د ب ر De – Be – Ra

دبَرَ – يَدبُر – دَبْرًا – دُبُورًا

دبر debera fiili “bir şeyin arkasından, peşinden gitmek” anlamındadır, bu yüzden Süreyyâ yıldızını takip eden yıldıza الدبران Deberân denilmiştir. دبر الشي bir şeyin arkası anlamına gelir. Kur’ân’da bu kökten türemiş kelimeler 44 kez kullanılmaktadır.  دُُبُر kelimesinin önün zıttı olarak “arka” anlamında kullanımı Kur’an’dan tespit edilebilir:

… إِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِبِينَ وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِقِينَ

…“Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın haklı, o yalancının tekidir. Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylüyor, doğru söyleyen odur.” (Yusuf 12/26-27)

İnsan bedeni konu edildiğinde kelimenin yüz anlamına gelen وجه kelimesinin zıttı olduğu ve bedenin arkası anlamına geldiği çoğul formu olan أدبار kelimesinin kullanıldığı ayette görülebilir:

وَلَوْ تَرَىٰ إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُوا ۙ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ 

Melekler canlarını alırken o kâfirleri bir görsen; yüzlerine ve arkalarına vurarak onlara: “Yangın azabını tadın şimdi” derler. (Enfâl 8/50)

Savaştan kaçmak anlamına gelecek şekilde düşmana arkasını dönmek ifadesinde yine دبر ve çoğulu أدبار edbâr kelimeleri kullanılmaktadır:

لَنْ يَضُرُّوكُمْ إِلَّا أَذًى ۖ وَإِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ 

Onlar size sıkıntıdan başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşsalar, arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra yardım da görmezler. (Âl-i İmr’an 3/111)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا زَحْفًا فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْأَدْبَارَ وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُ إِلَّا مُتَحَرِّفًا لِقِتَالٍ أَوْ مُتَحَيِّزًا إِلَىٰ فِئَةٍ فَقَدْ بَاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ ۖ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ 

Ey inanıp güvenenler! Bir (askeri) nizam halinde iken kâfirlerle karşılaşınca sakın arkanızı dönüp kaçmayın. Her kim böyle bir günde, savaş için mevzi tutmak ya da bir birliğin yanında yer almak dışında bir sebeple arkasını dönerse, Allah’ın gazabına uğrar. Onun varacağı yer cehennem olur. Ne kötü hale gelmektir o. (Enfâl 8/15-16)

سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ 

O topluluk, yakında bozguna uğrayacak ve arkasını dönüp gidecektir. (Kamer 54/45)

Tüm bu kullanımlar kelimenin “arka” anlamının son derece belirgin olduğunu, mecaz yahut deyimsel kullanımlarında da bu anlamın aranması gerektiğini göstermektedir. Nitekim Kur’an’da bu kökten gelen kelimelerin tüm formlarında “arka” anlamını tesbit etmek mümkündür. Örneğin zaman bakımından sonralık belirtilirken de arkasından, peşinden gelme, takip etme anlamında yine çoğulu  أدبار kullanılmıştır:

وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ 

Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da ibadet et. (Kaf 50/40)

Kelimenin if’âl bâbından mastarı olan إدبار kelimesi gecenin bölümlerinden bahseden, yani zamanla ilgili bir başka ayette “yıldızların arkalarını dönmeleri” şeklinde kullanılmıştır. Gecenin son evresini belirtmek için kullanılan bu mecaz ifadede yıldızların günün ağarmasıyla birlikte ortadan kaybolma anı betimlenmektedir:

وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ 

Gecenin bir bölümünde ve yıldızların arkalarını dönmeleriyle de O’na ibadet et. (Tûr 52/49)

Kelimenin if’âl bâbından mazi fiili olan أدبر “arkasını bir yere döndürdü” yani “birine veya bir şeye arkasını döndü” anlamına gelir:

ثُمَّ أَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ 

Daha sonra arkasını döndü ve bü­yük­lendi. (Müddessir 74/23)

تَدْعُو مَنْ أَدْبَرَ وَتَوَلَّىٰ 

(Doğrulara) arkasını dönen ve yüz çeviren herkesi kendine çağırır. (Meâric 70/17)

وَاللَّيْلِ إِذْ أَدْبَرَ 

Arkasını döndüğünde geceyi (Müddessir 74/33)

İf’âl bâbının ism-i fâili مدبر  “arkasını dönen” anlamındadır:

ۖ… فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّىٰ مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ …

… Değneğin küçük bir yılan gibi hareket ettiğini gördü, arkasına bakmadan arkasını dönüp kaçtı… (Kasas 28/31)

فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ 

Hemen arkalarını dönüp gitmişlerdi. (Sâffât 37/90)

İsm-i fâili دابر kelimesinin Kur’an’daki kullanımında yine arka anlamı belirgindir. Kelimenin bu formda geçtiği dört ayetin dördünde de قطع kesmek fiiliyle birlikte deyimsel bir kullanımı vardır:

… وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا… 

… Ayetlerimiz karşısında yalan yanlış şeylere sarılanların da arkasını kestik… (A’râf 7/72)

Kelimenin bir şeyin “arkası, peşi” anlamından dolayı bu ayetteki kullanım “ardından kimsenin gelmeyeceği şekilde yok etme”yi anlatmakta, dilimize yine deyimsel bir ifade olan “kökünü kurutmak, kökünü kesmek” şeklinde çevrilmektedir. Hatta bu sebeple دابر kelimesinin “kök” anlamına geldiği söylenmiştir. Ancak gerçekte kelimede öne çıkan anlam yine arka, peş anlamıdır:

 … وَيُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِرِينَ 

… Allah ise verdiği sözler sebebiyle gerçeği ortaya çıkarmak ve o kafirlerin arkasını kesmek istiyordu. (Enfâl 8/7)

Bu ayetten de anlaşılacağı gibi Allah’ın istediği şey Bedir Savaşıyla kâfirlerin arkasının kesilmesi yani arkalarından yeni kafirlerin gelmesinin engellenmesi ve hakimiyetin tam olarak Müslümanlara geçmesini sağlamaktır.

Fiilin tef’îl bâbı دبّر ve mastarı تدبير kelimesidir. Kelimeye sözlükler “işlerin arkasını düşünmek” التفكّر في دبر الأمور şeklinde anlam vermektedirler. Kelime bu anlamıyla dilimize yerleşmiştir. Ancak Kur’an’daki anlamı bundan farklıdır. Kelime Nâziat Suresi’nin beşinci ayetinde geçen مدبرات ifadesi dışında geçtiği dört ayetin hepsinde fiil formundadır ve bu ayetlerin hepsinde fâil Allah,  mef’ûl ise “iş” anlamına gelen الأمر kelimesidir:

قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَمَّن يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَمَن يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَن يُدَبِّرُ الْأَمْرَ ۚ فَسَيَقُولُونَ اللَّـهُ ۚ فَقُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ

Desen ki “Size gökten ve yerden rızık veren kim? Dinleme ve ileri görüşlü olma (basiret) özelliklerinize hakim olan kim? Ya ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkaran kim? Kimdir bu işleri tedbîr eden?” “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki: “Hiç çekinmez misiniz?” (Yunus 10/31)

Meallerde buradaki دبّر fiiline “çekip çevirme” anlamı verilmektedir. Verilen bu anlam yanlış olmamakla birlikte kelimenin merkezinde ve Kur’an’daki tüm kullanımlarında gördüğümüz “arka” anlamını okuyucuya göstermemesi bakımından yetersiz sayılmalıdır. Zira içerisindeki “arka” anlamı bize bir şey anlatmayacaksa neden bu kökten bir kelimenin tercih edildiği sorusu cevapsız kalacaktır. Ayette sadece Allah’ın yapabileceği işler sıralandıktan sonra “bu işleri tedbîr eden kimdir” sorusunu “Allah’tır” şeklinde cevaplayanlar müşriklerdir. O halde Allah’ın bu türden işleri tedbîr etmesi arkasında kendisinin olduğunu her insana göstermesi anlamına gelmektedir. Yani Allah’ın işleri tedbîr ediyor olması “hepiniz biliyorsunuz ki bunun arkasında Ben varım” demesidir diyebiliriz. Bir işin Allah’a ait olduğunu görmek için işin ne olduğunu bilmek yeterlidir. Gök ve yerden rızık verilmesi, insanların dinleme ve görme özelliklerine olan hakimiyet, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarma gibi işler Allah tarafından tedbîr edilen yani arkasında Allah’ın imzasının olduğunu gösteren işlerdir. Kısacası tedbîr etme Kur’an’da “arkasında bulunma” anlamında kullanılmaktadır. Rabbimizin bu işleri ben tedbîr ediyorum demesi “arkasında ben varım” anlamı taşıyorsa tedbîr bizim açımızdan bir zihnî faaliyet olacaktır. Yani bir işi tedbîr eden fâil, muhataba o işin arkasında kendisinin olduğunu göstermekte, bunu görebileceği bir zihinsel faaliyete yol açmaktadır.

إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّـهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ مَا مِن شَفِيعٍ إِلَّا مِن بَعْدِ إِذْنِهِ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّـهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ

Sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra yönetime (arşa) geçmiş olan Allah’tır. İşleri tedbîr eder. Şefaat edecek olan, ancak O’nun izninden sonra edebilir. İşte Allah budur, sizin Rabbinizdir. O’na kul olun. Bilgilerinizi kullanmayacak mısınız? (Yunus 10/3)

Ayette kâinatı yaratan ve yönetenin Allah olduğu söylendikten sonra işlerin tedbîrinden bahsedilerek “Kainatın işleyişi ile ilgili yönetim Allah’ın elindedir, bu işlerin arkasında O vardır” denilmektedir. Yani bu ayette de tedbîr ifadesine, içerisinde “arka” ifadesinin de yer bulacağı şekilde verilebilecek en uygun anlam “arkasında bulunmak”, “arkasında imzası olmak” gibi ifadelerdir. Böylece Kur’an’a göre bir işi tedbîr etmek, o işin arkasında olmak, fâili olmak, arkasında durup bizzat çekip çevirmek anlamındadır denilebilir. Bu ayetin müteşabihlerinden biri olan aşağıdaki ayet tedbîr yerine farklı bir ifade kullanarak tedbîr etme ifadesine verdiğimiz anlamı teyid etmektedir: 

إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ ۗ أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ ۗ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ 

Sizin Rabbiniz Allah’tır; gökleri ve yeri altı günde yaratmış, sonra yönetime (arşa) geçmiştir. O, gündüzü kendini sürekli kovalayan gece ile örter. Güneşi, ayı ve yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak yaratmıştır. Bil ki yaratmak ve (bu sayılan türden) işler O’na aittir. Varlıkların Rabbi olan Allah, pek yücedir. (A’râf 7/54)

Görüldüğü üzere, aynı konudan bahseden ve aynı ifadelerle başlayan bu ayette yine الأمر ifadesi kullanılarak bu tür işlerin Allah’a ait olduğu bu kez دبّر fiili kullanılmaksızın dile getirildi. Bu durum, دبّر fiiline verdiğimiz, “arkasında olma” anlamının yerinde olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Kelime aşağıdaki ayette de sayılan işlerin arkasında Allah’ın bulunduğunu ifade edecek şekilde kullanılmıştır:

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلا شَفِيعٍ ۚ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ مِنَ السَّمَاءِ إِلَى الْأَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ أَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ 

Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan sonra da Arşa (yönetime) geçen Allahtır. O’ndan başka bir dostunuz ve destekçiniz yoktur. Bilginizi kullanmaz mısınız? Gökten yere kadar olan bütün işleri tedbîr eder, sonra, işler sizin hesabınıza göre bin yılı bulan bir gün içinde ona yükselir. (Secde 32/4-5)

Bir diğer ayette daha konu ve kullanılan ifadeler aynıdır:

اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى ۚ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ يُفَصِّلُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ 

Allah, gökleri görünür bir direk olmadan yükseltmiştir. Sonra arşa (yönetime) geçmiş, güneş ve ayı düzenlemiştir. Her biri, belli bir süreye kadar akar gider. İşi tedbîr eder. Âyetleri açıklıyor ki belki Rabbinizle yüzleşme konusunda kesin kanaate varırsınız. (R’ad 13/2)

Lisân’ul Arab دبّر fiilinin anlamını verirken şu örnek cümlelere yer vermektedir:

ويقال: دَبَّرْتُ الحديث عن فلان حَدَّثْتُ به عنه بعد موته، وهو يُدَبِّرُ حديث فلان أَي يرويه.

Denilir ki; ‘Birisinden şu sözü tedbîr ettim’, (yani) ölümünden sonra kendisinden şu sözü naklettim (anlamındadır). O birisinin sözünü tedbîr ediyor, yani rivayet ediyor.

ودَبَّرْتُ الحديث أَي حدّثت به عن غيري

Söz tedbîr ettim, yani o sözü başkasından naklettim.

قال الأَزهري: وقد جاء في الحديث: أَمَا سَمِعْتَهُ من معاذ يُدَبِّرُه عن رسول الله، صلى الله عليه وسلم؟ أَي يحدّث به عنه

Ezherî şöyle demiştir: ‘Hadiste şöyle geldi: Muaz’ın onu Rasulullah (s.a.v)’den tedbîr ettiğini duymadın mı?’ Yani ondan naklettiğini.

Bu örnek ifadelerde de sözü tedbîr etmek o sözün arkasında kimin olduğuna dikkat çekmeyi ifade etmektedir. Mesela son örnekte sözün Rasulullah’tan tedbîr edilmesi, ondan rivayet edildiğine yani arkasında Rasulullah’ın olduğuna dikkat çekmek anlamına gelmektedir.

دبر fiilinin tefa’ul bâbının mastarı التَدَبُّر kelimesidir. Kur’an’da daima fiil olarak تَدَبَّرَ şeklinde geçmektedir. Tedbîr Kur’an’da daima Allah’ın yaptığı bir fiil iken, dört ayette yer alan tedebbür hep insanın yapması gereken bir fiil olarak karşımıza çıkmaktadır. Mef’ulleri ise القول آيات القرآن kelimeleridir. Yani tedebbür edilmesi gereken şeyler olarak sıralanan tüm ifadeler vahyi işaret etmektedir.

Tedebbür kelimesi “bir sözün arkasında yatan maksadı ve merâmı anlamaya çalışmak, bu amaçla o söz üzerinde düşünmek” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanım, kelimenin kök anlamına uygun olarak “arka” manasını içerecek şekilde yapılmış olmasına rağmen bizce Kur’an’a uygun bir tanım olmamıştır. Her şeyden önce bu tanım ile Kur’an üzerinde her türlü yorum faaliyetinin önü açılmış olmaktadır ki Rabbimiz buna izin vermemekte, gerekli açıklamayı bizzat kendisinin yaptığını, bu açıklamaya ulaşmak için kendi belirlediği metoda göre çalışmak gerektiğini bildirmektedir. Rabbimiz tedebbür kavramını da bizzat kendisi açıklamıştır:

أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ ۚ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللَّهِ لَوَجَدُوا فِيهِ اخْتِلَافًا كَثِيرًا 

Kur’an’ı tedebbür etmezler mi? Eğer Allah’tan başkasından gelseydi, onda çok sayıda çelişki bulurlardı. (Nisâ 4/82)

Ayete göre Kur’an’ı tedebbür, onun Allah’tan başkasından gelmiş olamayacağını görmeyi sağlayan bir faaliyettir. Yani kelimenin kök manası da kullanılarak söylemek gerekirse, Kur’an’ı tedebbür etmek onun arkasında Allah’ın olduğunu görmekle sonuçlanacak bir eylemdir. O’nun Allah’ın Kitabı olduğu da onda bir çelişki, ihtilaf olmadığını görmekle anlaşılacaktır. Diğer yandan, Kur’an’ın tedebbür edilmesi, hiçbir şekilde onun “yorumlanması, arkasındaki merâmın görülmesi, ayetlerin satır aralarının ve demek istediklerinin anlaşılması” olamaz. Çünkü bu şekildeki bir faaliyette ayetler arasında ihtilaf olmaması imkansızdır. Kısacası bu ayet tedebbür etmenin, tedebbür edilen şeyin arkasındaki fâili görme amaçlı yapılan bir anlama gayreti olduğunu göstermektedir. Tedebbürün bu anlamını, kullanıldığı diğer ayetlerde de net bir şekilde görmek mümkündür:

كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ 

Sana indirdiğimiz, bereketli bir kitaptır. Onu sana indirdik ki âyetlerini tedebbür etsinler ve sağlam duruşlu olanlar ondan bilgi edinsinler. (Sâd 38/29)

Ayete göre ulu’l elbâb olanların tezekkür etmeleri, yani Kitabın önceki kitaplar gibi zikir olduğunu görmeleri tedebbürle meydana gelecek bir iştir. Bunu ayetin devamından da görmek mümkündür. Zira bir sonraki ayetle birlikte Süleyman Aleyhisselam ve sırasıyla Eyüp, İbrahim, İshak, Yakub, İsmail, İlyas, Zülkifl nebîlerin isimleri ve kıssalarından bölümler anlatılarak ulu’l elbâb’ın tezekkür etmesinin ne demek olduğu hakkında da bilgi verilmektedir. Ulu’l elbâb denilen ve Allah’ın indirdiği Kitaplar hakkında bilgi sahibi olan kişiler, bu kıssalar vasıtasıyla önceki Kitaplarla Kur’an arasındaki tasdik ilişkisini görecek (tedebbür) ve arkasında Allah olduğunu anlayacaklardır. Böylece gelecek elçiye (Kitaba) inanma ve yardımcı olma sözlerini tutma zamanının geldiğini göreceklerdir. Tedebbürün önceki kitaplarla Kur’an arasındaki uyumu görerek Kur’an’ın Allah’tan gelen Kitap olduğunu tesbit etme gayreti anlamına geldiği, geçtiği bir diğer ayette daha oldukça barizdir:

أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ آبَاءَهُمُ الْأَوَّلِينَ

Bu sözü tedebbür etmediler mi? Yoksa kendilerine, eski atalarına gelmemiş olan bir Kitap mı geldi? (Mü’minûn 23/68)

Ayette tedebbür edilmesi gereken şey için القول ifadesinin kullanılması önemlidir. Bu ifade tarih boyunca indirilen tüm vahiy zinciri anlamında kullanılır. Mü’minûn 68. ayette geçen القول bu zincirin son halkası olan Kur’an ile önceki kitaplar arasındaki kopmaz bağı ifade ediyor olmalıdır. Böylece القول’i tedebbür etmenin, bu son halkanın da Allah’a ait olduğunu, arkasında Allah olduğunu tesbit etme gayreti olduğu görülmektedir. Ayette de belirtildiği gibi bu القول’in tedebbürü, Kur’an’ın atalarına gelmiş olan kitaplarla ilişkisini gözler önüne serecek bir faaliyettir. Hatta öyle ki tedebbür edilince Kur’an’ın arkasında Allah olduğunu görmemek için kişinin kalbine kilit vurulmuş olması gerekir:

أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَىٰ قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا 

Kur’an’ı tedebbür etmezler mi? Yoksa kalp­leri üzerinde kilitler mi var? (Muhammed 47/24)

Ayetin devamı tedebbür kavramına verdiğimiz anlamı teyid eden ifadeler içermektedir:

إِنَّ الَّذِينَ ارْتَدُّوا عَلَىٰ أَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَى ۙ الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْ وَأَمْلَىٰ لَهُمْ 

Doğruları bütün açıklığı ile gördükten sonra sırtlarını dönenleri Şeytan aldatmış ve onlara umut vermiştir. (Muhammed 47/25)

Bu ayetlere göre Kur’an’ın tedebbürü الهدى yani doğruyu gösteren rehber oluşunun görülmesine yol açıyor. Yani 24. ayete göre kalbinde kilit varmış gibi davranıp gördüğü halde gerçeğe sırt dönmeyen herkes Kur’an’ı tedebbür ederek arkasında Allah olduğunu görebilir.

Tedebbür kavramının geçtiği ayetleri olabilecek en uygun şekilde anlamlandırabilmek için şu önemli hususu göz önünde bulundurmak gerekir: Ayetlere göre Kur’an’ın tedebbür edilmesi mutlaka arkasında Allah olduğunun görülmesi ile sonuçlanan bir faaliyettir. Bu yüzden tedebbür etme fiiline “arkasında kim olduğunu görmek için gayret göstermek” anlamı vermek ile “arkasında Allah olduğunu görmek” anlamı vermek arasında bir fark olmayacaktır. Hatta yukarıdaki ayette, bu sonuca yol açmayan bir tedebbür olamayacağı için Kur’ân’ın Allah’ın Kitabı olduğunu görmemenin kişinin kendi tercihi olduğu, kalbinde kilit varmış gibi davranması şeklinde ifade edilmiştir.

Bir sözü tedbîr etmek, onu rivayet etmek yani başkasının sözünü iletmek anlamında ise tedebbürün de sadece vahiyle ilgili olarak kullanılmasından hareketle onun Allah’ın sözleri olduğunun görülmesi anlamına geliyor olması makul bir durumdur. Bu durumda Nisâ 82. ayetin Türkçe meali şöyle olmalıdır:

Kur’an’ın arkasında Allah olduğunu görmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başkasından gelseydi, onda çok sayıda çelişki bulurlardı. (Nisâ 4/82)

Erdem Uygan


Yayımlandı

kategorisi

,

yazarı:

Etiketler: