“O” Ramazan!

Ay takvimindeki 12 aydan sadece biri olmasına, kendisi gibi 11 ay daha olmasına rağmen adı söylendiğinde dünya üzerindeki herkesin, sadece yılın 12 ayından birini kastetmediğimizi anladığı tek aydır Ramazan ayı…

Peki neden bahsediyoruz Ramazan demekle? Ne anlatmaya çalışıyoruz? Kısacası nedir Ramazan? Bu soruya herkesin birbirine benzer cevapları olacaktır: Kur’an’ın vahyedilmeye başlandığı ay, oruç ayı v.s. gibi ve bunların hepsi de doğrudur.

Bense bugün o ilk Ramazan’a dönmek, o ilk Ramazan ile başlayanın ne olduğunu anlamaya çalışmak, bizim Ramazanlarımızın da bize, Allah’ın Elçisine yaptığı şeyi yapıp yapmadığını sorgulamak istiyorum.

O Ramazan, Allah’ın elçisini ayağa kaldıran, harekete geçiren günleri içeren Ramazan’dı. Kurtuluşu doğuda veya batıda değil o doğunun da batının da sahibinde aramaya çoktan başlamış bir insanın, arayışını ne kadar doğru yerde yaptığını kanıtlayan günlerdi o Ramazan günleri. Oysa daha önce 39 Ramazan daha yaşamış ama hiçbiri ona o Ramazan’ın yaptığını yapmamıştı. Akla gelebilecek her şeye köle olmuş, geleneklerin, hurafelerin emrine girmiş ve yine de doğru yolda olduğunu sanan insanların tevhide çağrılmaya başlandığı günlerdi o ilk Ramazan günleri…

Tevhid! Yani “La İlahe İllallah!” Yani “ilahlar yoktur, tek Allah’tan başka!” Sadece bu cümle bile insanın hayatında sahte ilahlar olduğunun kanıtı değil mi? Peki bunlar pek çoğumuzun zannettiği gibi putlar, heykeller v.s. mi? Eğer öyleyse bugün bize ne ifade edecek bu “tevhid kelimesi”?

Aslında bu sahte ilahlar bugün belki de o günkünden bile daha çok ve daha etkilidir insan hayatında. Özellikle de elinde Allah’ın kitabını bulunduran İslam dünyasında. Çünkü bizler kurtuluşu Allah’ın elçisinin aradığı yerde değil; batıda, doğuda, bilimde, felsefede, sekülarizmde, tasavvufta, liderde, önderde ve daha kim bilir nerede arıyoruz..

Oysa Allah’ın elçisi, elinde Kur’an olmadığı halde bu arayışı doğru yerde yapmıştı. İşte bu doğru tarafa yönelişi, ona Kur’an’ı getirdi. Biz ise elimizde Kur’an olduğu halde, üstelik Nebimiz onun kurtuluşa, özgürlüğe, barışa ve mutluluğa götüren tek kaynak olduğunu, yaşanabilir olduğunu ve yaşandığı takdirde akıl almaz sonuçlar elde edildiğini hayatıyla ispatladığı halde hala arayışımıza yanlış yönde devam ediyor, kurtuluşu yanlış yerlerde arıyoruz.

İşte Ramazan’ı oruç ayı yapan, onu bu kadar özel kılan aslında bu uyanışın, bu yönelişin, bu başlangıcın ve gösterdiği doğru adresin ayı olmasıdır.

O halde Ramazan’ın bizde de Kur’an’ın ilk muhataplarının hayatında başlattığı tevhidi uyanışı başlatması gerekmez mi? Onların Kur’an’la ilk karşılaştıkları Ramazan, onları dirilten, uyandıran, bir daha oturmamak üzere ayağa kaldıran ve alabildiğine özgürleştiren Ramazan oldu. Biz ise Kur’an’ın zaten bulunduğu bir dünyaya doğduğumuz halde hiçbir Ramazan bizi öyle uyandıramıyor, öyle özgürleştiremiyor, öyle diriltemiyor. Bu da hala bizim için o ilk Ramazan’ın gelmediğini ya da bizim onu her seferinde ıskaladığımızı gösteriyor.

Bugün biz kendine Müslüman diyenler, elimizde Kur’an olduğu halde hala köleliğin, sömürünün, ahlaksızlığın ve pisliğin sistemleşmiş hali olan batıyı ilah edinerek nasıl ulaşırız kendi ilk Ramazanımıza? Yine bizler, elimizde Kur’an varken, şirkin her türünün kol gezdiği tasavvufu İslam, sufiliği müslümanlık zannederek Nebimizin o ilk Ramazanı gibisini rüyamızda dahi görebilir miyiz?

Bir tarafta Pinokyo kadar bile sürükleyici olamayan dandik menkıbelerin profesör meddahları, diğer tarafta bir biçimde edindikleri ünvanlarıyla Kur’an’ı tarihe gömmek için çırpınan, kimseye sezdirmeden Allah’a küfretmek için özel olarak geliştirdikleri akademik lisanı kağıt israfı kitaplarını doldurmak için kullanan tarihselci figüranlar… Ortaya çıkan şenlikten gözünü alamayanların “La ilahe İllallah”ı nasıl gerçekleşebilir ki?

Bir taraftan bizi “bikinili kadının giyinik, iç çamaşırlı kadının çıplak” olduğuna inandıracak kadar köleleştirmiş, aklımızı ipotek altına almış batının, diğer taraftan batıdan ya da doğudan gelecek ama Kur’an’da olmayan bir “değer”in olabileceğini zanneden zihinlerin “La ilahe İllallah”ı nasıl gerçekleşebilir?

Oysa tartışılmaz kabul ettiğimiz her şeyin kölesiyiz demektir. Ne zaman samimi bir şekilde hayatımızda tartışılmaz kabul ettiğimiz şeylerin bizi sömürdüğünü kabul edecek ve onlardan kurtulmaya, tartışılmaz olanın sadece vahyi bilgi olduğunu kabul etmeye başlayacağız? Ne zaman izinden gidilecek önderler, liderler, kurtarıcılar, mürşidler belirlemekten kurtulup “en hakiki mürşid Kur’an’dır” diyeceğiz? Ne zaman toprağın altındaki efendilerden, ulu (!) önderlerden kurtulup elimizin altındaki kitabı hayata taşıyacağız?

Bütün bunları yapmadan, yani kendi “la ilahe”mizi hayata geçirmeden bizim o ilk Ramazanımız asla gelmeyecektir. Kendi “la ilahe”miz olmadan “illallah”ımız asla olmayacaktır. Sadece Allah’a kul olmazsak, bize doğru olduğu kabul ettirilebilen her şeyin kölesi olmaktan başka seçeneğimiz yoktur.

“Kimi insanlar, Allah’tan önce ona benzer nitelikte gördüklerine sarılır, onları Allah’ı sever gibi severler. İnanıp güvenenlerin Allah sevgisi daha güçlüdür. Bu yanlışa düşenler, bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının şiddetini, o azabı görecekleri gün gibi keşke şimdiden görebilselerdi…”

(Bakara Suresi 2/165)

Ramazan, Nebimize yaptığını bize de yapmalıdır. Ramazan, Allah’ın ayetlerinin, Allah’ın kullarının hayatlarını inşa etmeye başladığı ay olmalıdır. Batıya ya da doğuya sövdüğümüz ya da köle olduğumuz değil, herkesin Allah’ın kulları olduğunu ve Allah’ın ayetleri ile buluşmaya hakları olduğunu kavrayıp harekete geçtiğimiz ay olmalıdır Ramazan. Allah’ı sevmenin “Allah ne diyorsa o!” diyebilmek ve Allah’ın dediği gibi yaşayabilmek olduğunu fark ettiğimiz ay olmalıdır Ramazan.

Bu Ramazan bizim, sahte ilahlarımızın ninnileri ile daldığımız derin uykudan, alabildiğine hür bireyler olarak tevhide uyandığımız ilk Ramazanımız olmalıdır.

Bu Ramazan’ın hepimiz için “o” Ramazan olması duası ile…

Erdem Uygan


Yayımlandı

kategorisi

,

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir yanıt yazın