Kur’an’daki İki Farklı Gizleme İfadesi: الكتمان Kitmân ve الإخفاء İhfâ

Giriş

Yüce Allah’ın hiçbir işini gelişigüzel yaptığı düşünülemez. Aksine her işini bir ölçüye göre yaptığını kendisi bildirmektedir(1). Bu durum Kur’an’da kullanmayı tercih ettiği kelimeler için de geçerlidir. Kur’an’daki iki farklı kelimeye bizim aynı anlamı veriyor olmamız bu kelimelerin aralarında hiçbir fark olmadığını göstermez. Diğer bir ifadeyle Allah’ın Kitabında birbirlerinin yerine kullanılabilecek, mutlak anlamda eşanlamlı diyebileceğimiz kelimeler olmaması gerekir. Kelime tercihini yapan Rabbimiz olduğu için bu tercihin anlama etki eden bir karşılığının olması elzemdir. Bu durum Kur’an’daki pek çok konu hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamızı sağlar. Nebî ve rasul kavramları bunun en önemli ve dramatik örneklerinden biridir. Bu iki kavram Kur’an’dan öğrenilip aralarındaki fark tam olarak tespit edilmedikçe meallerdeki çelişkili ifadelerden kurtulmak mümkün değildir.

Sadece kelimeler değil o kelimeler için tercih edilmiş formlar, kipler, harf-i cerler ve kullanıldıkları cümlelerin türleri de anlama etki eden yapılardır. Bunun örneklerinden biri de inzâl ve tenzîl ifadeleridir. Her ikisi de aynı fiilin farklı formları olan bu kelimelerin ayrı ayrı kullanılmasının anlamda da bir fark oluşturması ve bu farkın Kur’an’daki pek çok detayı ortaya çıkarması ancak Allah’ın Kitabından beklenebilecek bir durumdur. Bir diğer örnek olarak آمن âmene fiili verilebilir. Fiilin ب harf-i ceri ile kullanılan formuyla ل harf-i ceri ile kullanılan formu anlamda farklılık yaratmaktadır ki Allah’ın Kitabından beklenen de budur.

الكتمان kitmân (2) ve الإخفاء ihfâ (3) kavramları da Türkçe’ye aynı kelimeyle çevrildiği için meallerde aralarında ne gibi bir fark olduğunun görülemediği kavramlardandır. Her iki kavram da dilimize “gizleme” olarak aktarılmaktadır. Nitekim aşağıdaki benzer ayetlerin birinde كتم keteme fiili kullanılmışken diğerinde أخفى ehfâ fiili tercih edilmiştir:

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلَ اللَّـهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا…

Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyen (ketmeden) ve karşılığında geçici bir çıkar kazananlar… (Bakara 2/174)

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ…

Ey Ehl-i Kitap! size, Kitaptan gizlediğiniz (ihfâ ettiğiniz) birçok şeyi ortaya çıkaran, bir çoğuna da dokunmayan Elçimiz geldi… (Mâide 5/15)

Bakara Suresi 174. ayette geçen يكتمون yektumûne ifadesi ile Mâide Suresi 15. ayetteki تخفون tuhfûne ifadeleri farklı köklerden iki ayrı kelime olmalarına rağmen her ikisi de “gizleme” kelimesiyle dilimize aktarılmıştır. Ancak tamamen farklı kelimeler oldukları için mutlaka anlam olarak da bir farka işaret ediyor, bizlere gizlemenin türüne veya eyleme geçiriliş şekline yönelik detay bilgiler veriyor olmalıdırlar. Aralarındaki farkı tespit edebilmenin yolu bu kavramlara Kur’an’ın yüklediği anlamları ortaya çıkarmaktan geçmektedir. Allah’ın Kitabında lafızlardaki en küçük bir farklılık anlamda da bir farka delalet etmek zorunda olduğuna göre bu farklılığın ne olduğunu da yine Allah’ın Kitabından tespit edebilmemiz gerekir. Çünkü farklı tercihi yapan Allah’tır. O halde neden bu tercihi yaptığının açıklamasını da insanlara bırakmamış olmalıdır. Kur’an metodik bir şekilde okunup üzerinde dikkatle çalışıldığında her bir kavramın hangi anlamda kullanıldığını, benzer kavramlarla aralarında ne gibi farklar olduğunu bize açıkça göstermektedir.

كتم Keteme Fiili ve Kur’an’ın Yüklediği Anlamı:

كتم keteme kök harflerinden oluşan kelimeler Kur’an’da 20 ayette 21 kez ve tamamı fiil formunda karşımıza çıkan kelimelerdir. Sözlükler kelimeye “gizleme ve örtme” anlamı vermektedirler(4). Yine “ilân etmenin zıttı” olduğu kelimeye sözlüklerin verdiği karşılıklardandır(5). Üzerine binildiğinde bağırmayan deveye نَاقَةٌ كَتُومٌ ve gök gürültüsü çıkarmayan buluta سَحَابٌ مُكْتَتِمٌ dendiği yine sözlüklerin verdiği bilgilerdendir. Aynı kökten ketûm kelimesi Türkçemizde de bilgisini paylaşmayan, ağzı sıkı (6) kişi anlamında kullanılmaktadır.

Kur’an’ın kelimeye yüklediği anlamın ise sözlüklere nazaran bazı farklılıklar içerdiğini söylemek mümkündür. Şöyle ki; sözlükler kelimeye bir gerçeği ilan etmeyerek yani gizli tutarak örtme anlamını verirlerken Kur’an “söylenmesi gerekenden başka sözler söyleyerek gizleme” anlamını vermektedir. Bu anlamı nasıl tespit ettiğimizi ilgili ayetleri okuyarak göstermemiz mümkündür:

وَآمِنُوا بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقًا لِّمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُوا أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ 

Yanınızda olanı tasdik edici olarak indirdiğime inanın. Onu görmezlikten gelenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi geçici bir çıkara karşılık satmayın! Yalnız benden çekinerek kendinizi koruyun! Bile bile hakkı, bâtıl kılığına sokmayın; hakkı gizlemeyin (ketmetmeyin)! (Bakara 2/41-42)

Ayette İsrailoğullarına hitaben Kur’an’ın yanlarındaki kitabı tasdik eden bekledikleri kitap olduğu söylendikten sonra onun musaddik oluşunu gizlememeleri emredilmektedir. Zira Bakara 40. ayette geçen mîsak, gelecek kitaba inanma sözüdür. Ancak gelen kitap kendi ellerindeki kitabı tasdik ediyorsa inanma yükümlülükleri vardır(7). İşte Rabbimiz 40. ayetten itibaren o musaddik kitabın geldiğini, bu tasdik ilişkisini bile bile gizlememeleri ve dolayısıyla sözlerini tutmaları gerektiğini belirtirken lafzen “hakkı bâtıl ile giydirmeyin” buyurmaktadır. Hemen ardından gelen “hakkı gizlemeyin وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ” ifadesi bu gizlemenin gerçeğin üzerine bâtıl giydirilerek yapıldığını göstermektedir. Burada gizleme olarak çevrilen kelime كتم keteme fiilinin emir kipindeki 2. çoğul şahıs formudur: تكتموا. Bu durumda ayette hakkı bâtıl ile giydirme eylemi onu ketmetme olarak tarif edilmektedir. Hakkın bâtıl ile giydirilmesi hakkın hiç söylenmeyerek değil, başka bir biçimde söylenerek yani çarpıtılarak gizlendiğini gösterir. O halde bir şeyin ketmedilmesi, o şeyin ortaya çıkarılmayıp saklanarak gizlenmesi değil, olması gereken halinden başka bir biçime sokularak gizlenmesi anlamına gelmelidir.

Zaten ayette İsrailoğullarına hitap edilmekte, onlardan alınan ve Âl-i İmrân 81. ayette anlatılan, gelecek musaddik kitaba inanma sözü hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla Kur’an’ın ellerindeki kitabı tasdik ettiğini en iyi bilen kişiler muhatap alınmaktadır. Gelen kitaba uymamanın tek yolu onun ellerindekini tasdik etmediğini iddia etmek olacaktır. Bu da ancak hakkı bâtıl ile giydirmekle yani gerçeği gerçek olmayan şeylerle gizleyerek olur. Yani İsrailoğulları Kur’an’ın yanlarındaki kitabı tasdik etmediğini, ancak mevcut ayetleri veya hükmü çarpıtarak iddia edebilirler. Aynı konudaki ve yine كتم keteme kelimesinin tercih edildiği Âl-i İmrân 71. ayet öncesiyle birlikte okunduğunda bu durum net olarak görülür:

وَدَّت طَّائِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْ وَمَا يُضِلُّونَ إِلَّا أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّـهِ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ

Ehl-i Kitab’ın bir kesimi, sizi bir saptırabilseler diye fırsat kollarlar. Sadece kendilerini saptırırlar ama farkına varmazlar. Ey Ehl-i Kitap! Şahit olduğunuz halde Allah’ın ayetlerini ne diye örtüyorsunuz? Ey Ehl-i Kitap! Neden bile bile hakkı batıl ile giydiriyor ve hakkı gizliyorsunuz? (Âl-i İmrân 3/69-71)

Görüldüğü gibi ehl-i Kitap, yani kendi kitapları hakkında uzman olan kişiler, gelen yeni kitabın Allah’ın Kitabı olduğunu müşahade etmiş kişilerdir. Bunu gizleyebilmek için o Kitabın ayetlerini çarpıtmaları ve tasdik ilişkisini bozarak insanlara bunun bekledikleri kitap olmadığını söylemeleri gerekir. Ayetlerin çarpıtılması demek onları ortadan kaldırmak değil, gerçekte olduklarından farklı şekle büründürmek yani hakkı batıl ile giydirmek demektir. Nitekim bu kişilerin tahrif ettikleri yani anlamını kaydırdıkları şeyin dinledikleri Kur’an ayetleri olduğu Bakara Suresi 75 ve 76. ayetlerde görülebilir.

Ketmetmenin saklamadan ziyade, ancak “düzeltilerek” açığa çıkarılabilecek bir bozma olduğunu görebileceğimiz önemli bir ayet de şöyledir:

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَىٰ مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ ۙ أُولَـٰئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّـهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَأُولَـٰئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ ۚوَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

İndirdiğimiz açıklayıcı ve yol gösterici ayetleri Kitapta insanlar için ortaya koymamızdan sonra gizleyenler! Allah, işte onları dışlar. Dışlamaya hakkı olanlar da onları dışlarlar. Dönüş yapan, düzelten ve gizlediklerini açıklayanlar başka. Onların tevbesini kabul ederim. Tevbeleri kabul eden ve iyiliği bol olan Ben’im. (Bakara 2/159-160)

Ayette “insanlar için ortaya koymamızdan sonra” ifadesinin yer alması ketmederek gizlemenin saklama şeklinde olmadığını gösterir. Devamındaki أصلحو وبينوا (düzelten ve açıklayan) ifadeleri de ketmetmenin bozarak gizleme olduğunu açıkça göstermektedir. İnzal edilen açık gerçeklerin (beyyineler) ketmedilerek gizlenmesi, onların olması gerekenden farklı hale büründürülmesi olduğu için ıslahtan yani düzeltilip olması gereken hale getirilmesinden ve sonra da beyandan yani düzgün halinin açıklanmasından bahsedilmektedir. Günümüzde Kur’an ayetlerine yapılan da budur. Ayetler herkesin ulaşabileceği şekilde ortadadır ancak anlamları değiştirilerek olması gerekenden farklı anlamlar verilebilir ya da şahsi yorumlarla olmadık sonuçlara varılıp ilgisiz hükümler çıkarılabilir. Böylece gerçek gizlenmiş olur. İşte Kur’an’da buna ketmetmek denilmektedir. Surenin 174. ayeti de şöyledir:

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلَ اللَّـهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۙ أُولَـٰئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللَّـهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyen ve karşılığında geçici bir menfaat elde edenler, karınlarına sadece ateş doldururlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları aklamaz. Hak ettikleri acıklı bir azaptır. (Bakara 2/174)

Bu ayette de gizleme كتم ketmetme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da Kitaptan yanlış bir hüküm çıkarıp doğru gibi sunularak yapılabilir. Her iki ayette de gördüğümüz gibi Kitaptan inzal edileni ketmetmenin cezası son derece ağır olacaktır.

Kelimenin bir şeyi bozarak veya değiştirerek, onun olması gereken gerçek halini gizlemek anlamında olduğunu başka ayetlerden de görmemiz mümkündür:

وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادَّارَأْتُمْ فِيهَا ۖ وَاللَّـهُ مُخْرِجٌ مَّا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ

Bir gün bir kişiyi öldürüp suçu birbirinize atmıştınız. Halbuki Allah  neyi gizlediğinizi (ketmettiğinizi) ortaya çıkaracaktır. (Bakara 2/72)

Ayette gizlediğiniz (مَّا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ) şeklinde ifade edilen şey cinayetin failidir. Bu gizleme ilgili kişilerin suçu birbirlerine atmalarıyla yapılmaktadır. Yani buradaki gizleme, gerçeğin saklanıp ortaya çıkarılmaması ile değil, konunun farklı yerlere çekilmesiyle yapılmaktadır. Dolayısıyla bu ayet de كتم ifadesi ile ilgili tespit ettiğimiz anlamı desteklemektedir.

Kur’an’da şahitliğin gizlenmesi de daima  كتم keteme fiili ile dile getirilmektedir:

أَمْ تَقُولُونَ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا أَوْ نَصَارَىٰ ۗ قُلْ أَأَنتُمْ أَعْلَمُ أَمِ اللَّـهُ ۗ وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَتَمَ شَهَادَةً عِندَهُ مِنَ اللَّـهِ ۗ وَمَا اللَّـهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُون

Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının Yahudi veya Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: “Siz mi iyi bilirsiniz, Allah mı?” Allah’ın kendisine gösterdiği bir gerçeği gizleyenden daha büyük yanlışı kim yapabilir? Yaptığınız hiçbir şey Allah’ın dikkatinden kaçmaz. (Bakara 2/140)

Ayette Allah’ın gösterdiği gerçeğin gizlenmesi كتم keteme kelimesi ile ifade edilmiştir. Allah’ın göstermiş olmasından gerçeğin zaten bilindiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla buradaki gizleme ortaya çıkarmadan gizli tutma, saklama anlamında olamaz. Ayrıca ayetin başından da anlaşılacağı üzere gizlenen şey, sayılan nebîlerin Hristiyan veya Yahudi olmadıkları gerçeğidir. Bunu, o nebîlerin Yahudi ve Hristiyan olduklarını iddia ederek yapmaktadırlar. Kısacası burada da gerçek hiç söylenmeyerek değil, gerçek dışı iddialar dile getirilerek gizlenmeye çalışılmakta ve bu gizleme كتم keteme fiili ile ifade edilmektedir. Aşağıdaki ayette de şahitliğin gizlenmesi yine aynı kelimeyle ifade edilmiştir:

 وَإِن كُنتُمْ عَلَىٰ سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا فَرِهَانٌ مَّقْبُوضَةٌ ۖ فَإِنْ أَمِنَ بَعْضُكُم بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ أَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللَّـهَ رَبَّهُ ۗوَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَ ۚ وَمَن يَكْتُمْهَا فَإِنَّهُ آثِمٌ قَلْبُهُ ۗ وَاللَّـهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ

Yolculukta olur da yazacak birini bulamazsanız, yapılacak olan rehin almaktır. Biriniz diğerine güvenir (borcu yazmaz, rehin de almaz) ise, kendine güvenilen kişi, Rabbi olan Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakınsın da güveni kötüye kullanmasın. Şahitliği gizlemeyin. Kim gizlerse kalbi iyilikten uzaklaşır. Yaptığınız her şeyi bilen Allah’tır. (Bakara 2/283)

Bakara 282. ayetteki borçların yazılması konusunun devamındaki ayette karşılıklı güvenden dolayı borcun yazılmaması durumu anlatılmaktadır. Burada şahitliğin gizlenmemesi elbette kendisine güvenilen borçlunun borcuna ve vadesine sadık olması anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla buradaki gizleme borcun miktarı veya vadesinin gerçekte olandan başkası ile değiştirilmesidir. Bu durum da yine كتم keteme fiili ile dile getirilmiştir. Bir başka ayet şöyledir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ حِينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ أَوْ آخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ إِنْ أَنتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْأَرْضِ فَأَصَابَتْكُم مُّصِيبَةُ الْمَوْتِ ۚ تَحْبِسُونَهُمَا مِن بَعْدِ الصَّلَاةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللَّـهِ إِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَرِي بِهِ ثَمَنًا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَىٰ ۙوَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللَّـهِ إِنَّا إِذًا لَّمِنَ الْآثِمِينَ 

Ey inanıp güvenenler! Sizden birine ölüm hali gelir de vasiyet edecek olursa içinizden güvenilir iki kişi aranızda şahit olsun. Eğer yolculuk yaptığınız sırada ölüm gelip çatarsa sizin dışınızdan iki kişi de olabilir. Şahitlerden şüphelenirseniz namazdan sonra alıkoyar, şöyle yemin ettirirsiniz: “Vallahi bu işten bir kazancımız yoktur, isterse en yakınımız olsun. Allah için yapılan şahitliği gizlemeyiz. Öyle olsa elbette günaha gireriz.” (Mâide 5/106)

Bir kez daha şahitliğin gizlenmesinden bahsedilen bir ayette كتم keteme kelimesi kullanılmıştır. Burada da kendilerinden şüphelenilen şahitler yaptıkları şahitliği gizlememek üzere yemin ettirilmektedirler. Ayette yemin edenler zaten şahitlerdir. Yani gerçeği bilen kişilerdir. Bunların şahitliği gizlemeleri, gerçeği olduğundan farklı şekilde söylemeleri ile olabilir. Konumuz açısından belirleyici olabilecek ayetlerden bir diğeri de şöyledir:

وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ نَافَقُوا ۚ وَقِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّـهِ أَوِ ادْفَعُوا ۖ قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالًا لَّاتَّبَعْنَاكُمْ ۗ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْإِيمَانِ ۚ يَقُولُونَ بِأَفْوَاهِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ ۗوَاللَّـهُ أَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ

Bir de ikiyüzlülük edenleri bilmek için yaptı. Onlara: “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!” denince “Savaşmayı bilsek, elbette peşinizden geliriz!” demişlerdi. O gün, imandan çok kâfirliğe yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Onların gizlediklerini en iyi bilen Allah’tır. (Âl-i İmrân 3/167)

Kalplerinde olmayan şeyi ağızlarıyla söylemeleri söyledikleri şeyin kalplerinde olandan başka bir şey olduğunu gösterir. Rabbimiz bu tavrı كتم ketm olarak değerlendirmekte ve bu kelimeyi kullanarak “gizlediklerini en iyi bilen Allah’tır” buyurmaktadır. Burada da Kur’an’a göre ketmetmenin gerçeği saklayıp hiç söylemeyerek değil, olduğundan başka bir şekilde söyleyerek gizleme olduğu net bir şekilde görülmektedir. Benzer bir ayet şöyledir:

وَإِذَا جَاءُوكُمْ قَالُوا آمَنَّا وَقَد دَّخَلُوا بِالْكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِهِ وَاللَّـهُ أَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ

Size geldiklerinde “iman ettik” derler, oysa kâfir girerler, kâfir çıkarlar. Allah onların gizlediklerini daha iyi bilir. (Mâide 5/61)

Bu ayette de konu edilen kişiler kâfirliklerini müminlerin yanındayken “iman ettik” diyerek gizlemektedirler. Gizleme olarak dilimize aktarılan ifade burada da  كتم keteme fiilidir. 

Konumuzla ilgili en dikkat çekici ayetler ise Mü’min Suresinde bulunmaktadır. Firavunun ailesinden imanını “ketmeden” mümin bir kişinin yaptığı konuşma bu ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

وَقَالَ رَجُلٌ مُّؤْمِنٌ مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ إِيمَانَهُ أَتَقْتُلُونَ رَجُلًا أَن يَقُولَ رَبِّيَ اللَّـهُ وَقَدْ جَاءَكُم بِالْبَيِّنَاتِ مِن رَّبِّكُمْ ۖ وَإِن يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ ۖ وَإِن يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُم بَعْضُ الَّذِي يَعِدُكُمْ ۖ إِنَّ اللَّـهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِرِينَ فِي الْأَرْضِ فَمَن يَنصُرُنَا مِن بَأْسِ اللَّـهِ إِن جَاءَنَا ۚ قَالَ فِرْعَوْنُ مَا أُرِيكُمْ إِلَّا مَا أَرَىٰ وَمَا أَهْدِيكُمْ إِلَّا سَبِيلَ الرَّشَادِ

Firavun ailesinden, imanını gizleyen bir mümin dedi ki: “Size Rabbinizden açık belgelerle gelmiş bir adamı “Rabbim Allah’tır” dediği için mi öldürüyorsunuz? Eğer yalancıysa, yalanı kendi aleyhinedir. Dürüstse, yaptığı tehditlerin bir kısmı başınıza gelebilir. Allah, aşırılık eden yalancı birini yola getirmez. Ey halkım, bugün yetki sizdedir, bu topraklara siz hâkimsiniz. Başımıza Allah’tan bir bela gelirse bize kim yardım eder?” Firavun dedi ki “Size sadece kendi gördüğümü gösteriyorum. Size sadece doğru yolu gösteriyorum.” (Mü’min 23/28-29)

Ayetlerde konuşan kişinin imanını (8) gizleyen bir mümin olduğu belirtilirken “gizleme” ifadesi كتم keteme fiili ile dile getirilmiştir. O halde yukarıda bu fiile verdiğimiz anlama göre bu kişi imanını kimseye söylemeyerek değil, mümin olduğunu söylemeyip yerine başka şeyler söyleyerek gizlemiş olması gerekir. Ayetler dikkatli okunduğunda bu kişi mümin olduğunu söylememekte, buna rağmen halka hitaben bir konuşma yapmaktadır. Konuşmasında Musa Aleyhisselamın getirdiği belgelerin önemli olduğunu, onun doğru söyleyip söylemediğinin kararının o mucizelere bakılarak verilmesi gerektiğini, yalancıysa sonuçlarına kendisinin katlanacağını, bunun için bir insanı öldürmenin doğru olmayacağını söylemektedir. Burada kendi imanına dair bir şey söylemediği gibi, bu konuşmasıyla kendi düşüncesinin de başkaları için bir önemi olmadığının ipuçlarını vermektedir. Dolayısıyla ketmetmenin Kur’an’dan öğrendiğimiz anlamı burada da doğru çalışmakta, mümin kişi imanını yaptığı bu konuşmayla da gizlemiş olmaktadır. Öyle ki; bu konuşmanın ardından Firavun bile kimseyi zorlamadığını imâ ederek kendi düşüncesine göre doğru yolu gösterdiğini dile getirmiş ve geri adım atmak durumunda kalmıştır. Mümin kişi sonraki ayetlerde devam eden konuşmasında yine kendi imanıyla ilgili bir şey söylememekte, önceki nebiler ve onların toplumlarından örnekler vererek Allah’ın herkes için geçerli olan kanunlarından bahsetmektedir.

Sonuç olarak كتمان kitmân Kur’an’da, susarak değil gerçek dışı şeyler söyleyerek gerçeği gizlemeyi anlatmaktadır. Aşağıda göreceğimiz gibi إخفاء ihfâ ise bir şeyi içinde tutup saklama ve kimseye söylememe, açık etmeme anlamında bir gizlemedir. İki fiil arasındaki bu farkı tespit etmenin bir çok ayeti doğru anlamamızı sağladığını da örnekleri ile ilerleyen bölümlerde ele almaya çalışacağız.

خفي Hafiye (9) Fiili ve Kur’an’ın Yüklediği Anlamı:

Bu kökten kelimeler Kur’an’ın 31 ayetinde 34 kez karşımıza çıkmaktadır. Sözlükler kelimenin gizlemek ve açığa çıkarmak şeklinde birbirinin zıttı iki anlama geldiği bilgisini vermektedirler. Bunun dışında, gizlemek anlamındaki kullanımının أ (elif) ziyadesiyle olduğunu (if’âl bâbı أخفى), görünmek, açığa çıkmak anlamının ise أ (elif) harfi olmaksızın (sülasi mücerred خفي) kullanımında bulunduğunu da dile getirmektedirler. Buna göre خفي الشيءُ “o şey göründü, açığa çıktı” anlamındadır. Bu bağlamda أخفيت ifadesinin gizledim, خفيت ifadesinin ise gösterdim anlamına geldiğini sözlüklerden öğrenmekteyiz. Kelimenin gizleme anlamına geldiğini الخافي kelimesinin “cin” anlamına gelmesinden de anlayabilmekteyiz.(13). Kuşların kanatlarının ön kısmındaki yapıyı gizledikleri için buradaki tüylere aynı kökten الْخَوَافِي ismi verildiğini, aynı kelimenin yaprakları tarafından gizlenen hurma dalının merkezindeki yumuşak bölge için de kullanıldığı bilgisini yine sözlüklerden edinmekteyiz(14). Ne var ki; sözlüklerin, kelimenin gizlemenin zıttı olan görünme, açığa çıkma anlamına da geldiği söylemleri Kur’an’daki kullanımlarına uygun düşmemektedir. Kur’an bu kökten kelimeleri daima gizli, saklı olma anlamında kullanmaktadır(15). Kelime Arapça’da kullanılmayan bir anlamda Türkçeye de geçmiş, kişi veya meselelerle ilgili gizli şeyleri araştıranlara dedektif anlamında hafiye denmiştir.

Kelimenin lâzım fiil olan sülasi mücerred formu خفي hafiye fiili Kur’an’da da geçmekte, hatta aşağıdaki ayette zıt anlamlısı ile kullanılarak ne anlama geldiği gözler önüne serilmektedir:

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَىٰ عَلَى اللَّـهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ…

O gün onlar ortaya çıkarlar; hiçbir şeyleri Allah’a gizli kalmaz… (Mü’min 40/16)

Ayette kelimenin “gizli kalmak, saklı kalmak” anlamında olduğu “bariz olma, ortaya çıkma”nın (بارزون) zıttı olarak kullanılmasıyla ortaya konmuştur. Aşağıdaki ayette de bu anlam nettir:

إِنَّ اللَّـهَ لَا يَخْفَىٰ عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ 

Göklerde ve yerde hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. (Âl-i İmrân 3/5)

Kelimenin sır saklamak gibi saklama ve söylememe anlamında olduğu sır kelimesiyle kullanılmasından da anlaşılmaktadır:

وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى

İster söyle ister söyleme; o sır olanı da daha gizlisini de bilir. (Tâhâ 20/7)

Anlaşılacağı üzere Kur’an’ın bu kelimeye verdiği gizleme anlamı önceki bölümde gördüğümüz كتم keteme kelimesinden farklı bir gizlemeyi anlatmaktadır. كتم keteme kelimesinde, gizlenecek şeyin başka bir yapıya büründürülerek gizlenmesi, diğer bir deyişle gerçeğin gerçek olmayana çevrilerek gizlenmesi söz konusuyken, خفي hafiye kelimesinde gizlenecek şeyle ilgili hiçbir bilgi verilmeden, sır gibi saklanarak gizlenmesi anlamı mevcuttur. Hatta yukarıdaki ayette sırdan daha gizli olma durumu خفي hafiye kelimesinin ism-i tafdili ile anlatılmıştır. Bu da kelimenin كتم keteme kelimesinden, bahsettiğimiz şekildeki farkını ortaya koyması bakımından önemlidir.

Kelimenin müteaddî fiil olan if’âl babındaki kullanımlarında da bu durum net bir şekilde görülebilir. Bu bâbda أخفى ehfâ halini alan fiil aşağıdaki ayette yine “sır” kelimesinin fiil hali kullanılarak tanımlanmıştır:

…تُسِرُّونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنتُمْ…

… Onlara karşı sevgi beslediğinizi sır olarak gizliyorsunuz, oysa ben gizlediğinizi (ihfâ ettiğinizi) de açıkladığınızı da bilirim… (Mümtahine 60/1)

Ayette “sır olarak gizliyorsunuz” şeklinde anlam verdiğimiz bölüm تسرون tusirrûne kelimesidir. Türkçe’ye de girmiş olan sır kelimesinin fiil halidir. Bu türden bir gizlemeyi yapanlara ayetin devamında “gizlediğinizi bilirim” denirken kullanılan fiil ise ehfâ fiilidir. Böylece bir şeyi ihfâ etmenin, onu sır olarak saklamak anlamına geldiği ortaya çıknaktadır. Bir şeyin Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği şekilde gizlenmiş olduğu ifade edilirken kullanılan fiil de yine خفي hafiye fiilidir:

فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَّا أُخْفِيَ لَهُم مِّن قُرَّةِ أَعْيُنٍ جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Yaptıkları işlere karşılık onlar için, gözleri kamaştıran ne güzelliklerin saklandığını kimse bilemez. (Secde 32/17)

Aşağıdaki ayette gizlenen şeyin “içinizde olan – ما في أنفسكم ma fî enfusikum” ifadesiyle dile getiriliyor olması da إخفاء ihfâ ile anlatılan gizlemenin كتمان kitmândan farklı olarak içte gizlenen, kimseye bahsedilmeyen, diğer bir deyişle saklanan şey olduğunu göstermektedir:

لِّلَّـهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗوَإِن تُبْدُوا مَا فِي أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُم بِهِ اللَّـهُ…

Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çeker… (Bakara 2/284)

Kur’an’da 3 ayette إخفاء ihfânın mef’ulü (mef’ul bihi veya mef’ul fîhi) نفس nefs kelimesi ile kullanılmakta ve “içte olan şeyin” gizlendiği dile getirilmektedir(16). أخفى ehfâ fiilinin geçtiği ayetlerde mef’ul olan benzer bir ifade daha vardır: 

قُلْ إِن تُخْفُوا مَا فِي صُدُورِكُمْ أَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللَّـهُ…

De ki; içinizde olanı gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir… (Âl-i İmrân 3/29)

Ayette gizlenen şey bu kez ما في صدوركم ma fî sudurikum şeklinde dile getirilmiş ve dilimize yine “içinizde olan” şeklinde aktarılmıştır. صدور sudûr kelimesi toplam 4 ayette bu fiille ilişkili olarak kullanılmaktadır (fâil veya mef’ul)(17). Dolayısıyla خفي hafiye fiili ile anlatılan gizlemenin, içte saklanarak, gizlenen şey hakkında hiç bir bilginin verilmemesini ifade eden bir gizleme çeşidi olduğu ortaya çıkmaktadır. İçerisinde hem nefs hem sadr kelimelerinin geçtiği şu ayet ihfâ kavramının anlamının, açığa vurmadan, sadece Allah’ın bileceği şekilde gizleme olduğunu çok net olarak gösteren ifadeler taşımaktadır: 

… يُخْفُونَ فِي أَنفُسِهِم مَّا لَا يُبْدُونَ لَكَ ۖ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْأَمْرِ شَيْءٌ مَّا قُتِلْنَا هَاهُنَا ۗ قُل لَّوْ كُنتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلَىٰ مَضَاجِعِهِمْ ۖ وَلِيَبْتَلِيَ اللَّـهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ ۗ وَاللَّـهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

… Sana açmadıklarını içlerinde gizliyor (ihfâ ediyor), “Bu iş lehimize olsaydı burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Evlerinizde bile olsaydınız, öldürülecekleri yazılanlar, düşecekleri yere kadar gelirlerdi”. Bunlar, Allah’ın içinizde olanı denemesi ve kalplerinizdeki kirleri iyice gidermesi içindir. İçinizde ne olduğunu bilen Allah’tır. (Âl-i İmrân 3/154)

Ayetteki kişilerin ihfâ ettikleri şey, مَّا لَا يُبْدُونَ لَكَ “sana açamadıkları şey” olarak dile getirilmiştir. Dolayısıyla ihfâ ile yine, hiçbir şey söylemeden gizleme anlatılmış olmaktadır. Eğer içlerinde olandan başka bir şey söyleyerek gizleme yapsalardı o zaman ihfâdan değil ketmetmekten bahsedilmesi gerekirdi.

“Geceleyin saklanan kişi” için de yine خفي hafiye kökünden türemiş bir kelime kullanılması, ortaya koymaya çalıştığımız anlamı desteklemesi bakımından önemlidir:

سَوَاءٌ مِّنكُم مَّنْ أَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَن جَهَرَ بِهِ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِاللَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ

İçinizden sözü gizleyen, açığa vuran, gece saklanan ve gündüz dışarı çıkan O’nun için aynıdır. (Ra’d 13/10)

Aşağıdaki ayetlerde ihfâ kavramı kullanılarak gizlendiği dile getirilen şeylerin tamamı gizli saklı, kimseye gösterilmeden yapılan eylemlerdir. Bu durum fiilin başkalarına hiçbir bilgi vermeden yapılan gizleme anlamında olduğunu desteklemektedir:

إِن تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَ ۖوَإِن تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ…

Zekâtları/sadakaları açıkça verirseniz pek güzel olur! Ama fakirlere verirken gizlemeniz, sizin için daha iyidir… (Bakara 2/271)

إِن تُبْدُوا خَيْرًا أَوْ تُخْفُوهُ أَوْ تَعْفُوا عَن سُوءٍ فَإِنَّ اللَّـهَ كَانَ عَفُوًّا قَدِيرًا 

Bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz ya da bir kötülüğü affederseniz bilin ki Allah da affedicidir, ölçü belirleyendir. (Nisâ 4/149)

Kelimenin ortaya çıkarmadan, başkalarının bilemeyeceği şekilde saklama anlamına geldiğini net bir şekilde gösteren ayetlerden biri de En’âm Suresindedir:

وَمَا قَدَرُوا اللَّـهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُوا مَا أَنزَلَ اللَّـهُ عَلَىٰ بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاءَ بِهِ مُوسَىٰ نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُوا أَنتُمْ وَلَا آبَاؤُكُمْ قُلِ اللَّـهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ 

Allah’a hak ettiği ölçüde değer vermediler. “Allah hiçbir insana bir şey indirmiş değildir.” dediler. De ki “Öyleyse Musa’nın insanlar için bir nur ve bir rehber olarak getirdiği o Kitabı kim indirdi? Siz onu parşömenler haline getiriyor o parşömenlerin de bir kısmını açıp, bir kısmını gizliyorsunuz. Size de atalarınıza da bilmedikleri şeyler öğretilmiştir. Sen, “Onu indiren Allah’tır” de sonra onları daldıkları yerde bırak da oynamaya devam etsinler. (En’âm 6/91)

Ayette Yahudilerin iddiası çürütülürken Rabbimiz, Musa Aleyhisselama indirdiği Kitabın Yahudiler tarafından parşömenlere yazıldığını şöyle bildiriyor: تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا. Burada تجعلونه tec’alûne ifdesindeki ه hu zamiri müzekker olduğundan Kitabı göstermektedir. Yani “Kitabı” parşömenler haline getirdiniz buyrulmaktadır. Devamındaki تبدونها tubdûnehâ ifadesindeki zamir ise müennestir ve çoğul olan قراطيس karâtîs (parşömenler) ifadesine döner. Yani ayete göre açılıp gösterilen ve gizlenen şey Kitap değil, Kitabın yazılı olduğu parşömenlerdir. Dolayısıyla ayette maddî bir nesnenin gösterilmesi ve bir kısmının da gizli tutulmasından bahsedilmektedir. Bu sebeple كتم keteme değil أخفى ehfâ fiili kullanılmıştır. Çünkü bir önceki bölümde öğrendiğimiz üzere كتم keteme bir gerçeği tahrif ederek, olduğundan başka şekle büründürerek gizlemektir. Bu sebeple maddi bir nesneyi ketmetmekten söz edilemez. Böylece bu ayet, أخفى ehfâ kelimesiyle dile getirilenin, “ortaya çıkarmayıp saklayarak gizleme” olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiş olmaktadır. Şu ayetler de kelimenin bu türden bir gizlemeden bahsettiğini doğrulayan ifadeler içermektedir:

قُلْ مَن يُنَجِّيكُم مِّن ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً لَّئِنْ أَنجَانَا مِنْ هَـٰذِهِ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ

De ki; Gizlice ve yalvararak: ‘Bizi bundan kurtarırsan elbette sana karşı görevlerini yerine getirenlerden oluruz’ diye dua ettiğiniz bir sırada, sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran kimdir? (En’âm 6/63)

Ayette “gizlice” anlamı verilmiş kelime, خفي kelimesinin mastarı olan خفية hufye kelimesidir. Gerek ayette anlatılan olay, gerekse kelimenin “yalvarma” anlamına gelen تضرع tadarru kelimesiyle birlikte kullanılması, buradaki gizlemenin “içte saklama” anlamında olduğunu göstermektedir(18). Benzer bir kullanım şu ayette de görülebilir:

 إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيًّا

O, bir gün Rabbine gizlice seslenmişti. (Meryem 19/3)

Zekeriyâ Aleyhisselamın dua etmesinden bahseden bu ayette de gizlice şeklinde çevrilmiş olan kelime خفيا hafiyyen kelimesidir. Burada da kelimeye yukarıda verdiğimiz anlamların doğruluğu görülmektedir. 

Şimdi inceleyeceğimiz iki ayet ise birbirinin neredeyse aynı ifadeleri içermelerine rağmen birinde كتم keteme, diğerinde ise خفي hafiye fiilleri kullanılmıştır. Bu yüzden iki kavram arasında tespit ettiğimiz anlam farkının doğru olup olmadığını görmemiz açısından bu ayetler büyük önem arz etmektedirler. Bunlardan biri Enbiyâ Suresi 110, diğeri ise Tâhâ Suresi 7. ayetlerdir:

إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ 

Allah açık olan sözü bildiği gibi gizlediğinizi de bilir. (Enbiyâ 21/110)

 وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى

Sözü açıkça söylesen de O sır olanı da daha gizlisini de bilir. (Tâhâ 20/7)

İlk ayette كتم keteme fiili kullanıldığına göre burada bahsedilen gizlemenin “gerçek bilindiği halde çarpıtılarak gerçek olmaktan çıkarılması ile yapılan gizleme” olması gerekir. Böyle olup olmadığını görebilmek için ayetin hemen öncesine bakmamız yeterlidir:

قُلْ إِنَّمَا يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَـٰهُكُمْ إِلَـٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ فَإِن تَوَلَّوْا فَقُلْ آذَنتُكُمْ عَلَىٰ سَوَاءٍ ۖ وَإِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ أَم بَعِيدٌ مَّا تُوعَدُونَ إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ

De ki; Bana, sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunmaktadır. Artık O’na teslim oldunuz mu? Yüz çevirirlerse de ki; Her şeyi size olduğu gibi bildirdim. Tehdit edildiğiniz şey yakın mıdır yoksa uzak mıdır, onu ben bilmem. Allah açık olan sözü bildiği gibi gizlediğinizi de bilir. (Enbiyâ 21/108-110)

Görüldüğü gibi gerçekler Nebî tarafından tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla ayette bundan sonra yapılacak gizlemenin ketmetmek olacağı ifade edilmekte, yani gerçeğin bozulup gerçek dışı bir hale getirilmesiyle gizlenmesinin vurgulandığı anlaşılmaktadır. Bu ayetin benzeri olan Tâhâ 7. ayette ise أخفى ehfâ ifadesine yer verilmiştir. Öncesi ile okunduğunda konunun yukarıdaki ayetten farklı olduğu görülür: 

الرَّحْمَـٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَىٰ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَىٰ وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى

Rahman, yönetimin başına geçmiştir. Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve nemli toprağın altında ne varsa hepsi O’nundur. İster söyle ister söyleme; o sır olanı da daha gizlisini de bilir. (Tâhâ 20/5-7)

Bu ayetlerde Yüce Allah’ın özellikleri dile getirilmekte, en gizli olan şeyin bile Allah’a gizli kalmayacağı ortaya konmaktadır. Dolayısıyla bu ayette gizli olma ile ilgili olarak خفي hafiye kökünden bir ifadenin kullanılması, kelimenin Kur’an’da “bir şeyin hiçbir şekilde anılmayarak saklı tutulması” anlamında kullanıldığını göstermektedir. Böylece birbirlerine çok benzeyen iki ayette aynı anlam için neden iki farklı kelime kullanıldığı da netlik kazanmaktadır. Tâhâ 7. ayetteki kullanımın bir benzerini kelimenin hem sülasî hem de if’âl bâbının kullanıldığı şu ayette de görmekteyiz:

رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ ۗ وَمَا يَخْفَىٰ عَلَى اللَّـهِ مِن شَيْءٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ

Rabbimiz! Biz neyi gizlesek ve neyi açığa vursak sen bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. (İbrahim 14/38)

Bu ayette de bir şeyi “ihfâ” etmek “tamamen saklamak”, bir şeyin Allah’a “hafiy” kalmıyor olması da “saklı” kalmıyor olması anlamındadır. Dolayısıyla bu fiille kitmân’dan tamamen farklı bir gizlemeden, bir şeyi saklamaktan, hiç ortaya çıkarmamaktan bahsedilmektedir. Kelimenin saklı tutma, hiçbir şekilde ortaya çıkarmama anlamını görebileceğimiz önemli ayetlerden biri de kadınların örtünmelerinden bahseden Nûr Suresi 31. ayetin son bölümüdür:

…وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِنْ زِينَتِهِنَّ…

…Gizledikleri güzellikleri bilinsin diye ayaklarını farklı şekilde yere basmasınlar… (Nûr 24/31)

Buradaki gizlemenin de كتم keteme ile değil أخفى ehfâ fiili ile dile getirilmiş olması iki kelime arasındaki anlatmaya çalıştığımız farkı net şekilde ortaya koymaktadır. Kadınların güzelliklerinin saklı, kapalı olması gerektiği için bu kelime tercih edilmiştir.

Sonuç itibariyle  خفي hafiye kelimesiyle dile getirilen gizleme fiilinin كتم keteme kelimesiyle anlatılandan çok farklı olduğu görülmektedir. كتم keteme kelimesinde gizlenecek şeyin başka şekle büründürülmesi ve böylece asıl olması gereken halinin görülmesinin engellenmesi anlamı varken خفي hafiye kelimesinde gizlenen şeyin hiç söylenmeyerek içte saklanması anlamı bulunmaktadır. Aradaki bu farkın görülmesi ve gözetilmesi pek çok ayeti daha doğru anlamamıza sebep olmaktadır. Şimdi de bu ayetler üzerinde duralım:

كتمان Kitmân ve إخفاء İhfâ Arasındaki Farkı Gözetmenin Etkileri: 

Anlamı Türkçe’ye mecburen “gizleme” olarak aktarılan bu iki kavramla ilgili olarak Kur’an’dan tespit ettiğimiz ince fark gözetildiğinde, bu kelimelerin geçtiği bir takım ayetleri daha doğru ve daha detaylı bir biçimde anlamamız mümkün olmaktadır:

1. Tâhâ Suresi 15. Ayet:

إِنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَىٰ

O saat, herkesin gösterdiği gayretin karşılığını görmesi için mutlaka gelecektir. Neredeyse onu saklı tutacaktım. (Tâhâ 20/15)

Kur’an’da الساعة ifadeleri “o saat” anlamına gelir ve bizim kıyamet kopması dediğimiz, yeryüzünde yaşamın son bulacağı son an için kullanılır. Bu ayette Rabbimiz gizleme, saklı tutma anlamında إخفاء ihfâ ifadesini kullanmıştır. Kelimenin önceki bölümde tespit ettiğimiz anlamı gereği Rabbimiz, neredeyse o saatle ilgili hiçbir bilgi vermeyecektim buyurmaktadır. Burada إخفاء ifadesinin “neredeyse” anlamına gelen أكاد ekâdu ifadesiyle birlikte kullanılması خفي kelimesinin tamamen saklı tutma anlamına geldiğinin bir diğer delilidir. Zira Rabbimiz o saatin zamanını bildirmemesine rağmen onunla ilgili Kur’an’da pek çok bilgi vermiştir. Hatta الساعة ifadesiyle o son saatten bahsetmiş olması bile bunun tam bir gizleme olmadığını, “neredeyse” gizlenmiş olduğunu gösterir. Dolayısıyla ayetten, “o son saatle ilgili hiçbir bilgi vermeyecektim ama onun mutlaka geleceği bilgisini vererek tamamen إخفاء ihfâ etmedim” buyurulduğu anlaşılmaktadır. 

خفي kelimesinin bu anlamı Kur’an’dan tespit edilmediği için tefsir ve meallerde bu ayete anlam vermekte sıkıntı çekildiği net bir şekilde görülebilir. Birkaç meale kısaca göz atmamız gerekirse:

“Herkese uğraştığının karşılığı gösterilsin diye, zamanını neredeyse kendimden bile gizli tutacağım kıyamet mutlaka gelecektir.”(19)

Bu mealde ayette belirtilmediği halde gizlenen şeyin, kıyametin kopacağı “vakit” olduğu belirtilmiş. Oysa ayette o saatin vaktinden bahsedilmemektedir. Kaldı ki Kur’an’da son saatin vakti zaten belirtilmemiştir. Kıyametin ne zaman kopacağı zaten gizlidir. Dolayısıyla zaten gizlenmiş bir şey için “neredeyse gizleyecektim” ifadesini kullanmak anlamsızdır. Bu sebeple meale ayrıca yine ayette olmayan “kendimden bile” ifadesi eklenmiştir. Ancak Allah’ın bir şeyi neredeyse kendinden bile gizli tutması ile ne anlatılmak istendiği mechuldür. Kısacası أخفى ehfâ fiiline Kur’an’ın verdiği anlam bilinmediği için ayete meal verilememiş, ayetin metninde olmayan birçok eklemeler yapılmak zorunda kalınmıştır. Bir diğer meal şöyledir:

“Vaktini sizden gizlemiş olduğum kıyâmet, herkese yapıp ettiklerinin karşılığı en âdil biçimde verilmesi için, mutlaka gelip çatacaktır!”(20)

Bu mealde de gizlenen şeyin kıyametin “vakti” olduğu belirtilmiş. Oysa ayette vakitle ilgili bir kelime geçmemektedir. Ayrıca ayetteki “neredeyse أكاد” ifadesi mealde yer almamıştır. Çünkü o takdirde zaten vakti bilinmeyen bir şeyin “neredeyse gizlenmiş” olmasının ne demek olduğu sorusu gündeme gelecektir. Bir başka meale bakalım:

“Kıyamet gelmektedir. Herkes kendi işlediğinin karşılığını alsın diye neredeyse onu gizleyeceğim.”(21)

Bu mealde, bir çok mealde rastladığımız başka bir hata göze çarpmaktadır. Ayetteki لتجزى lituczâ ifadesinde yer alan sebep bildiren ل harfi “onu gizleyeceğim” cümlesinin sebebi sayılmıştır. Böylece kıyameti gizlemenin sebebi “insanların yaptıklarının karşılığını almaları” olarak ortaya konmuştur. Böyle bir cümle hiçbir anlam ifade etmez. Oysa ayetteki “neredeyse gizleyeceğim” ifadesi bir ara cümledir. Devamında gelen cümle kıyametin neden mutlaka geleceğini açıklamaktadır, neden gizlendiğini değil. Ayrıca bu mealde de “neredeyse” anlamına gelen أكاد ekâdu ifadesinin karşılığı yoktur; ayette olan bir kelime, daha önce anlattığımız sıkıntıları doğuracağı için meale yansıtılmamıştır. Bir diğer meal şöyledir:

“Çünkü, her ne kadar son saati (herkesten) gizli tutmuşsam da, herkese çabasının karşılığı verilsin diye Son Saat kesinlikle gelecektir.”(22)

Yukarıdaki meal için söylediklerimizin tamamı bu meal için de geçerlidir. İlaveten burada “her ne kadar” ifadesi bulunmaktadır; ancak bu ifadenin ayette bir karşılığı yoktur. Ayetteki ifade “neredeyse” anlamındadır. Son olarak ayete bir de şu şekilde meal verilmektedir:

“Elbet gelecek kıyamet saati. Neredeyse açıklayasım geliyor onun vaktini. Ta ki her kişi bulsun orada bütün yapıp ettiğini, işlerinin karşılığını.”(23)

Hatırlanacağı üzere sözlüklerde, خفي hafiye kelimesinde gizleme ve açığa çıkarma şeklinde birbirinin zıttı iki anlamın olduğuna dair bilgiler bulunduğunu ifade etmiş, ancak bunun Kur’an’da bir örneğinin bulunmadığını, Kur’an’da bu kelimenin sadece gizleme anlamında kullanıldığını belirtmiştik. İşte sözlüklerdeki bu bilgiden dolayı yukarıdaki gibi bazı mealler kelimeye gizlemenin zıttı olan açıklama anlamı vermişlerdir. Yukarıdaki mealde gizlenen şey kıyamet saati olarak anlaşıldığı için zaten gizli olan bir şey için de neredeyse gizleyecektim demek saçma olacağından أخفيها uhfîhâ ifadesine açıklama anlamı verilmiştir. Kelimenin bu anlama da geldiğini söyleyen sözlüklerden biri olan Mekayîs’ul Luğa’da şu ifadeler yer almaktadır:

وَيُقَالُ خَفَيْتُ [الشَّيْءَ] بِغَيْرِ أَلِفٍ، إِذَا أَظْهَرْتَهُ. وَخَفَا الْمَطَرُ الْفَأْرَ مِنْ جِحَرَتِهِنَّ: أَخْرَجَهُنَّ. وَيُقْرَأُ عَلَى هَذَا التَّأْوِيلِ: {إِنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا} [طه: 15] أَيْ أُظْهِرُهَا.

“Bir şeyi ‘gösterdiğini’ söyleyeceksen أ harfi olmadan خفيت الشيء denilir. Nitekim خَفَا الْمَطَرُ الْفَأْرَ مِنْ جِحَرَتِهِنَّ ‘yağmur fareleri yuvalarından çıkardı’ derken de خفا kullanılmıştır. Tâhâ 15. ayet bu tevil üzere okunur. Yani ‘neredeyse ortaya çıkaracağım’ demektir.”(24)

Sözlükteki bu ifadeler kendi içerisinde tutarsızlık arz etmektedir. Çünkü başta kelime eğer أ harfi olmaksızın, yani خفي hafiye şeklinde kullanılırsa zıttı olan gösterme anlamına da gelebildiği söylenmektedir. Ancak devamındaki Taha 15. ayeti bu şekilde okumaya yönelik öneri başta söylenenle tezat oluşturmaktadır. Çünkü ayetteki ifade kelimenin elifsiz hali olan sülasi mücerred formu değil, elifli olan if’âl bâbıdır. Yani ayetteki kelime خفي hafiye değil, أخفى ehfâ kelimesidir. Dolayısıyla ayetteki kelimenin sözlüğün kelimeye verdiği anlama göre de gösterme anlamında olması imkansızdır.

Sonuç olarak خفي hafiye kelimesini Kur’an’dan öğrenip yine gizleme anlamına gelen كتم keteme kelimesiyle hangi yönlerden ayrıldığını doğru tesbit ettiğimiz zaman Tâhâ Suresi 15. ayete anlam verirken bu sıkıntıları çekmemize gerek kalmamakta, ayetin meali net bir şekilde ortaya çıkmaktadır:

إِنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَىٰ

O saat, herkesin gösterdiği gayretin karşılığını görmesi için mutlaka gelecektir. Neredeyse onu saklı tutacaktım. (Tâhâ 20/15)

Ayette أخفيها uhfîhâ denilerek “açıklamama, saklı tutma” anlamındaki gizleme dile getirilmiştir. Son saat (kıyametin kopması) ile ilgili Kur’an’da vakti dışında pek çok bilgi verilmiştir. Yani olay tamamen saklı tutulmamıştır. Bu sebeple “neredeyse” ifadesine yer verilip konuyla ilgili bazı bilgilerin verildiği bunlar da verilmeseymiş konunun neredeyse ihfâ edilmiş olacağı dile getirilmiştir.

2. Ahzâb Suresi 37. ayet:

Ahzâb Suresi’nin 4 ve 5. ayetlerinde evlatlıkların, onları evlat edinenlerin öz çocukları olmadıkları dolayısıyla bu bilginin o çocuklardan gizlenmemesi gerektiği, onlarla olan hukukumuzun öz çocuğumuzla aynı olmayacağı dile getirilmektedir. Nebîmiz bu ayetlerden dolayı evlatlığı Zeyd’e eşini boşamamasını söylemektedir. Çünkü eğer boşarsa Rabbimizin kendisini Zeyd’in boşadığı eşi Zeynep validemizle evlendirerek örnek yapacağını anlamıştır. Bu sebeple aynı surenin 37. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

وَإِذْ تَقُولُ لِلَّذِي أَنْعَمَ اللَّـهُ عَلَيْهِ وَأَنْعَمْتَ عَلَيْهِ أَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللَّـهَ وَتُخْفِي فِي نَفْسِكَ مَا اللَّـهُ مُبْدِيهِ وَتَخْشَى النَّاسَ وَاللَّـهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَاهُ ۖ فَلَمَّا قَضَىٰ زَيْدٌ مِّنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ أَدْعِيَائِهِمْ إِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًا ۚ وَكَانَ أَمْرُ اللَّـهِ مَفْعُولًا

Allah’ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kişiye: “Eşini bırakma, Allah’tan kork” diyordun ama aslında insanlardan çekinerek Allah’ın açığa çıkaracağı şeyi içinde gizliyordun. Oysa doğru olan Allah’tan çekinmendir. Zeyd eşiyle ilişiğini kesince onu seninle evlendirdik. Bunu yaptık ki, müminlerin evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kesince onlarla evlenmeleri konusunda bir sıkıntı olmasın. Allah’ın buyruğu yerine gelmiştir. (Ahzâb 33/37)

Burada Nebîmizin içinde gizlediği şey eğer Zeyd eşini boşarsa Allah’ın Zeyd’in boşadığı eşi Zeynep validemizle kendisini evlendireceği ve bunun olmasını insanların tepkilerinden dolayı istememesidir. Buna karşın Rabbimiz insanlardan değil, Allah’tan çekinmesi gerektiğini belirtmekte hatta 40. ayette Nebîmizin ne Zeyd’in ne de başka bir erkeğin öz babası olmadığını söylemektedir. Dolayısıyla ayetten de görüleceği üzere Yüce Allah, bir müminin evlatlığının boşadığı karısı ile evlenebileceğini Nebîmizi Zeynep validemizle bizzat kendisi evlendirerek göstermiştir.

Ayette Nebîmizin içinde gizlediği şey أخفى ehfâ fiili ile dile getirilmiştir. Buradan da nebîmizin içindeki bu endişeden hiç kimseye bahsetmediğini anlamamız gerektiğini bu kelimeye Kur’an’da verilen anlamdan dolayı görmüş oluyoruz. Zaten ayette “içinde gizliyordun” denmesi ve konunun insanlara anlatılabilecek türden bir konu olmaması da kelimede bu anlamın olduğunu göstermektedir. 

Gelenekte ise bu ayet Nebimizin Zeynep validemizi sevdiği ama toplumdan korktuğu için bunu söyleyemediği o yüzden de Zeyd’e “eşini boşama!” diyerek sevgisini gizlediği şeklinde yorumlanmaktadır(25). Yani bu söyleme göre Nebîmizin gizlediği şey Zeynep validemize olan sevgisidir. Bu yorumun ayetin iç bütünlüğüne, öncesi ve sonrasına uygun olmadığını söylemeye gerek bile yoktur. Ayrıca incelediğimiz konu bakımından da ayetin bu şekilde anlaşılması imkansızdır. Çünkü Nebimizin evlatlığı Zeyd’e “eşini boşama!” diyerek Zeynep validemize olan sevgisini gizlemesi أخفى ehfâ fiiliyle anlatılamaz. Bir şeyi gerçeğinden başka bir şey söyleyerek gizleme, Kur’an’da, yukarıda da gördüğümüz gibi, كتم keteme fiili ile dile getirilmektedir. Yani geleneğin söylediği gibi olsaydı ayette تخفي tuhfî değil تكتم tektum ifadesinin kullanılması gerekirdi.

3. Bakara Suresi 33. Ayet:

Gizleme eylemini dile getirmek için كتم keteme fiilinin tercih edildiği bir diğer ayet de Bakara Suresi 33. ayettir. Neden bu tercihin yapıldığını sorarak ayeti değerlendirmemiz, ilgili ayetlerden yeni bilgiler edinmemizi sağlaması açısından önemlidir:

قَالَ يَا آدَمُ أَنبِئْهُم بِأَسْمَائِهِمْ ۖ فَلَمَّا أَنبَأَهُم بِأَسْمَائِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ

Bunun üzerine Allah, “Âdem! Meleklere şunların isimlerini söyle!” dedi. Âdem onlara o isimleri söyleyince, “Size dememiş miydim, ben göklerin ve yerin gaybını bilirim. Neyi açığa vurduğunuzu, içinizde neyi gizlediğinizi de bilirim.” dedi. (Bakara 2/33)

Ayette gizleme olarak dilimize aktarılan ifade كتم keteme fiiliyle dile getirildiğine göre, buradaki gizlemenin gerçeği farklı biçimde dile getirerek gizleme olması gerekir. O halde melekler içlerinde olanı, ondan farklı bir şey söyleyerek gizlemektedirler. Bir başka deyişle melekler her ne söylüyorlarsa, o söyledikleri şey içlerinde olandan farklıdır. O halde öncelikle meleklerin bu gizlemeyi (ketm) yapabilmeleri için ne söylediklerine bakmamız yerinde olacaktır. Ayeti, konunun başlangıcı olan 30. ayetten itibaren okuduğumuzda meleklerin iki kez konuştuklarını görmekteyiz:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً ۖ قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ ۖ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Bir gün Rabbin meleklere, “Yeryüzünde bir muhalif varlık oluşturuyorum.” dedi. Melekler, “Orada tabii düzeni bozacak ve kan dökecek bir varlık mı oluşturuyorsun? Ama sen her yaptığını güzel yaptığın için sana boyun eğer, seni takdis ederiz” dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” dedi. (Bakara 2/30)

Meleklerin ilk konuşması bu ayettedir ve görüldüğü gibi Rabbimizin muhalif bir varlık oluşturmasına kendi bilgilerince tepki göstermiş, hemen arkasından geri adım atmışlardır. Sonraki ayetlerde meleklerin ikinci konuşması yer alır:

وَعَلَّمَ آدَمَ الْأَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلَائِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاءِ هَـٰؤُلَاءِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا ۖ إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

Âdem’e varlıkların isimlerini (neye yaradıklarını) öğretti, sonra onları meleklere gösterdi: “İddianızda haklıysanız bana şunların isimlerini söyleyin!” dedi. Melekler, “Biz sana boyun eğeriz, bizde senin öğrettiğin dışında bilgi olmaz. Her şeyi bilen ve kararları doğru olan Sensin.” dediler. (Bakara 2/31-32)

Bunları söyleyen meleklerin içerisinde, kendisi de bir melek olan İblis de bulunmaktadır. Bundan sonraki ayette Rabbimiz meleklerin ketmederek bir şeyler gizlediklerini söylediğine ve ketmetmek de bir şey söyleyerek asıl olanı gizlemek olduğuna göre, meleklerin bu sözleri içlerinde olandan farklı olmalıdır. Meleklerin itirazları yeryüzündeki yeni varlığın muhalif yapıda olmasınadır. Bu itirazlarında diretmemelerine karşın Rabbimiz ilk insana meleklerde olmayan eşyanın bilgisini öğretmiş, böylece muhalif yapısını bu bilgiyle kontrol edebileceğini dile getirmiştir. Melekler her iki söylemlerinde de Allah’a boyun eğdiklerini söylemelerine rağmen Allah bir şeyler ketmettiklerini söylemektedir. Dolayısıyla bu ketmin detaylarını meleklerin itirazında aramamız gerekir. Kısacası meleklerin boyun eğdiklerini söylemelerine rağmen yeryüzünde kan dökecek ve bozgunculuk yapacak bir varlık oluşturmanın doğru olmadığını düşünmeye devam ettikleri ortaya çıkmaktadır. Ancak önemli olan içlerinde ne düşündükleri değil, “Allah bir şey yapıyorsa mutlaka doğrudur” şeklinde tavır takınıp teslim olmalarıdır. Bu sebeple Rabbimizin “ketmettiğinizi biliyorum” dediği ayetin hemen ardından, meleklerin Allah’ın emrine teslim olup olmadıklarını test edecek olan Adem’e secde emri gelmektedir:

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ 

Meleklere “Âdem’e secde edin!” dediğimizde hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı, büyüklenerek direndi ve kâfirlerden oldu. (Bakara 2/34)

Özetle, melekler içlerinde olanı, farklı şeyler dışa vurarak ketmetmişlerdir. Rabbimiz içlerinde düşündükleri şekilde mi tavır takınacaklar, yoksa emrine boyun mu eğecekler diye melekleri sınamak için onlara Adem’e secde etmeleri emrini vermiştir. Melekler emri ‘eğer Sen emrediyorsan biz ne düşünürsek düşünelim senin emrine uyarız’ anlamına gelecek şekilde yerine getirmişlerdir. İblis’in böyle yapmamış olması da meleklerin içlerinde neyi ketmettikleri ile ilgili olarak ipucu vermektedir: 

…قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ

… “Ben ondan iyiyim. Beni ateşten yarattın onu balçıktan yarattın” dedi. (A’râf 7/12)

Anlaşılacağı üzere melekler de içlerinde kendilerinin muhalif bir varlıktan daha iyi olduklarını düşünüyor olmalılar. Ancak bu düşüncelerini eyleme dökmeyip Allah’ın emrine karşı direnmemiş, ‘Allah bir şey yapıyorsa bizim düşüncemizin önemi yok, O ne yaparsa doğrudur’ diyerek O’nun emrine uymuşlardır. Zaten başta dile getirdikleri hamd ve tesbih de bu anlama gelir. İblis ise içindekini” eyleme dökmüş, Adem’den üstün olduğunu iddia etmiştir. O düşüncesini ketmetmeyi sürdürmemiş, Allah ne yapıyorsa doğrudur dememiş, kendi düşüncesini Allah’ın emrinin önüne geçirmekte diretmiştir. Bu sebeple Bakara 34. ayette İblis için أَبَىٰ وَاسْتَكْبَرَ “direndi ve büyüklendi” ifadeleri kullanılmıştır. İblis’in direndiğinin belirtilmesi, içinde olanı eyleme dökerek Allah’a rağmen bildiğini okumasını vurguluyor olmalıdır. Hatta İblis’in şu ifadeleri gerçekte düşüncesinin ne olduğunu göstermesi bakımından önemlidir:

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ قَالَ أَأَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِينًا قَالَ أَرَأَيْتَكَ هَـٰذَا الَّذِي كَرَّمْتَ عَلَيَّ …

Bir gün meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik; hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı. “Çamur olarak yarattığına secde mi ederim?” dedi. Sonra ekledi: “Ne yaptığının farkında mısın? Benden üstün tuttuğun bu mu?… (İsrâ 17/61-62)

Bu ayetlerde Allah’a karşı böylesine ağır ifadeler kullanan İblis secde emrinin öncesinde meleklerle beraber Allah’a hamd ve tesbih ettiğini söyleyen meleklerden biridir. Yani içindeki bu düşünceleri farklı sözlerle ketmetmiştir. Adem’e secde emri gelince meleklerden farklı olarak içindeki düşünceleri açığa vurmuş ve eyleme dökmüştür. 

Görüldüğü gibi Bakara Suresi 33. ayette neden أخفى ehfâ değil de كتم keteme fiilinin tercih edildiğini sorduğumuzda Kur’an’dan aldığımız cevaplar, konuyla ilgili detaylı bilgi edinmemizi sağlamıştır. Bu ayetlerde de görüldüğü gibi imtihan Allah’ın emrine uyup uymama imtihanıdır. Allah’ın emirlerinin sebeplerini sorgulamak kullara düşmez. Örnek vermek gerekirse abdestin sebebini hiçbir zaman anlamayabiliriz. Buna rağmen Allah emrettiği için namazı abdestsiz kılamayız. Teslim olmak budur.

4. Maide Suresi 15. Ayet:

Çalışmamızın giriş bölümünde Bakara 174 ve Mâide 15. ayetlerdeki gizleme kelimelerinin Arapça metinde iki farklı kelime olduğuna dikkat çekmiştik. Bakara 174. ayeti yukarıda inceledik. Bir arada olmaları için burada bir kez daha görelim:

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلَ اللَّـهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۙ أُولَـٰئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللَّـهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyen (ketmeden) ve karşılığında geçici bir menfaat elde edenler, karınlarına sadece ateş doldururlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları aklamaz. Hak ettikleri acıklı bir azaptır. (Bakara 2/174)

Şimdi de Mâide 15. ayeti görelim ve farklı kelime tercihinden ne sonuç çıkarmamız gerektiğini tespit etmeye çalışalım:

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ ۚ قَدْ جَاءَكُم مِّنَ اللَّـهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ

Ey Ehl-i Kitap! Size, Kitap’tan gizlediğiniz (ihfâ ettiğiniz) birçok şeyi ortaya çıkaran, birçoğuna da dokunmayan Elçimiz geldi. Size Allah’tan bir nur ve açık bir kitap geldi. (Mâide 5/15)

Bakara 174. ayetin aksine burada Kitaptan gizleme ifadesi كتمان kitmân ile değil, إخفاء ihfâ ile dile getirilmiştir. Ayrıca bu ayette gizlemeyi yapanlar önceki Kitapların uzmanları anlamına gelen ehl-i Kitap’tır. Bu ayette Bakara 174’ün aksine gizlemenin cezasından değil, Kur’an tarafından ortaya çıkarılmasından bahsedilmektedir. Burada ihfâ’nın kullanılmasından Kitabın hükümlerinin değil, bizzat maddesel olarak kendisinin yani bazı bölümlerinin saklandığı, gizlendiği anlaşılmalıdır. Nitekim خفي hafiye fiilinin Kur’an’daki kullanımlarını incelediğimiz önceki bölümde En’âm Suresi 91. ayeti okumuş ve buradaki gizlemenin de (ihfâ) bizzat Kitabın yazılı olduğu materyal dile getirilerek anlatıldığını görmüştük. Dolayısıyla إخفاء ihfâ’dan bahsedilmesi bu ayette de Kitabın belli bölümlerinin ortaya çıkarılmayarak saklandığını göstermektedir. Böylece Mâide 15 ve Bakara 174. ayetler ihfâ ve kitmân farkını görmemizi sağlayan ayetlerden ikisi olması bakımından önem kazanmaktadır.

Ayette gizlenen kısmın bir çoğunu Kur’an’ın ortaya çıkardığı belirtilirken bir çoğunu da affettiğinin söylenmesi, saklanan bölümün bizim için artık bir bağlayıcılığı olmadığını dile getirmektedir. Bakara 106. ayetteki misliyle nesih devreye sokulduğunda önceki kitaplardan gizlenen bölümün Allah’ın gerekli gördüğü kısmının zaten Kur’an’da olduğunu söylemek mümkündür. 

Mâide 15’te Bakara 174. ayetten farklı olarak bir cezalandırmadan bahsedilmemesi de önemlidir. Ayette Kur’an’ın önceki Kitaplardan gizlenen kısmın çoğunu zaten ortaya çıkardığı söylenmektedir. Dolayısıyla ihfâ eylemi sonuçsuz kalmıştır. Kur’an’ın gelmesiyle artık ihfâ’nın sürdürülmesi mümkün değildir. Ketm ise insanlara gerçek dışı olan bilgiyi gerçekmiş gibi sunmak olduğundan büyük vebali olan bir eylemdir. 

5. Bakara Suresi 228. Ayet:

Kur’an’da boşanma konusu tek taraflıdır. Erkek eşini eşi istemese de boşar, buna talâk denir. Aynı şekilde kadın da eşini eşi istemese de boşayabilir buna da iftidâ denir. Kur’an’da talâkın nasıl olması gerektiği detaylarıyla anlatılır. Buna göre talâk işlemi, erkeğin eşiyle 3 âdetten temizlenme dönemi kadar ilişkiye girmemesini gerektiren bir süreçtir. Bu durum Bakara Suresi 228. ayette bildirilirken, kadının “Allah’ın rahimde yarattığını gizlemesi”nin helal olmadığı كتم keteme fiili ile anlatılmıştır:

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلَاثَةَ قُرُوءٍ ۚ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ أَن يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللَّـهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ إِن كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللَّـهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۚ وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذَٰلِكَ إِنْ أَرَادُوا إِصْلَاحًا…

Kocaları tarafından boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç kur’ (temizlik dönemi) beklerler. Allah’a ve ahiret gününe inanmışlarsa, Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri helâl değildir. Kocaları arayı düzeltmek isterse, bu süre içinde onlara dönme hakları vardır… (Bakara 2/228)

Bu süre zarfında kadın evden ayrılmaz ve onun iddet denilen 3 temizlik dönemini sayma görevi de erkeğe verilmiştir:

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَأَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ ۖ لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ…

Ey Nebî! Eşlerinizi boşadığınızda iddetleri içinde boşayın ve iddetlerini sayın Rabbiniz Allah’tan çekinin de açık bir fuhuş yapmamışlarsa onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar… (Talâk 65/1)

Erkek talâk uyguladığı eşine âdet döneminin başlayıp başlamadığı veya bitip bitmediği ile ilgili sorular sormak ve onun vereceği cevaba göre süreci takip etmek durumundadır. Bakara Suresi 228. ayette kadınların talâk sırasında bekleyecekleri sürenin 3 temizlik dönemi olduğu belirtildikten sonra Allah’ın rahimlerde yarattığı ile kast edilen şey kadının hamile olup olmaması değil, âdet görüp görmeme durumudur. Zira hamileliğin anlaşılması için 3 ay beklemek gerekmez. Ayrıca hamilelikte hiç âdet görülmeyeceğinden 3 temizlik dönemi denmesinin de anlamı olmaz. 

Erkeğin iddet süresini sayması sırasında kadın boşanmayı istemediğinden, süreci uzatmak ve zaman kazanmak için âdet görüp görmemesiyle ilgili olarak kocasına yanlış bilgi verebilir. Bir konuda yanlış bilgi vererek doğruyu gizlemek Kur’an’da كتم keteme fiiliyle ifade edildiğinden Bakara 228. ayette gizleme ifadesi bu fiille dile getirilmiştir. Zaten âdet görme gibi sürekli gerçekleşen doğal bir olayın ihfâ edilerek saklanmasından bahsedilemez. Ancak ketmedilerek zamanı ve durumu ile ilgili yanlış bilgi verilebilir. Bu sebeple ayette كتم keteme fiili kullanılmıştır. Bu durum incelediğimiz iki fiil arasında, ortaya koymaya çalıştığımız şekilde bir anlam farkı olduğunu göstermektedir.

Sonuç

Her ikisi de gizlemek anlamına gelen كتمان kitmân ile إخفاء ihfâ kavramları arasında temelde önemli bir fark bulunduğu Kur’an’da bu kavramların kullanımından ortaya çıkmaktadır. Kitmân, yani bir şeyi ketmetmek, Kur’an’da o şeyi farklı bir hale büründürerek gizlemek anlamına gelmektedir. Buna göre bir gerçeği ketmeden kişi, yerine başka bir şeyi gerçek olarak tayin etmekte ve insanlara sunmaktadır. İhfâ ise Kur’an’da bir şeyi hiç söylememek, ortaya çıkarmamak, saklı tutmak anlamında kullanılmaktadır. 

Kur’an’daki kitmân, iki aşamalı bir gizlemedir. Bir şeyi ketmetmek için önce onu bozmak, sonra da bozulmuş halini gerçek olarak sunmak gerekir. Bu sebeple özellikle Allah’ın Kitabının ketmi, Kitabı iyi bilenlerin bilmeyenler için uyguladığı bir gizleme yöntemidir. Bundan dolayı, Bakara 159 ve 174. ayetlerde görüldüğü gibi, cezası çok büyüktür. Ayrıca önceki kitapların ihfâsından bahsedilirken Kur’ân’ın ihfâsından bahsedilmemekte, sadece ketmedilmesi konu edilmektedir. Çünkü Kur’an elimizdedir, onu ihfâ ederek ortaya çıkarmamak, saklamak ve kimseye göstermemek mümkün değildir. Buna rağmen Kur’an’ın ketmi mümkündür; yani ayetlerin metni deil ama anlamları bilenler tarafından değiştirilebilir veya bilinçli olarak yanlış hükümler çıkarılıp gerçekmiş gibi sunulabilir.

Her iki fiilin mef’ullerini incelediğimizde de aralarındaki bu belirgin fark görülebilmektedir:

Kitmân’ın mef’ulleri: el-hakk, şahitlik, Allah’ın indirdiği açık belgeler, rehber ve Allah’ın Kitap’tan indirdiği, Allah’ın rahimlerinde yarattığı, kalplerinde olan, el-Kitab, Allah’ın ikramından verdiği, söz, imân. 

Bütün bu kavramların ketmedilerek gizlenmesinden bahsedilmektedir. Yani olması gereken hallerinden farklı hallere çevrilip yanlış bilgiler verilerek gizlenmektedirler. Mesela el-Hakk şeklinde ifade edilen Allah’ın Kitabındaki gerçeğin gizlenmesi geçtiği 3 ayette de sadece كتم fiili ile dile getirilmektedir. Üstelik bu ayetlerin tamamında “bile bile” ifadesi kullanılarak ketmin bilinçli yapıldığı vurgulanır. Bu ifade ihfâ ile hiç kullanılmaz. Sadece bu durum bile ketmin bir çarpıtma yaparak gizleme olduğunu görmemize yeterlidir. 

İhfânın mef’ulleri: Sadakalar, içinizde olan, şey, sana açıklamadıkları şeyler, hayır, Kitaptan olan, parşomenler, Son Saat, ziynetleri, Allah’ın açığa çıkaracağı şey. 

İhfâ edilerek gizlenenler ise başkalarına konuyla ilgili hiçbir şey sezdirmeme eylemine konu olacak şeylerdir. Mesela iyliğin, verilen sadaka ve zekatların, kadınların vücutlarındaki örtülmesi gereken yerlerin gizlenmesi için hiçbir yerde ketmetmekten bahsedilmez, bu türden gizlemeler daima ihfâ ile dile getirilmektedir. Yine insanın sadece kendisinin bileceği şekilde içinde gizlediği şeyler için de bu fiil kullanılmaktadır. 

Bu iki kavramı Türkçe’ye aktarırken de arada bir fark olduğunu belirtecek kelimeler bulmamız gerekir. Bizde, kelimelerin ortaya koymaya çalıştığımız farklarını en iyi yansıtan ifadelerin كتم keteme fiili için gizleme, أخفى ehfâ fiili içinse saklama, saklı tutma ifadeleri olduğu kanaati hasıl olmuştur. 

Bu iki kavrama Kur’an’da yüklenen anlamın sözlüklerle örtüşmemesi de ayrıca önem arzeden bir durumdur. Birbirleriyle yakın anlamları olan kelimeler insanlar arasında birbirlerinin yerine kullanılabilir ve aralarındaki ince farklar gözetilmeyebilir. Hatta böylece kelimeler arasındaki bu ince farklar zamanla kaybolabilir. Nitekim Türkçe’de de saklamak ve gizlemek kelimeleri birbirlerinin yerine kulllanılabilmekte, sanki eş anlamlı kelimelermiş gibi muamele görebilmektedirler. Oysa hiçbir dilde mutlak olarak eşanlamlı kelime yoktur. Dolayısıyla üzerinde düşünüldüğünde gizlemek ile saklamanın birçok yönden birbirlerinden farkları olduğu rahatça görülebilir. İşte kitmân ve ihfâ kavramları da böyledir. Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olarak orijinal haliyle elimizde olması, kelimelerin anlamlarında insanlar tarafından meydana getirilmiş aşınmaların tespit edilebilmesini sağlamaktadır. Rabbimiz kelimeleri hangi anlamlarda kullandığını bizzat kendisi tarif etmektedir. Dolayısıyla bu çalışmada incelediğimiz iki kavrama sözlüklerin Kur’an’dakinden farklı anlamlar yüklemiş olması, hatta her ikisini eşanlamlı olarak görmeleri Kur’an kavramlarını Kur’an’dan öğrenmenin önemini ve sözlüklerin rolünün ancak yardımcı kaynak mesabesinde olduğunu göstermesi bakımından örnek teşkil etmelidir.

Erdem Uygan

(1) Ahzâb 33/38

(2) كتم fiilinin mastarı

(3) خفي fiilinin if’âl bâbı olan أخفى fiilinin mastarı. Arapça bilmeyenler için belirtmemiz gerekir ki bu kelimedeki “h” harfi Türkçe’deki yumuşak h harfi değil, sert “h” harfidir. Latin harfleri ile “kh” şeklinde de yazılabilir, ancak metni okumada kolaylık sağlanması için bu yazım tercih edilmemiştir.

(4) Mekâyîs’ül-Luğa كتم maddesi

(5) el’Ayn

(6) Bkz. TDK Sözlük

(7) Bkz: Âl-i İmrân 3/81, A’râf 7/157

(8) Ayetlerden anlaşılacağı üzere burada gizlenen iman Allah’a olan iman değil, Musa Aleyhisselamın Allah’ın nebî olan rasulü olduğuna imandır.

(9) Arapça bilmeyenler için belirtmemiz gerekir ki bu kelimedeki “h” harfi Türkçe’deki yumuşak h harfi değil, sert “h” harfidir. Latin harfleri ile “kh” şeklinde de yazılabilir, ancak metni okumada kolaylık sağlanması için bu yazım tercih edilmemiştir.

(10) Mekâyîs’ül-Luğa خفي maddesi

(11) a.g.e

(12) a.g.e

(13) a.g.e

(14) a.g.e

(15) Tâhâ Suresinin 15. ayetinde kelimenin gösterme anlamında olduğu iddia edilmiştir. Ancak bu iddianın doğru olamayacağını sonraki bölümde göreceğiz.

(16) Bakara 2/284, Âl-i İmrân 3/154, Ahzâb 33/37

(17) Âl-i İmrân 3/29 ve 114, A’râf 7/55, Mü’min 23/19

(18) Bir diğer ayet için bkz: A’râf 7/55

(19) Bayraktar Bayraklı

(20) Mahmut Kısa

(21) Şaban Piriş

(22) Mustafa İslamoğlu

(23) Suat Yıldırım

(24)  Mekayîs خفي maddesi

(25) Ayrıntılı bilgi için bkz: Dr. Fatih Orum, Ayetlerin Başına Gelenler, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s: 250.


Yayımlandı

kategorisi

,

yazarı:

Etiketler: