyduğu sistem, kanun anlamına gelmektedir. Bu ayetlerden ilki şöyledir:
“Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüz kamçı vurun. Eğer Allah’a ve son güne inanıyorsanız, Allah’ın dinini (verdiği cezayı) yerine getirirken onlara karşı yumuşamayın. İnanıp güvenenlerden (müminlerden) bir takımı da onlara yapılan azabı gözleriyle görsün.” (Nur Suresi 24/2)
Bu ayette de “Allah’ın dini” tamlaması Allah’ın konu edilen suça dair koyduğu kanunu yani cezayı ifade etmek için kullanılmıştır. Yani bu kanunun genel geçer, evrensel bir yasa olduğuna vurgu yapılmaktadır. Dolayısıyla cezayı hak eden “istemese” de uygulanır. Tamlamanın geçtiği son ayet ise Nasr Suresi’ndedir:
“Allah’ın yardımı gelip önün açıldığında, insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbine yönel ve bağışlanma dile. Çünkü O, kendine yönelenleri kabul eder.”
Burada da yine Allah’ın koyduğu sistemin üstünlüğünün kabul edildiği, Nebimizin kazandığı zaferin ardından insanların kitleler halinde Allah’ın koyduğu sisteme dahil oldukları açıkça görülmektedir. Teslimiyet yerine dahil olmaktan bahsedilmesi müslüman olunmasa da; diğer bir deyişle, istenmese de Allah’ın indirdiği sosyal kanunun üstünlüğünün görüldüğünü ve bu sebeple tercih edildiğini belirtiyor olsa gerektir. Yani kabul etmek işlerine gelmese de sistemin mükemmel olduğunu inkar edemeyenlerin varlığından söz etmek mümkündür.
Kısacası her zaman dile getirdiğimiz ve dini fıtrat olarak tarif eden Rum Suresi’nin 30. ayetinde olduğu gibi Al-i İmran Suresi’nin 83. ayetinde de dinin tüm kainatta geçerli olan yasalar anlamındaki “sistem – düzen” olduğunu görmemiz gerekir. Bunu net olarak görmeden, istemeden teslim olmanın ne demek olduğunu da anlamamız mümkün değildir. Zira iradeli varlıkların istemeden de olsa teslim oldukları sistemin sahibine, isteyerek kul olmaları zorunludur. Diğer bir deyişle Allah’ı tek otorite kabul etmeyenler istemeden de olsa Allah’ın koyduğu yasalara göre yaşarlar (Allah’ın dinine teslimdirler) ancak isteyerek de teslim olmak için (Allah’a teslim olmak için) aynı yasaları koyan tarafından indirilen vahye uymak gerekir.
Bu sebeple Al-i İmran 83. ayette isteyerek veya istemeyerek teslimiyet söz konusu edildiğinde “Allah’ın dini” ifadesini, 84. ayette ise müslim yani isteyerek teslim olabilmek için uyulması gereken, “nebilere indirilmiş vahyi” görmekteyiz. Ancak asıl önemli olan her ikisinin de İslam olduğunu görebilmemizdir.
Erdem Uygan