Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla;
“Rahman’ın kulları olan melekleri dişi saydılar. Onların yaratılışlarına mı şahit oldular? Şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekilecekler.
Bir de “Rahman dileseydi biz onlara kulluk yapmazdık” dediler. Onların bu konuda bir bilgileri yoktur. Onlar sadece atıyorlar.”
Zuhruf Suresi 19-20. Ayetler
Ne yazık ki delilsiz konuşmak insanın en önemli hastalıklarından biri. Özellikle din konusunda Allah’ın ayetlerine dayananı bulmak kadar, kendilerine alimler, hocalar tarafından söylenenler için Allah’ın kitabından delilini soranı bulmak da çok zor. Oysa yukarıdaki ayetlerde din zannedilenin koca bir yalan olabileceği açıkça görülüyor. Bu ayetler bize sorgulayıcı ve araştırıcı olmamız, Allah’ın tek dini olan “Kur’an’daki İslam”ın mümini olmamızın tek yol olduğunu göstermek için indirilmiştir. Allah sözün en güzelini söylediği için bakın konuyu nasıl da çarpıcı bir biçimde anlatmaya devam ediyor:
“Yoksa onlara bundan önce kitap VERDİK de ona mı dayanıyorlar?”
Zuhruf Suresi 21. ayet
Yani iddianız, inancınız, dininiz “Allah’ın verdiği” bir kitaba dayanmak zorundadır. Peki ama bu kişiler Allah’ın verdiği bir kitaba dayanmıyorlarsa neye dayanıyorlar?
“Hayır! Dediler ki “Biz babalarımızı bir ÜMMET üzerinde BULDUK, biz de onların izleri üzerinde doğruyu bulmuş olanlarız”
İşte bunun gibi senden önce de bir bölgeye bir elçi göndermedik ki oranın elit tabakası, “biz babalarımızı bir ÜMMET üzerinde BULDUK, biz de onların izinden gidiyoruz” demiş olmasınlar.”
Zuhruf Suresi 22 – 23. ayet
Burada “bulduk” kelimesi çok önemli. Yani kendilerine ne söylendiyse kabul etmekteler. Söyleyen babaları, ataları, büyükleri, itibar ettikleri kimseler olsunlar yeter. Onların hata yapabilecekleri akıllarının ucundan bile geçmiyor. Hatta belki de iyi niyetle babalarının “kitaba” dayandıklarını zannediyorlar. Bu nedenle sorgulamıyorlar. Ancak biz biliyoruz ki zannetmeyle din olmaz (Bakara 78). Din, sağlam bir temele dayanmak zorundadır. Din konusunda bilgi en güvendiğimiz kişiden bile gelse kaynağının Allah’ın sözü olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır.
Peki kendilerine ne söylendiyse ya da büyüklerinden ne gördülerse ÜMMET kabul ediyorlar ne demek? Rabbimizin burada bu kelimeyi kullanması da çok manidar.
Kelimenin bu ayette “din” manasına geldiğinde benim ulaşabildiğim alimler ittifak etmiş durumdalar. Elbette doğrudur da. Ancak inançla doğrudan ilgili bir kelime seçilmemiş olması da ayetin kapsama alanını genişletmektedir diye düşünüyorum. Zira Ragıp El İsfehani (vefatı hicri 425) Müfredat’ında ümmet kelimesinin anlamını şöyle vermiş:
“Aynı din, aynı zaman ya da aynı mekan olsun, herhangi bir şeyin kendilerini bir araya getirdiği her çeşit cemaat, topluluk…”
Yani ayette sorgulanmadan kabul edilen her tür olgudan bahsediliyor olmalıdır. Ümmet kelimesinin içerdiği bu “kültürel bağ” anlamı, inanılan şeylerin örf, adet gibi uygulamalar olabileceği ve bunların din zannedilmesinin kabul edilemeyeceğini de göstermektedir. İnsanların, içinde bulundukları toplum tarafından kendilerine empoze edilmiş bir takım inanç ve yaşayış biçimlerini tartışmasız doğru kabul edip yaşamaları çok yaygın bir durumdur. Ancak Allah’ın dinine aykırı olup olmadığı kontrol edilmelidir. Aykırı ise en köklü gelenek, en önemli adet, en sıkı kural bile asla kabul görmemelidir.
Bazı dindar kişiler bir takım hoca, alim, şeyh gibi kimselerin hata yapacaklarını hiç düşünmez, ne derlerse kabul ederler. Bu öyle seviyelere gelmiştir ki Allah’ın ayetlerini bile kendi hocalarına onaylatma ihtiyacı duyanlar bulunmaktadır.
Batının bilim olarak sunduğunu kendine din edinmiş kesim de yukarıda anlatılan gibi bir din algısına tepki olarak oluşmuş gibi görünüyor belki; ancak kendi uygulamaları da bundan öteye geçememektedir. Allah’ın kitabından delil gösterilmeden oluşturulmuş bir din Allah’ın kullarını bağlamaz. Aynı bunun gibi, Allah’ın yarattığı ayetleri okuyan bilim insanları da Allah’ın kitabından bağımsız kalamazlar.
Tartışmasız kabul edilen bilgi ile ilgili benzer bir pasaj da Lokman Suresinde bulunuyor. Ancak burada Allah’ın yarattığı ayetlere de atıf yapılması hayli manidar:
“Görmediniz mi ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize vermiş, gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. Bununla beraber insanlar içinde kimi de var ki ne bir ilme, ne bir yol göstericiye ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışıp durur.
Kendilerine “ALLAH’IN İNDİRDİĞİNE UYUN” denildiği zaman, “hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yolu izleriz” derler. Şeytan kendilerini alevli ateşin azabına çağırıyor olsa da mı?”
Lokman Suresi 20- 21. Ayetler
O halde Allah’ın “yarattığı ayetleri” konusunda da bir körü körüne takipten bahsedilebileceği anlaşılıyor. Üstelik bu tavır şeytanın kullandığı tuzaklardan biri olarak görülüyor. Bu tuzağa düşmemenin formülü de hemen ardından geliyor:
“Kim güzel davranarak BÜTÜNÜYLE Allah’a yönelirse EN SAĞLAM İPE sarılmıştır. Tüm işlerin sonu Allah’a varır.”
Lokman Suresi 22. ayet
Bütünüyle Allah’a yönelmek ve Allah’ın ipine sarılmak elbette Allah’ın ayetlerine sarılmak demektir. Hayatınızı Allah’ın kitabına dayanan sağlam bir temel üzerine inşa etmek demektir.
Bu konuda bir ayet grubu daha paylaşmak istiyorum. Maide Suresi’ne bakalım:
“Allah ne Behireyi, ne Sahibeyi, ne Vasılayı, ne Hâm’ı meşru kılmıştır. (Bunlar cahiliye devrinde Arapların tapıp kurban ettikleri develerin isimleridir) fakat kâfir olanlar Allah’a yalan yere iftira atarlar. Ve ÇOĞU AKLI ERMEZLERDENDİR.
Onlara Allah’ın indirdiğine ve Elçisine gelin dense; ”Babalarımızda gördüğümüz bize YETER” derler. Ya babaları bir şeyi bilememiş ve doğruyu bulamamışlarsa?”
Maide Suresi 103 – 104. ayetler
Din konusunda konuşacaksanız, Allah’ın ayetleri ile konuşmak zorundasınız demenin bundan daha güzel bir şekilde söylenmesi, daha güzel örneklendirilmesi mümkün değildir.
Bu ayetlerin putperest kafirlerden bahsettiği bahane edilebilr. Fakat günümüzde de Maide 103’te bahsedilen “putlaştırılmış isimler” yerine neler konabilir neler! Allah’ın meşru kıldığı yani Allah’ın kanunu olduğu zannedilen ne isimler, ne hiyerarşik yapılar, ne sahte tanrılar, ne tabular, ne kurallar bugün de maalesef dinin içine sokulmuştur. Ayetler evrenseldir, her zaman geçerlidirler ve okuyana hitap ederler. O halde bu ayetleri belli zamana ve zümreye hapsetmek olacak şey değildir.
Beni burada etkileyen ifade “bize yeter” (hasbuna) kelimesidir. Zira insanların ne kadar cesur olduklarına şaşkın şaşkın bakakalmamak elde değil. Her an ölme ve bir sonraki anda Allah’a hesap verme durumunda olan ve düşünebilen bir canlının atalarından duyduğu ile yetinmesi ne büyük cesaret! “Ya babaları bir şeyi bilememiş ve doğruyu bulamamışlarsa” ayetini okuyup da hala aynı tavrı sürdürebilmek ise zaten akıl alacak iş değil. Bu son ifade “araştırsanıza, sorgulasanıza” demenin Allah’ın muhteşem üslubunda söylenişi değil de nedir?
Bakara Suresi 170. ayetindeki benzer ifadelerin sonuç cümlesi de etkileyici:
Onlara: “Allah ne indirmişse ona uyun” dense, “Hayır! Biz atalarımızın yoluna uyarız” derler. Peki, ya ataları akıllarını bir şeye çalıştırmamış ve doğru yolu da bulamamışlarsa?!
Bakara Suresi 170. Ayet
Demek ki atalar, büyükler, geçmiş ulema da olsa akıllarını çalıştıramamış ve doğru yolu bulamamış olma ihtimalleri her zaman vardır. Çünkü insandırlar. Yani sorgulanamaz olmaları imkansızdır. Mutlak doğru olan ise Allah’ın sözüdür. Öyleyse temel de o olmalıdır.
Zaten alim bile olsalar din konusundaki bilgileri Allah’ın kitabına dayanmayan kişilere Allah “ümmi” yani anasından doğduğu gibi kalmış, bir şey öğrenememiş kişi diyor:
“İçlerinde ümmî olanlar vardır. Onlar o Kitab’ı bilmezler. Bütün bildikleri (emanî) anlamadan okumaktır. Bunlar sadece tahminde bulunurlar.”
Bakara Suresi 78. ayet
Sonuç olarak, herkes Allah’ın ayetlerini en iyi şekilde anlamak zorundadır. Bir insanın bundan daha önemli bir görevi ve işi olamaz. İnsanlara ayetleri okuyup din zannetiklerinin Allah’ın dini olmadığını anlattıkça duymaya alıştığımız “bu kadar alim yanlış da sen mi doğrusun” sözlerine en iyi karşılık bu ayetlerdir. Bu nedenledir ki hiçbir Müslümanın Kur’an’ı anlamaya çalışma konusunda asla bir bahanesi olamaz. Üstelik en iyi şekilde anlamak için her imkanı kullanmak zorundadır. Hatta her Müslüman Arapça’yı öğrenmeli, hayatının en önemli konusunu orijinal dilinden anlayabilmelidir.
Şu anda “yok artık” diyenleri duyuyor gibiyim. Ancak “herkes Arapça öğrenemez ki” safsatasını veya “ben Arapçayı öğrenmek zorunda mıyım” burnu büyüklüğünü benim kabullenmem imkansızdır. Dünyadaki kısacık ve azıcık menfaati için “herkes İngilizce öğrenmelidir” cümlesi saçma bulunmazken, hatta neredeyse 3 yaşından itibaren herkese zorla öğretilirken, sonsuz ahiret hayatı için “herkes Arapça öğrenmelidir” cümlesini garip karşılamak herhalde şu ayetin anlattığı sebeplerden dolayıdır:
“Şüphesiz şu insanlar çarçabuk geçip gideni sever, önlerindeki ağır bir günü kulak ardı ederler”
İnsan Suresi 27. ayet
Selam ve dua..
Leave A Comment
You must be logged in to post a comment.