Bir kişi kafirdir diye öldürülmesi gerektiğini söyleyen çürümüş kafanın durumu, yanındaki arkadaşı sınav sorusunu yanlış cevaplandırıyor diye kağıdını alıp yırtan ahmak öğrencinin durumu gibidir. Hayat, ilk anından son anına kadar bir imtihan faaliyetidir. Eğer henüz imtihan kağıdı “imtihanı yapan tarafından” alınmadıysa, herkesin yanlışını silip düzeltme şansı var demektir.
Bugünlerde bir takım videolarda bazı kişilerin Allah ve elçisine küfrettiği iddiaları ortalıkta dolanıyor. Bunları servis edenler de bunun hesabını Allah’a elbette vereceklerdir; işin o yanına hiç girmiyorum. Ama Müslüman olduğunu söyleyenlerin akıllarını nereye kaldırdıklarını gerçekten merak ediyorum. Ne zaman Kur’an Müslümanı olacağız? Eğer Allah’ın ayetlerine dayanmıyorsak nasıl olur da Müslüman olduğumuzu iddia edebiliriz? Bunun delili nedir?
Bir insan kafir ise ve bunu açıkça söylüyorsa daha ne istersiniz ki? Ne güzel işte! Adam açıkça söylüyor. Bizim kafirler ile olan hukukumuz belirlenmiştir. Adamın ne olduğuna bakar, ilişkilerimizi ona göre düzenleriz olur biter. Asıl önemli olanın Müslüman görünümlü kafirler yani münafıklar olduğunu ne zaman anlayacağız? Üstelik bu kişilerin gerçek kimliklerini anlamanın imkansız olabileceği ihtimali de varken:
“Sen onları gördüğünde kalıpları hoşuna gider; ve konuşacak olsalar sözlerine kulak verirsin. Giydirilmiş kalaslar gibidir onlar. Her çığlığı kendi aleyhlerine sanırlar; onlar kökten düşmandırlar. Artık onlara karşı dikkatli ol! Allah onları kahretsin! Nasıl da savruluyorlar!”
Münafıkun Suresi 4. Ayet
Burada bahsedilen kişiler Allah’ın elçisine inandıklarını söyleyen Müslüman görünümlü kişilerdir. Zaten aynı surenin ilk ayeti şöyledir:
“Münafıklar (ikiyüzlüler) sana geldiklerinde “Biz şehadet ederiz ki sen kesinlikle Allah’ın Rasulü’sün” derler. Allah da biliyor ki gerçekten de sen O’nun Rasulü’sün; ve Allah şehadet eder ki ikiyüzlüler kesinlikle yalancıdırlar.”
Munafıkun Suresi 1. Ayet
Yani Allah’ın elçisinin bile “adam” zannettiği kişileri Allah yalancılar olarak tanımlıyor. Bununla kalmıyor, onların özelliklerini ortaya çıkararak onlara karşı dikkatli ol diye emrediyor. Surenin devam ayetlerinde bunların kendilerini nasıl ele verdikleri açıklanarak onları ayırt etme yöntemleri Rasulullah’a öğretiliyor.
Kısacası Allah’ın elçisinin bile asıl kimliklerini anlamadığı kişiler mi daha tehlikelidir yoksa açıkça kafir olduğunu söyleyenler mi? Kaldı ki münafıklar için bile öldürülmeleri emri yoktur; “onlara karşı dikkatli ol!” Bitti!
Ancak bizim halkımız, Allah’a küfretti diye bir kişinin ölümünü meşru ilan edebiliyor. Üstelik öldürülmüş olma ihtimalinde bile öldüreni haklı buluyor.
Hiç kimse kafir olduğu için, Allah’a ve elçisine açıkça küfrettiği için öldürülemez. Onu öldürecek kişi ancak “katil” olur, başka bir şey değil. Kafirin cezası Allah’ın kitabında açıkça belirtilmiştir:
“İnandıktan sonra kâfir olan bir topluma, Allah hiç dirlik ve düzenlik verir mi? Bunlar, kendilerine açık belgeler gelince o Elçi’nin doğru olduğuna şahit olmuş kimselerdir. Allah yanlışlar içinde olan bir topluluğu yola getirmez.
Onlar var ya, onların cezası; Allah, melekler ve bütün insanlar tarafından dışlanmadır.
Sürekli dışlanmışlık içinde kalırlar. Azapları hafifletilmez ve onlara göz açtırılmaz.
Olup bitenden sonra TEVBE EDİP DURUMUNU DÜZELTMİŞ OLANLAR başka. Allah çok bağışlar ve ikramı boldur.”
Al-i İmran Suresi 86-89
Açıkça görüldüğü üzere kafir olanın tevbe etme imkanı her zaman vardır. Hiç kimse bu hakkı elinden alamaz. Bu hakkı ona veren Allah Celle Celaluhu’dur. Üstelik tevbe edip düzelirse bağışlanacağı bile çok açıktır.
Bir kişi her an Müslüman olabilir. Bir Müslüman da her an kafir olabilir:
“O kimseler ki inandılar, sonra görmezlik edip kafir oldular, sonra tekrar inandılar, sonra yine görmezlik edip kafir oldular sonra da kafirlikte ileri gittiler; Allah böylelerini ne bağışlayacak ne de yola getirecektir.”
Nisa Suresi 137. Ayet
Kafir olmamız için dünyayı tercih etmemiz yeterlidir. Allah’ın bir tek emrine rağmen dünyanın bir menfaatini tercih etmemiz zaten bizi kafir yapıyor. O halde Müslüman olduğumuzu söylemek de zaten yetmiyor. (Bkz: İbrahim Suresi 2-3. Ayetler)
Kısacası kafirlerin cezası ahirettedir, bu dünyada değil. Kafirlerin öldürülmeleri gerekseydi şu ayetlerin ne anlamı kalırdı?:
“Kâfirlerin bir şehirden diğer şehire gezip dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
Bu, kısa süreli bir yararlanmadır. Sonunda varıp kalacakları yer cehennemdir. Ne kötü yataktır o!..”
Al-i İmran Suresi196-197. ayetler
“Kendi hallerine bırak onları; yesinler, geçici hazlarla avunsunlar, oyalasın onları boş umutlar. Nasıl olsa zamanı gelince öğrenecekler.”
Hicr Suresi 3. Ayet
Kafir olanın ölümü hak ettiğini düşünen hastalıklı zihinler şu ayeti de unutmamalıdırlar:
“Ne kadar çırpınırsan çırpın, insanların çoğu inanacak değildir.”
Yusuf Suresi 103. Ayet
O halde bir Müslüman için önemli olan başkalarının durumu değil, kendi durumudur. Müslümanlar kendilerini Kur’an’dan muaf göremezler. İnandık demekle olmadığını bilmek için de Allah’ın kitabı okunmalıdır (Ankebut 2). Birilerinin bize Allah’ın dini olduğunu iddia ettikleri şeyi değil, Allah’ın hepimize gönderdiği ayetlerini hayatımıza geçirmeliyiz.
Dikkat edelim: Kafamızdaki “Müslümanlık” “İslam” olmayabilir.
Sevgili Erdem Bey,
Bu makalenizin Dini Yazılar sitesindeki versiyonuna yorum yapmıştım. Burada olduğunu bilseydim, öncelikle sizin şahsi sitenizden yorum yazardım. Orada yazdığım yorumu (1-2 küçük eklemeyle) aşağıda iletiyorum.
Hep birlikte tartışarak ve okuyarak, Allah’ın emir ve yasaklarını doğru anlayıp uyma ümidiyle.
—
Sevgili Erdem Bey,
Sıkıntı şu ki; belirttiğiniz ayetlerin dışında bir de aşağıdaki ayetler (ve daha niceleri) var. Özellikle nüzul sırasına göre veriyorum ki Kur’an açısından nasıl bir gelişme olduğu daha rahatlıkla görülebilsin. Belirttiğim tüm ayetler Medine dönemine aittir.
Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez. (BAKARA 190)
Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir. (BAKARA 191)
Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (BAKARA 216)
Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir. (BAKARA 244)
Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür. (ENFAL 39)
Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. (ENFAL 65)
Ey iman edenler! Sizler, inkâr edenler ve yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında: «Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi» diyenler gibi olmayın. Allah bu kanaatı onların kalplerine (kaybettikleri yakınları için onulmaz) bir hasret (yarası) olarak koydu. Canı veren de alan da Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür. (AL-I IMRAN 156)
Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: «Bize katılın» diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir. (AHZAB 18)
Andolsun, iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar (fuhuş düşüncesi taşıyanlar), şehirde kötü haber yayanlar (bu hallerinden) vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. (AHZAB 60)
O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz. (NISA 74)
Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da «Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?» dediler. Onlara de ki: «Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.» (NISA 77)
Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah’ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir. (NISA 84)
İman etmiş olanlar: Keşke cihad hakkında bir sûre indirilmiş olsaydı! derler. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur! (MUHAMMED 20)
Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır. (MAIDE 33)
(Ey müminler!) verdikleri sözü bozan, Peygamber’i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır. (TEVBE 13)
Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın. (TEVBE 14)
Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. (TEVBE 29)
Ey iman edenler! Size ne oldu ki, «Allah yolunda savaşa çıkın!» denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. (TEVBE 38)
Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir. (TEVBE 39)
(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (TEVBE 41)
Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır. (TEVBE 111)
Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir. (TEVBE 123)
–
Şimdi burada sorulması gereken soru şu; bir kişi Allah’a ve elçisine açıkça küfrediyorsa, yukarıda kendisiyle savaşılması emredilen gruba dahil oluyor mudur?
Yani;
* Size karşı savaş açanlar,
* Sizi yerlerinizden çıkaranlar,
* Fitne yayanlar,
* İçinizden (savaştan) alıkoyanlar ve yandaşları,
* Verdikleri sözü bozan, Peygamber’i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavim(e dahil olanlar),
* Allah ve Resûlüne karşı savaşanlar ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanlar,
* Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimseler,
* Kâfirlerden yakınınızda olanlar
gruplarına girip girmediğidir.
Bu sorunun cevabını; Türkçe bilen, Kur’an ayetleri arasında bağ kurabilen ve aklını çalıştıran herkes kendisi vermeye çalışsın.
Rabbim hepimizi münafıklıktan korusun…
Burak Bey selamun aleykum!
Elbette bu ayetlerin varlığını gayet iyi biliyorum. Ancak siz de mutlaka dikkat etmişsinizdir ki bu ayetler ve onların bulundukları yerlerdeki bağlamlarını irdelediğimizde bunların meşru savaş durumundan bahsettiğini görüyoruz. O savaş durumu dışında bizim kafamıza göre her kafir olduğunu söyleyeni katletmemiz gibi bir durum söz konusu olamaz. Nedir o savaş şartları? Onları da Rabbimiz Mumtehane Suresinde adeta savaş için aşılması gereken 3 kırmızı çizgi olarak belirlemiştir:
“Allah size, sizinle din savaşı yapmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselerle iyilik ve fedakarlığa dayalı bir ilişki geliştirmenizi yasaklamaz. Çünkü Allah fedakar olanları pek sever.
Allah size, yalnızca sizinle din savaşı yapan ve sizi yurtlarınızdan çıkaran veya sizin çıkarılmanıza destek verenlerle dostluk kurmanızı yasaklar. Artık kim onlarla dostluk kurarsa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
Mumtehane Suresi 8-9. ayetler.
Yani bu 3 kırmızı çizgiyi (din konusunda savaşan, yurdumuzdan çıkaran veya çıkaranlara destek veren) aşanlarla savaş yapılabilir. Bunlarla dost olmak zalimlik oluyor ayete göre. Savaşın meşru hale geldiği bu gibi topluluklarla savaşmamız için de sizin gösterdiğiniz ayetler devreye girer ve savaş hukukunu detaylandırır. Aynı zamanda da bizleri cesaetlendirir.
İlginize çok teşekkür ederim. Allah yar ve yardımcınız olsun..
Erdem Uygan
Erdem Bey selamlar,
Ben yorumumda; “elbette bu sözleri söyleyen kişi hemen oracıkta öldürülsün” gibi bir anlam vermek istememiştim. Sanırım yazı dilinde böyle sıkıntılar olabiliyor. Sadece olayı kişisellikten çıkartıp kitlesel boyuta taşımak istemiştim.
Şöyle bir durum var. Bu kişinin (ki muhtemelen herkes kimden bahsedildiğini çok iyi biliyordur) söylediği sadece Allah’a ve Peygamber’e hakaret veya küfürden ibaret değil. Bu kişinin; bir ülkenin zalim iktidarına ve o iktidarın savaştığı kişilere ve düşünce yapısına karşı tavrı da sanırım herkes tarafından bilinmekte. Yine bu kişinin, İslam’a ve onun yönetimde söz sahibi olmasına karşı olan tavrı da bilinmekte. Ayrıca konu; kişisel düzeyde bu kişi değil. Konu; bu ve bu kişi gibilerin İslam karşıtlığını demokratik(!) ortamı bahane ederek dillendirmeleri ve bu uğurda eyleme geçmeleri.
Sizin de belirttiğiniz gibi; Mumtehane Suresi 8-9. ayetlerde belirtilen “sizin çıkarılmanıza destek verenler” ve benim yukarıda bir çok ayette belirttiğim şekilde olanların da olduğu bir durum söz konusu. Siz bu kişiyi, bu bağlamda değerlendirmiyor ve İslam hoşgörüsü içinde kişiye karşı bir yaptırım uygulanmayacağını düşünüyor olabilirsiniz. Ancak fitne çıkarmak, şehirde kötü haber yaymak, yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışmak vb. konuları; sadece ülkelerin/toplulukların birbirleriyle savaşlarına indirgeyip bireylerin davranışlarını bu konunun dışında tutmak, Kur’an mantığına çok da uyacak bir davranış olmaz.
Eğer karşınızda bunu bireysellikten çıkartıp kitlesek boyutta eylemlerle destekleyen kişiler, kurumlar, ülkeler vs. varsa, bu durumda biz müslümanlara düşen, o kişiler ve o kişilerin temsil ettikleri düzenle savaşmaktır. Savaşı illâ ve sadece kıtal anlamında almayalım lütfen, ancak kıtalı da bir kenara bırakıp sadece tebliğ boyutuna da indirgemeyelim.
Evet, belirttiğim ayetlerin sizin bahsettiğiniz savaş durumuyla ilgili olanları da var. Ancak Allah; fitnenin ortadan kalmasını, şehirde kötü haber yayanların bu yaptıklarından vazgeçmesini, yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların vb. cezalandırılmasını emrediyor. Bu ve bunlar gibi ayetlerin tümünü “bu ayetler sadece savaş durumunda geçerlidir, kişilerin hayatlarında bu ayetlerin bir hükmü yoktur” kabilinden değerlendirmek; zannımca ileride çok sıkıntı olabilecek durumlara da yol açmaktadır.
İnşallah biraz olsun düşüncemi anlatabilmişimdir.
Selametle kalınız inşallah.
Burak Bey tekrar merhaba,
Yazınızda pekçok kavramın birbirine girdiği gibi bir izlenime kapıldım. Savaş sadece kıtal değildir diyorsunuz. Burada kastınız cihad ise katılırım; cihad sadece kıtal değildir. Kast ettiğiniz savaş, cihad ise yani Allah’ın ayetlerinin yeryüzünde hakim olması için canla başla çalışmak ise çok doğru. Ancak burada kıtal anlamına gelecek olan savaş sadece Mumtahane 8-9 şartları gerçekleşirse gerekli olur. Aksi halde şiddetin hakim olduğu bir dünya olur ki bunun İslam’la uzaktan yakından alakası yoktur. Çünkü bu tarz insanlar, topluluklar ve onların İslam’la mücadelesi hiçbir zaman bitmeyecektir. Nebimizin döneminde de hep vardı. Ancak onlarla sürekli savaş falan yapılmamıştır. Ayetlerle sabittir ki insanların çoğu fasıktır (Maide 49) ve iman etmeyeceklerdir. Fasık, bozguncu demektir. Yani toplumun düzenini bozanlar kıyamete kadar çoğunlukta olacaktır. Ancak bu onlarla sürekli savaş halinde olmamız demek değildir. Bunun hoşgörü ile alakası yoktur. Kastınız cihad ise o doğrudur. Yani müslümanlar her alanda birinci olmak için çalışmak zorundadırlar. Öyle ki fasıklar onları yurtlarından çıkarmaya cesaret edemeyecek duruma gelmelidirler. Bunun yolu savaş değil, adalet ve ilimdir.Yeryüzünde Allah’ın ayetlerini hakim kılıp adaleti sağlarsanız savaşa gerek olmaz. İnsanlar fıtratları gereği sizin hükmünüze girmeyi tercih edeceklerdir. İşte Allah’ın elçisinin 1 tek kişi olarak başladığı risalette, 23 yılda Avrupa büyüklüğünde bir coğrafyaya hükmetmesinin sebebi buydu. Saltanat değil adalet ile bunu başarmıştı. O nedenle devletin ne adı, ne marşı, ne de bayrağı vardı. 23 yılda yapılan onlarca savaşta sadece 150 civarında insan hayatını kaybetmişti.
Bahsettiğiniz ayetleri bağlamları ile değerlendirmemiz gerekir. Bu değerlendirmeleri yapmak için burası çok dar bir alandır. Ancak zaten siz benden de iyi bir şekilde yapabilirsiniz. Ayetler üzerinde bir kez daha düşünmenizi tavsiye ederek bitireyim.
Allah’a emanet olunuz.