İslam Alimlerinin Irak – Şam İslam Devleti (Işid) Liderine Gönderdikleri Bildirinin İrdelenmesi:

(Cemal Necim’in Kitap ve Hikmet dergisinin 11. sayısı için kaleme aldığı Arapça makaleden çevrilmiştir.)

Çok sayıda müslüman alim, Irak – Şam İslam Devleti adıyla bilinen örgütün “Ebubekir El Bağdadi” kod adlı komutanına bir açık mektup iletti. Bu mektup, örgütün hem Irak hem de Suriye’de yaptığı yanlışları düzeltmeye çağıran bir bildiri niteliğindedir. Bildiri, alimlerin örgüt liderine yönelttiği ve özünde örgütün her gün İslam öğretilerine karşı gelerek işlediği suçlardan alıkonması amacını barındıran, öğüt ve nasihatleri içermektedir.

Bu bildiri, örgütün, yankısı tüm dünyayı saran ve müslümanların bir kez daha geri kalmışlıkla ve batının Işid’in eylemleri olmasa bile güvenmekten vaz geçmediği, terörizmle suçlanmalarına neden olan hatalarını ortaya koymakta haklıdır. Ancak Işid’in, halifeliğin tek taraflı ilanı ile başlayan ve muhalifleri, esirleri ve yoluna çıkan herkesi kitlesel olarak katletmesine varan eylemlerini gerçekleştirirken temel aldığı esaslara değinmemiştir.

Biz de Süleymaniye Vakfı Din ve Fıtrat Araştırmaları merkezinde, tarihi boyutunun ve Işid’in yeryüzündeki eylemlerini icra ederken dayandığı fıkhi mirasın görmezden gelindiği bu günlerde, soruna lokal bir çare bulmak isteyen alimlerin bu bildirisini incelemek istiyoruz.

Alimlerin bildirisine bu cevabımızı okuyanlar “tarih boyutu ve fıkıh mirasımızın Işid’in bugünlerde yaptıklarıyla ne ilgisi var?” sorusunu sorabilirler. Buna cevabımız şudur: Eğer tarihimizi kutsayıcı değil de eleştirel bir gözle okumazsak hem bugünümüz hem de geleceğimiz tarihin ipoteği altında kalacaktır. Bir hasta doktora gittiğinde her zaman kendisine önce ailesindeki hastalık geçmişi ve bir kaç yıl öncesine dönük olarak hastalığının gelişimi sorulur. Bugün biz de aynısını yapmalıyız. Aksi takdirde bitmeyen krizlerimizden çıkış imkanı bulamayacağız ve bu kötüye gidiş günden güne artacaktır.

Yazımızda değerli okuyucularımıza, asıl sorunun Işid’den çok bu ve benzeri diğer örgütlerin dayandığı kültürel ve tarihi mirasımızda olduğunu ortaya koymak için konunun tarihi boyutu ve fıkıh mirası üzerinde yoğunlaşmak istiyoruz. Ki o miras Allah Teala’nın bizim için razı olup Kitabında kayda geçirdiği ve Nebimizin (s.a.v) uygulayarak ortaya koyduğu gerçek İslam’a alternatif olarak ortaya çıkmıştır.

Nebi (s.a.v)’den kısa bir süre sonra müslüman dünyasında kök salmış olan bu paralel din, her bir grubun kendi elindeki, Nebi’ye, sahabeye ve ehl-i beyte nisbet edilen metinleri tartışmasız kabullenmeleri sebebiyle, siyasi uyuşmazlıktan dini ve radikal uyuşmazlığa doğru gelişmiştir. Zira bu metin ve rivayetler, kendilerine Kur’an’ı tefsir ederek, açıklayarak (şerh), daraltarak (tahsis), kısıtlayarak (takyid) ve hükümlerini yürürlükten kaldırarak (nesh) hakimiyetleri altına alma yetkisi tanındığından, Kur’an’i naslara alternatif kaynak haline gelmişlerdir. Sonuçta her devirde, hadis, mezhep ve savaş tarihi kitaplarıyla dolu bu “metinler cephanesi”ne dayanarak öldüren ve müslümanların hayatını istila eden kişiler ortaya çıkmıştır.

Burada bu bildirinin içerdiği ana fikirleri şu şekilde sıralayacağız:

1. Bildiri, konuşmasına ““nebisini kılıç ile alemlere rahmet olarak” gönderen yüce Allah’a hamd” ile başlayan Işid sözcüsünün bu ifadelerini eleştiriyor ve rahmet ile kılıcın nasıl denk tutulabildiğini soruyor. Bunun yerinde bir soru olduğunda şüphe yoktur, ancak aynı bildiri, Işid sözcüsünün dayanak aldığı belgelere hiç değinmiyor. Biz de burada aslında gayet iyi bildikleri bu belgeleri alimlere hatırlatıyoruz:

İbn Ömer’den şöyle nakledildi: Rasulullah (s.a.v) dedi ki: “Ben şirk koşulmadan Allah’a kulluk edilsin diye kılıçla gönderildim”. Eğer bu hadis pek çok yönden zayıftır derseniz, biz de Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği ve Albani’nin, hadisler için en yüksek mertebe olan “mütevatir” nitelemesini yaptığı şu hadise ne dersiniz diye sorarız: “Rasulullah (s.a.v) dedi ki: “Ben, insanlar Allah’tan başka ilah olmadığına, benim Allah’ın elçisi olduğuma şehadet edene, namazı kılıp zekatı verene kadar savaşmakla emrolundum.”” Görüldüğü gibi Ebu Hureyre rivayeti İbn Ömer rivayetini destekliyor. Yani bunu Işid yapmadı ve yapmıyor da. Işid’in yaptığı sadece bu iki hadisin hükmünü hayata geçirmektir.

Oysa Kur’an’ı Kerim’in hükümleri bu gibi aykırı rivayetlerin kabulünü şu kesin ifadelerle reddeder: “Dinde zorlama olmaz” , “İmanı tercih eden inanıp güvensin, kendilerini doğrulara kapatmayı tercih eden de kâfir olsun” , “sen onların tepelerine dikilecek değilsin” . Bu konuda çok sayıda ayet vardır, oysa yukarıdaki iki hadis Kur’an-ı Kerim’in bildirdiğinin tam aksini dile getirmektedir. Işid sözcüsü İslam alimleri tarafından sünnetin Kitabı açıklayıcı, detaylandırıcı, kısıtlayıcı, tamamlayıcı ve kimi zaman da geçersiz kılıcı olduğunu ön gören fıkıh usulünün dışına çıkmıyor. Işid’li şahsın yaptığı bu usule tam olarak bağlı kalmak; hadisi, “sünnet Kitab üzerinde belirleyicidir” şeklinde dile getirilen radikal kurala uyarak mecburen benimsemektir.

2. Alimlerin bildirisinde şu ifade yer almaktadır: “Sahih sünnette yer alan her şey vahiydir. Bir kısmının bırakılıp bir kısmının alınması caiz değildir. Nasları olabildiğince birbirlerine uyuşturmak gerekir. Ya da bir emrin diğer bir emre tercih edilebilmesi için açık bir sebep bulunmalıdır. İmam Şafi’nin Er-Risale adlı eserinde açıkladığı budur ve usul alimlerinin hepsi bu konuda icma etmişlerdir (ittifak etmişlerdir).”

Bu değerli alimlere şu soruları sormak durumundayız: Eğer sünnet vahiy ise neden Kur’an-ı Kerim içerisinde muhafaza edilmek suretiyle korunmamıştır? Yoksa Nebi (s.a.v) vahyin bu türünü muhafaza etmekte yetersiz mi kalmıştır? Kaldı ki; ya üçüncü ve dördüncü asırlarda yaşamış alimler o “vahyedilmiş” (!) hadisleri toplamasalardı ne olacaktı? Günah mı işleyeceklerdi? Cevap “evet” ise bu, “onlardan da önceki ilk kuşak alimler bu işi yapmadıkları için günaha girmişlerdir” demek mi oluyor?

Bu problemleri görmezden gelmenin, çözüme hiçbir faydası yoktur. Müslüman alimler sünneti vahy olarak nitelemekten vaz geçmelidirler. Sünnet nebinin Kur’an’ı uygulaması ve onun içerisine yerleştirilmiş hikmettir. Kitaptan hiçbir şekilde ayrılmaz; aksine, anlaşılması ve uygulanması için Kitapla kayıt altına alınmıştır. Ümmetin alimlerine, yüce Allah’ın Nebimize hitaben şu ayetlerini hatırlatırız:

“Rabbinden sana vahiy edilen ne ise sen ona uy. O’ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden de yüz çevir.” (En’am Suresi 6/106)

“Onlara bir âyet getirmediğin zaman “Derleseydin ya?” derler. De ki “Ben Rabbim tarafından bana vahyedilene uyarım. Bunlar, Sahibinizden size gelen göstergelerdir. Bir de inanıp güvenen bir topluluk için yol gösterici ve bir ikramdır.” (Araf Suresi 7/203)

“Onlara, birbirini açıklayan âyetlerimiz okununca, bizimle karşılaşmayı beklemeyenler derler ki “Bize başka bir Kur’an getir, ya da onu değiştir.” De ki “Onu kendiliğimden değiştirmeye yetkim yoktur. Ben sadece bana yapılan vahye uyarım. Eğer Rabbime karşı gelirsem büyük bir günün azabından korkarım.”” (Yunus Suresi 10/15)

3. Masumların Öldürülmesi: Alimler Işid’i, savaşa katılmayan kişiler olarak tanımladıkları “masum”ları öldürdüğü için kınıyorlar. İslam mirasımızı araştırdığımızda masumları öldürmenin, Emevilerin başlangıcından içinde bulunduğumuz asra kadar müslüman hükümdar ve sultanların edindiği bir adet olduğunu ve müslüman tarihinde bu kötü yöntemi (sünnet-i seyyie) uygulayanların eksik olmadığını görürüz.

Savaşa katılmayan insanların öldürülebileceği uydurması, kendisini destekleyen “meşru” delilleri de mutlaka bulur. Nitekim Nebi’nin (s.a.v) Beni Kureyza’nın tüm erkeklerini öldürdüğünü ifade eden rivayetler bu anlayışı besler. Ve ister istemez bu kişiler savaşa katılmamış masum kişiler olarak anlaşılır. Yine Nebimizin Beni Kureyza erkeklerinden kasıklarında kıl olanları öldürdüğünü söyleyen rivayetler bulunmaktadır ve yine bu rivayetten hiçbir akıl sahibi, bunların savaşta yer almış kişiler olduğu sonucunu çıkarmaz. Nebi Aleysselam’ın bu örneklerdeki kişileri öldürdüğünün kabul görmesi, Işid’in masum insanları öldürmede dayandığı bir delildir. Müslümanların mirasında bunlara benzer çok sayıda hikaye mevcuttur. Bununla birlikte, ümmetin alimlerinin bu rivayetleri tenkid etme ve Allah’ın tüm dünyaya rehber olarak gönderdiği Kitap’taki dengeye (mizan) göre değerlendirme görevlerini yerine getirmek suretiyle, problemin aslı üzerinde durduklarını da hiç göremeyiz. Kur’an’ın onayladığı rivayetler, Nebi’mizin konuştuğu, yaptığı ve hayatında yaşayarak uyguladığı “hikmet”tir. Kur’an’ın onaylamadıklarını ise delil olarak kullanmaktan kaçınırız; çünkü onların Nebi’ye ait olduklarının doğrulanması imkansızdır.

Ahzab Suresi’ni okuyan herkes, savaşta Beni Kureyza ile yaşananlara dair yüce Allah’ın neler söylediğini görecektir:

“Allah, Ehl-i Kitap’tan, düşmana arka çıkanları da kalplerine korku salarak kalelerinden indirdi, onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz. Onların yerini, yurdunu ve mallarını size verdi, henüz ayak basmadığınız yerlere de sizi varis kıldı. Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Ahzab Suresi 33/26-27)

Yukarıdaki ayetlerden Beni Kureyzalıların kalelerinden indikleri, savaşın iki taraf arasında gidip geldiği, Müslümanların Ahzab Savaşı’nda Allah’ın kendilerine yardımıyla üstün geldikleri, kalplerinde taşıdıkları Beni Kureyza’nın ihanetine olan öfkeleri sebebiyle onları def ettikleri açıkça ortaya çıkmaktadır. Böylece Beni Kureyza’nın bir bölümü öldürülmüşken, kalanları da esir alınmıştır.

Ahzab Suresi’nde Beni Kureyza esirlerinin akıbetinden söz edilmedi. Çünkü İslam’da esirlerin hükmü Muhammed Suresi’nin 4. ayetinde ortaya konmuştur: “…Sonra karşılıksız ya da fidye alarak serbest bırakın ki savaşın ağırlığı kalmasın…”

Bir Müslüman için ayetin hükmünü bırakıp “nasları bir araya getirme ve birbirine uydurma” adı altında ayetle çelişen rivayeti almak mümkün değildir. Çünkü birinden birini çürütmeksizin birbiriyle çelişen iki şeyi uzlaştırmak imkansızdır. Ancak ne kadar üzüntü vericidir ki, Nebi Aleyhisselama nisbet edilen rivayetler üretmek için çoğunlukla Kur’an ayetleri tevil edilmiş veya geçersiz kılınmıştır.

4. Esirlerin Öldürülmesi: Alimlerin bildirisi, Daiş’in bir çırpıda uyguladığı esirlerin öldürülmesi konusunu vahşice ve iğrenç olarak tanımlayıp kınıyor. O halde bana da Nebi Aleyhisselamın Beni Kureyza esirlerini öldürmesi konusunu onaylan ve inanan alimlerimize şu soruyu sormak düşüyor: Işid’in yaptıkları bu inanılanın tam bir uygulaması değil mi? Size gelince; esirin öldürüleceğine ve imamın bu konuda seçme hakkı olduğuna inanmanıza rağmen yine de bu konuda Işid’i kınıyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?

Yüce Allah’ın “sıkı güvenlik çemberine alın” emrinin ardından, Rabbimizin esirlere ne yapılacağı ile ilgili şu açıklaması geldi: “…Sonra karşılıksız ya da fidye alarak serbest bırakın ki savaşın ağırlığı kalmasın…” (Muhammed Suresi 47/4). Bu ayet esirlerle ilgili uygulamayı bir üçüncüsüne asla yer vermeyecek şekilde iki seçenek ile sınırlamıştır: “Men” ya da “fida”. Men, esirleri herhangi bir karşılık almaksızın; fida ise bir para veya hizmet karşılığında serbest bırakmaktır.

Nebi Aleyhisselam Rabbinin emrine bağlı kalmıştır, tıpkı Usal Elhanefi kıssasında geçtiği ve Bedr esirlerine ve diğer savaşlarda alınan esirlere yaptığı muamele gibi. Ancak Nebimizden rivayet edilenler bundan farklı olarak, ya Beni Kureyza esirlerini öldürdüğünü ifade eden rivayetlerde olduğu gibi “iftira” şeklinde olurlar , ya da herhangi bir suç işlemiş bir esiri, sanki savaş hali olmaksızın suçsuz birini öldürmüş gibi değerlendirip, kısas olarak öldürdüğü şeklinde olurlar.

Nebimiz (s.a.v)’in esirleri öldürmeyi emrettiğini söylemek, onu Kur’an’a muhalefet etmekle suçlamaktır. O asla böyle bir şey yapmamıştır. Nebimizden bu konuda yanlış bir ictihad çıksaydı, Bedr gününde esir aldığı zaman olduğu gibi yüce Allah mutlaka onu şiddetli bir şekilde uyarırdı.

Esirler ile ilgili hükmün Kur’an ayeti ve Nebimizin sahih uygulamalarındaki açıklığına rağmen İslam mezheplerinin istisnasız hepsi esirlerin öldürülmesine ve köleleştirilmesine cevaz veren bir yola gitmişlerdir. Hatta o kadarla da kalmayıp, Hanefi mezhebi gibi bazıları, esirlerin karşılıksız olarak serbest bırakılmasının caiz olmadığına hükmetmişlerdir. Bu Allah’ın kelamına karşı takınılmış en pervasız, en cüretkar tutumdur. Bu, Kur’an hükümlerini sadece tahrif edip bozmak değil, daha ileri giderek tamamen devre dışı bırakmaktır. O halde İslam alimleri bu konunun neresindedir? Yoksa aziz Kitabımızın muhkem hükümlerinin dahi üzerine çıkarılmış bu İslam mirasını tartışmak yasaklanmış mıdır?

5. Hristiyanlara Yapılan Muamele: Bildiride Işid’in Hristiyanlara ve diğer milletlere karşı muamelesi de kınanıyor. O halde değerli alimlere bir Ebu Hureyre rivayeti nakledeyim: “Nebi Aleyhisselam dedi ki: Ehl-i Kitaba selamı ilk siz vermeyin. Onları yolun en dar kısmından gitmeye mecbur edin.” Şevkani bu hadisi şu sözlerle açıklamaktadır: “Bunda Müslümanın yolun ortasını bir zimmiye (İslam hakimiyeti altında yaşayan gayri müslim) bırakmasının caiz olmadığının delili vardır. Bu onlara küçüklük indirilmesi türünden bir durumdur ve onları alçaltmak içindir.”

Biz de iyi muamelenin bu rivayetin neresinde olduğunu soruyoruz: Bir Hristiyanı yolun en dar kısmından gitmeye mecbur etmek onu din konusunda zorlamak demek değil midir? Hadisi açıklayanlar, bu rivayet ile ayetleri ve ehl-i kitaba güzel davranılmasını ifade eden çok sayıda hadisi birbirine uydurmak için kendilerini zorlamışlardır. Neticede o hadislerin tamamı, metni kabul edilemez olsa bile senedin sıhhatini kutsal sayan yanlış yöntemlerin sonucu olarak, Kur’an ayetleri ve rivayetin sahih olanı ile çelişir haldedirler.

Sonuçta alimlerin bildirisi Işid’in dayandığı delilleri görmezden gelmiştir. Işid ise bu mirası olduğu gibi kabul eden bir topluluktan başka bir şey değildir.

6. Kölelik Sorunu: Alimlerin bildirisi Işid’i köle almakla suçluyor ve şu iddiada bulunuyor: “İslam’ın hedeflerinden biri de köleliği kaldırmaktır. Köleliğin kaldırılması 100 yıl önce, tüm dünyanın köleliğin suç olduğunu kabul etmesine benzer şekilde, İslam alimlerinin köleliğin haramlığı konusunda ittifak etmesi ile gerçekleşmiştir.”

Bizim de ulemanın bu sözüne karşılık iki sorumuz var:

Birincisi; İslam’ın hedefinin köleliği kaldırmak olduğunu fakat kaldırmadığını mı söylemek istiyorsunuz? Yani yüce Allah köleliği haram kılma, yasaklama kararını yirminci yüzyıl alimlerine mi bırakmış?!! Bu alimler Rabbimizin şu sözünü nasıl anlıyorlar bilmiyorum: “…Bugün dininizi olgunlaştırdım, size olan nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm’ı uygun gördüm…” (Maide Suresi 5/3).

İkincisi; alimler bildirilerinde “köleliğin 100 yıl önce yasaklandığını” dile getiriyorlar ve bu durumda da bize şu soruyu sorma hakkı doğuyor: Eğer kölelik helal idiyse –alimlerin bakış açısına göre- onu haram kılma yetkisini elinde bulunduran kim? Ayrıca bu konuda icma etmiş (köleliği haram kılmış) olan o alimler nerede? Kim onlar? Alimlerin haramı helal kılma veya helali haram kılma konusunda icma etme hakları var mı? Kısacası, Işid’in geleneksel fıkıh mirasını
uyguladığı bir geçektir, siz ise buna kapı aralayan bir tavır içindesiniz.

Alimler, Kur’an’a ve Nebi Aleyhisselam’ın uygulamasına aykırı olduğu kesin olan ve köleleştirmeye izin veren yaygın fıkhi görüşü düzeltmek yerine, bir insan tarafından konmuş kanuna dayanmaktalar. Oysa o insan yapımı kanun, köleleştirmeyi, ancak modern asrın başlarında makinalar icat edilince, yani Amerikalı kanun koyucu için artık köleliğin bir işe yaramayacağı ortaya çıktıktan sonra kaldırmıştır. Sonra da bu bildiride alimler kalkıp, müslüman alimlerin icma ettiklerini iddia etmektedirler. Buna, dikkatleri başka yöne çekerek gerçekleri ört bas etmek denir. Aslında bu bildiriye imza atmış olan alimler kendilerini bu sorunu köklü bir şekilde tartışmaktan muaf tutmakta ve batının 100 yıl önce yaptığı kanuna dayanmakla yetinmektedirler.

7. Bildiri, Işid’in kadınlara uyguladığı muameleyi eleştiriyor. Işid’in kadınlara olan tutumunun, kadınlar hakkındaki yaygın anlayışa uygun olduğu bir gerçektir. Nitekim o anlayışlardan biri şudur; “kadın yarım insandır, yarım akıllıdır, eğri kaburga kemiğinden yaratılmıştır” . Kur’an’ı Kerim’in erkek ve kadının her ikisinin de aynı özden (nefs-i vahide) yaratıldığını ve yüce Allah’ın huzurunda ikisinin de yaptıklarından aynı derecede sorumlu olduklarını dile getirdiği bir zamanda, Nebi Aleyhisselam’ın bunları söylediğine inanan bir müslümanın kadın hakkındaki bu anlayışını düzeltmek imkansızdır. Allah Teala şöyle buyurur:

“Ey İnsanlar! Sizi (atanızı) bir tek nefisten yaratan Rabbinizden çekinerek kendinizi koruyun. Eşini de o nefisten yaratmış, bu ikisinden pek çok erkek ve kadını yeryüzüne yaymıştır. Öyleyse Allah’a saygılı olun; biriniz diğerinden bir şey isterken onun adıyla ister. Akrabaya da saygılı olun. Allah sizi gözetimi altında tutar.” (Nisa Suresi 4/1)

8. Had Cezalarını Uygulamak: Bildiri Işid’i had cezalarını uygulamada aceleci davrandığı için kınıyor. Fakat bunun sebebini anlamak mümkün değildir. Burada sorun bu uygulamanın zamanlamasında mıdır? Had cezalarının uygulanma şekli bundan daha büyük bir problem değil midir? Bu bildiriye imza koyan alimler, içki içene kırbaç , zina edene recm uygulanacağı iddiaları gibi Allah ve Rasulü’ne bir çok iftirayı içeren hadler konusunu dile getirmekten kaçınmışlardır.

9. İşkence ve Kafa Kesme: İslam tarihi bunlarla dolu değil midir? Neden bunları ilk yapanlar tenkid edilmiyorlar? Ümmetin mirasını gözden geçirmemizin ve atalarımızın doğru da yanlış da yaptıklarını söylememizin, doğru olana güvenip yanlışı reddetmemizin vakti hala gelmedi mi?

10. Türbelerin İmha Edilmesi: Alimlerin bildirisi Işid’i, türbeleri tahrip ettiği için tenkid ediyor. Bu türbe konusu Işid’den onlarca yıl önce ortaya çıkmış hayli “görkemli” bir bid’at değil mi? Eleştiri neden sadece Işid’e yöneltilip bu toplumun fikirlerinin ve ilkelerinin beslendiği kaynak unutuluyor?

11. Yöneticiye İsyan: Alimlerin bildirisi Işid’i meşru yöneticilere karşı gelmekle eleştiriyor. O halde bu değerli ulemamıza şunu sormalıyım: Bu fiili icad eden Işid mi yoksa mukaddes tarihimiz bunlarla mı dolu? Muaviye bin Ebu Süfyan müslümanların meşru halifesi Ali bin Ebu Talip’e (r.a) isyan etmedi mi? Ama hala İslam alimleri Muaviye’yi haklı gösterirler “çünkü o sahabidir”. Sahabeler de hem doğru yapan hem de hata yapan insanlar değiller mi? Neden Muaviye’nin, ümmetin memnuniyetini kazanmış meşru halifeye isyan etmekle büyük bir hata yaptığını yüksek sesle dillendiremiyoruz? Oysa mevcut durum bunun tam aksidir. Muaviye’nin bu fiili kötü bir uygulama (sünnet-i seyyie) olarak günümüze kadar gelmiş ve tüm saltanat düşkünleri için dayanak olmuştur.

12. Hilafet: Bildiri Işid’i tek taraflı Halifelik ilan ettiği için tenkid ediyor. Biz de tarih boyunca ilan edilmiş tüm “İslam halifelikleri” için (tabi ki Raşid Halifeler dönemi hariç) şunu soruyoruz: İçlerinden biri bile kan dökmeden veya halka karşı zor kullanmadan kuruldu mu? Bugünümüzü düzeltmek için tarihimizi neden eleştirmiyoruz? Neden ağacın sadece dallarını eleştiriyoruz? Kökü bozuksa meyvesi olur mu?

Ölçüleri koyan yüce Allah’tan bizleri Kerim Kitabına ve doğru yoluna yöneltmesini dileriz. Güç ve kudret yüceler yücesi Allah’a aittir.

Süleymaniye Vakfı Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi
Kaynak: www.hablullah.com

مناقشة بيان علماء المسلمين إلى رئيس تنظيم الدولة الإسلاميّة في العراق والشام (داعش):
توجّه عددٌ كبيرٌ من العلماء المسلمين برسالةٍ مفتوحةٍ لقائد ما بات يُعرف بالدولة الإسلاميّة في العراق والشّام المدعو (أبو بكر البغدادي)، وكانت الرسالةُ عبارةً عن بيانٍ للأخطاء التي وقع فيها التنظيمُ في كلٍّ من العراق وسوريا داعيا إياهم إلى تصحيح تلك الأخطاء، كما تضمّن البيانُ نصائحَ وعظاتٍ وجّهها العلماءُ لقائد التنظيم وأتباعه كنهُها الكفُّ عن الأخطاء والجرائم التي يرتكبونها كلّ يومٍ مخالفين بها تعاليمَ الإسلام.
هذا البيان وإن كان مُحقّاً في بيان أخطاء التنظيم التي ملأ صداها الدنيا بأسرها وجعل المسلمين مرّةً أخرى في مرمى التهمة بالتخلّف والإرهاب التي ما انفكّ الغربُ يؤمن بها حتّى دون أفعال داعش، إلّا أنّ البيان لم يتعرّض إلى الأصول التي ارتكزت عليها داعش وهي تنفّذُ هذه الأعمال ابتداءً بإعلان الخلافة من جانبٍ واحد وليس انتهاءً بالقتل الجماعي للمخالفين والأسرى وكلِّ من يمرُّ في طريقهم.
ونحن هنا في مركز بحوث الدِّين والفطرة في اسطنبول نودُّ الوقوف على بيان العلماء الذي أراد معالجة المشكلة موضعيّاً في الوقت الذي تغافل فيه عن البعد التاريخي والتراث الفقهيِّ الموروث الذي استندت عليه داعش وهي تمارس أفعالَها على الأرض.
وربّما يتساءل مَنْ يقرأ ردَّنا على بيان العلماء: ما علاقةُ البعد التاريخيّ والموروث الفقهيِّ بما تفعله داعش هذه الأيّام؟! نُجيب على ذلك بأنْ نقول: إنّ حاضرَنا ومستقبلنا سيبقى مرتهناً للتاريخ إنْ لم نقرأ تاريخَنا بعين الناقد لا بعين المُقدِّس. عندما يذهب المريضُ إلى الطبيب فإنّ هذا الأخير سيسألُه أوّلاً عن تاريخ المرض في العائلة وعن تطوّر المرض الذي قد يعود إلى سنوات عديدة. كذلك علينا أن نفعل اليوم، وبغير هذه الطريقة لن نتمكّن من الخروج من مآزقنا التي لا تنتهي بل تزداد تفاقماً يوماً بعد يوم.
نركّز في ردّنا على البُعد التاريخي والموروث الفقهي لنبيّن للقارئ الكريم أنّ أصلَ المشكلة ليس في داعش بقدر ما هو في الموروث الثقافي والتاريخي الذي يستند عليه هذا التنظيم والتنظيمات المشابهة له، ذلك الموروث الذي شكّل بديلاً للإسلام الأصيل الذي رضيه الله تعالى لنا وسطَّره في كتابه وظهر في تطبيقات النبيّ صلّى الله عليه وسلّم.
إنّ الدّين الموازي الذي ضربَ جذورَه في أرض المسلمين بعد فترةٍ وجيزةٍ من وفاة النبيّ صلّى الله عليه وسلّم قد تطوّر من خلافٍ سياسيٍّ إلى خلافٍ دينيٍّ وأصولي؛ حيثُ رضي كلُّ فريقٍ بما لديه من نصوصٍ نُسبت إلى النبيّ والصحابة وآل البيت؛ حيث شكّلت تلك النصوصُ والرواياتُ المصدرَ البديلَ للنصِّ القرآنيِّ؛ إذ أُعطيت حقَّ السيطرة عليه تفسيراً وشرحاً وتقييداً وتخصيصاً ونسخاً. وكانت النتيجةُ أنْ ظَهَرَ في كلِّ زمان مَنْ يقوم بالقتل والاستيلاء على حياة المسلمين مستنداً على ذخيرته من تلك النصوص التي زخرت بها كتبُ السنن والمذاهب والسير والمغازي.
وسنتناول هنا الأفكارَ الرئيسيّة التي تضمّنها البيانُ على النحو التالي:
1_ انتقدَ البيانُ خطابَ الناطق باسم داعش الذي افتتحَ حديثَه بحمد الله تعالى الذي بعث “نبيَّه بالسيف رحمةً للعالمين”، وتساءَلَ البيانُ كيف تستوي الرحمةُ والسيف؟ لا شكّ أنّ هذا كلامٌ جميلٌ، لكنّ البيان لم يتعرّض إلى ذكر النصوص التي استند إليها المتحدّثُ باسم داعش. وها نحنُ هنا نذكّر العلماءَ بتلك النصوص ولا نراهم يجهلونها:
عن ابن عمر قال: قال رسولُ الله صلّى الله عليه وسلّم: ” بُعثت بالسيف حتى يُعبد الله لا شريك له” فإن قُلْتم إنّ الحديث ضعيفٌ من عدّة وجوه. قلنا: ما رأيُكم بما رواه أبو هريرة ، قال: قال رسولُ الله صلّى الله عليه وسلّم: «أُمرتُ أن أقاتل الناس حتّى يشهدوا أن لا إله إلّا الله، وأنّي رسولُ الله، ويقيموا الصلاة، ويؤتوا الزكاة» حيث يعلّق الألباني على هذه الحديث بوصفه بالمتواتر وهو أعلى مراتب صحّة الحديث. فرواية أبي هريرة تؤيّد رواية ابن عمر، وما فعلته وتفعله داعش ما هو إلّا تطبيقٌ لنصِّ الحديثين !
إنّ نصوص القرآن الكريم ترفض قَبول مثل هذه الروايات المتعارضة مع تقريره أنْ “لا إكراه في الدين” ، وأنْ “مَن شاء فليؤمن ومَن شاء فليكفر” ، و”لست عليهم بمسيطر” . والآيات في هذا الصدد كثيرةٌ. والحديثان السابقان يقرّران عكس ما قرّره القرآنُ تماماً، والناطق باسم داعش لم يخرج عن أصول الفقه المقرّرة عند علماء المسلمين التي تنصُّ على أنّ السنّة شارحةٌ ومفصِّلةٌ ومقيِّدةٌ ومتمِّمةٌ وأحيانا ناسخةٌ للكتاب، وما فعله الرجل الداعشيّ أنّه التزم تلك الأصول تماماً، فقد أخذ بالحديث التزاماً بالقاعدة الأصولية المضطردة القائلة بأنّ السنّة قاضيةٌ على الكتاب.
2_ جاء في بيان العلماء “أنّ كلَّ ما جاء في السّنّة الصحيحة وحيٌ ولا يجوز أن يُترك البعضُ ويُؤخذ بالبعض الآخر، وبالتالي يجب التوفيقُ بين النصوص قدر المستطاع، أو أن يكون هناك سببٌ واضحٌ لترجيح أمرٍ على أمر . وهذا ما شرحه الإمامُ الشافعي في “الرِّسالة” وأجمعَ عليه علماءُ الأصول على بَكرة أبيهم”.
ولنا أن نسألَ العلماءَ الكرام؛ إنْ كانت السّنّةُ وحياً فلماذا لم تُحفظ بالطريقة التي حُفظ بها القرآنُ الكريم؟! أم أنّ النبيَّ صلّى الله عليه وسلّم قد قصّر في حفظ هذا النوع من الوحي؟! وماذا لو لم يجمع علماءُ القرن الثالث والرابع الأحاديث “المُوحى بها”؟ هل كانوا يأثمون؟! وإن كانت الإجابة بنعم، فهل يعني ذلك أنّ مَنْ سبقهم من الرعيل الأوّل قد أثموا لامتناعهم عن هذا الفعل؟!!.
إنّ الهروبَ إلى الأمام لا يُجدي، يجبُ على علماء المسلمين أن يكفّوا عن وصف السّنّة بالوحي. السّنّة هي تطبيقُ النبيّ للقرآن وهي الحكمة المركوزة فيه، وهي لا تنفصل عن الكتاب بحال، بل هي مقيَّدةٌ به فهماً وتطبيقاً. ونذكِّر علماء الأمة بقوله تعالى مخاطباً نبيَّه: {اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ} (الأنعام، 106) وبقوله تعالى {وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِآيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَا قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي هَذَا بَصَائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ} (الأعراف، 203) وبقوله تعالى {وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَاءِ نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ} (يونس، 15)
3_ قتلُ الأبرياء: حيث يُنكر العلماءُ على داعش قتلَ الأبرياء، وحسب التوصيف الأصيل للبرئ فإنّه ذلك الشخص الذي لم يشترك في القتال . ولو نظرنا في تراثنا الإسلاميَّ سنجد أنّ قتل الأبرياء عادةٌ انتهجها الحكّامُ والسلاطينُ المسلمون بدايةً من عصر الأمويين وحتى عصرنا هذا، ولم يخل تاريخ المسلمين ممن يطبق هذه السّنّة السّيّئة.
إنّ إعمال القتل في الأبرياء يجد مستنداتٍ “شرعيةً” تؤيّده، فالروايات التي تُفيد أنّ النبيّ صلّى الله عليه وسلّم قتل كلَّ رجال بني قريظة تغذّي هذا الفهم، ومن المعلوم أنّ الرجل ليس مُقاتِلاً بالضرورة، وهناك رواياتٌ تقول أنّه عليه الصّلاة والسلام قد قَتَلَ مَنْ أنبتَ منهم (أي ظهر له شعرُ العانة) ولا يقبل عاقلٌ أنّ أمثال هؤلاء محاربون، والتصديقُ أنّ النبيّ صلّى الله عليه قد قتل أمثال هؤلاء هو المستند الذي تركن إليه داعش في قتل الأبرياء، ومثل هذه القصص كثيرةٌ في تراث المسلمين، ومع ذلك لا نجد علماء الأمّة يقفون على أصل المشكلة ليقولوا بوجوب نقد الروايات وإخضاعها لميزان الكتاب الذي أرسله الله هدىً للعالمين. فما وافق الكتاب من الروايات كان الحكمة التي نطق بها النبيُّ وعمل بها ومارسها سلوكاً في حياته، وما خالف القرآن نترك الاحتجاج به؛ لأنّه لا يمكن أن تصحّ نسبتُه إلى النبيّ.
ومن يقرأ في سورة الأحزاب يجد كلام الله تعالى واضحا في ما آلت اليه الحرب مع بني قريظة حيث يقول الله تعالى {وَأَنْزَلَ الَّذِينَ ظَاهَرُوهُمْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ صَيَاصِيهِمْ وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ فَرِيقًا تَقْتُلُونَ وَتَأْسِرُونَ فَرِيقًا. وَأَوْرَثَكُمْ أَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ وَأَرْضًا لَمْ تَطَئُوهَا وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرًا} (الأحزاب،26_ 27) من خلال الآيتين السابقتين يظهر تسلسل الأحداث؛ حيث نزل بنوا قريظة من حصونهم فدار القتال بين الطرفين، وكان المسلمون معززين بنصر الله إياهم في معركة الأحزاب ومدفوعين بما حملته قلوبهم من غيظ على خيانة بني قريظة. وقد قُتل فريق من بني قريظة بينما تم أسر الباقين.
ولم يذكر مصير أسرى بني قريظة في سورة الأحزاب لأن حكم الأسير في الإسلام قد تبين في الآية الرابعة من سورة محمد: {فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا} (محمد، 4)
ولا يمكن لمسلم أن يقبل إلغاءَ حكم الآية للأخذ بالرواية التي تعارضها تحت مسميات الجمع بين النصوص والتوفيق بينها، لأنّه لا يمكن التوفيق بين متعارضين إلّا بإسقاط أحدهما، وما يُؤسف له حقّا أنّ نصوص القرآن غالبا ما تُؤوّل أو تُلغى من أجل إعمال الروايات المنسوبة للنبيّ صلّى الله عليه وسلّم.
4_ قتلُ الأسرى: استنكرَ بيانُ العلماء قتل الأسرى الذي أقدمت عليه داعش واصفين ذلك بالوحشيّ والبشع. ولي أن أسأل هؤلاء العلماء عمّا يصدّقونه ويؤمنون به من قتل النبيّ صلّى الله عليه وسلّم لأسرى بني قريظة وكانوا بالمئات، أليستْ ممارسات داعش هي التطبيقُ العمليٌّ الصادق لما تؤمن به؟! أمّا أنتم فرغم إيمانكم بأنّ الأسير يُقتل ويُخيّر فيه الإمامُ إلّا أنّكم تنكرون على داعش ذلك. أليس هذا تناقضاً؟
بعد أن أمر اللهُ تعالى بشدِّ الوثاق جاء توضيحُ مصير الأسرى صريحاً في قوله تعالى {فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أوزارها} (محمد،4) فقد حصرت الآيةُ مصيرَ الأسير في خيارين لا ثالث لهما؛ وهما المنُّ أو الفداء، والمنّ أن يُطلقَ سراحُ الأسير دون مقابل، أمّا الفداء فأن يُطلق سراحُه مقابل مال أو خدمة.
وقد التزم النبيُّ صلّى الله عليه وسلّم أمر ربه إيّاه كما ورد في قصة أثال الحنفي وفي تعامله مع أسرى بدر وغيرها من الغزوات. وما رُوي عنه صلّى الله عليه وسلّم غير ذلك فإمّا أن يكون في دائرة الإفتراء عليه كالروايات التي تفيد قتله أسرى بني قريظة ، وإمّا أن يكون الأسير قد ارتكب جريمةً توجب قتله قصاصاً كأن يكون قد قتل معصوما في غير حرب.
والقول بأنّ النبيَّ صلّى الله عليه وسلّم كان يأمر بقتل الأسرى هو اتهامٌ للنبيّ بمخالفة القرآن. وحاشاه أن يفعل. ولو صدر من النبيّ اجتهادٌ خاطئٌ بهذا الخصوص لعاتبه الله عليه عتاباً شديداً كما حصل في اتخاذه الأسرى يوم بدر.
ورغم وضوح حكم الأسير بنصّ القرآن وصحيح السيرة إلّا أنّ المذاهبَ الإسلاميّةَ في جملتها ذهبت إلى جواز قتل الأسير واسترقاقه، بل إنّ بعضها كالمذهب الحنفي نصَّ على أنّه لا يجوز إطلاقُ سراح الأسير مَنَّاً (بدون فدية)، وهذا من أعظم الجرأة على كلام الله، وليس هذا تحريفاً للنصِّ القرآنيِّ فحسب بل إنّه يُلغيه كلّيّاً. فأين علماءُ المسلمين من هذا؟ أم أنّه يحرم مناقشةُ التراث في الوقت الذي قفز فيه التراثُ على النصوص المُحكَمة في الكتاب العزيز؟!.
5_ معاملة النصارى: استنكر البيانُ معاملة داعش للنصارى وأهل الملل الأخرى. وأنقلُ للعلماء الأفاضل روايةَ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: «أَهْلُ الْكِتَابِ لَا تَبْدَأُوهُمْ بِالسَّلَامِ، وَاضْطَرُّوهُمْ إِلَى أَضْيَقِ الطَّرِيقِ» . ويعلق الشوكاني على هذا الحديث بقوله: وَفِيهِ دَلِيلٌ عَلَى أَنَّهُ لَا يَجُوزُ لِلْمُسْلِمِ أَنْ يَتْرُكَ لِلذِّمِّيِّ صَدْرَ الطَّرِيقِ، وَذَلِكَ نَوْعٌ مِنْ إنْزَالِ الصَّغَارِ بِهِمْ وَالْإِذْلَالِ لَهُمْ .
ولنا أن نتساءل أين المعاملة الحسنة في هذه الرواية؟ إليس الجاءُ النصراني إلى أضيق الطريق هو من قبيل الإكراه في الدِّين؟ وقد أجهد شرّاحُ الحديث أنفسَهم في الجمع بين هذه الرواية وبين الآيات والأحاديث الكثيرة التي نصّت على حسن معاملة أهل الكتاب، وكل ذلك تمشياً مع الأصول المغلوطة التي تقدّس الإسناد الصحيح حتى لو كان المتن منكَرَاً متعارضاً مع نصوص القرآن وصحيح الرواية.
وقد أغفل بيانُ العلماء النصوص التي تستند إليها داعش، وما داعش إلا جماعةٌ تنتصر للتراث كما هو.
6_ مسألة الرق: يُجرِّم بيانُ العلماء اتخاذَ داعش للرقيق زاعمين “أنّه كان من أهداف الإسلام إلغاء الرق، وقد تحقّق إلغاء الرق قبل مئة عام حيث أجمع علماءُ الاسلام على حرمته كما أجمع على تجريمه العالم أجمع”.
ولنا على كلام العلماء تساؤلان:
الأول: هل تقصدون أنّ هدف الاسلام كان إلغاء الرق ولكنّه لم يلغه؟ بمعنى أنّ الله تعالى قد ترك البتَّ في تحريم الرَّقِّ لعلماء القرن العشرين!! ولا أدري كيف يفهم هؤلاء العلماء قولَه تعالى {الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا} (المائدة، 3)
الثاني: يذكر العلماءُ في بيانهم “أنّ الرِّقَّ قد حُرِّم منذ مئة عام”. ويحقُّ لنا أن نتساءل: إذا كان الرِّقُّ حلالاً _من وجهة نظر العلماء_ فمن يملك حقَّ تحريمه إذن؟ ومن ثم أين هؤلاء العلماء الذين أجمعوا. ومَنْ هم؟ وهل يحقُّ للعلماء الإجماع على تحريم حلال أو تحليل حرام؟. والحقُّ أنّ داعش أرادت تطبيق التراث الفقهي التقليدي، أمّا أنتم فتتخذون موقفاً موارباً.
وبدلاً من تصحيح الرأي الفقهيِّ السائد الذي يبيح الاسترقاق وهو بالتأكيد مخالفٌ للقرآن وتطبيقات النبيِّ صلّى الله عليه وسلّم، فإنّهم يستندون إلى شريعة البشر التي حرّمت الاسترقاق بعد أن تبيّن للمشرع الأمريكي أنَّ الرِّقَّ لم يعد مجدياً في التزامن مع اختراع الآلة في بداية العصر الحديث، ثم يدّعي العلماءُ في البيان أنّه إجماعُ علماء المسلمين، وهذا ذرٌّ للرماد في العيون وركوبٌ للموجة لا غير. والحقيقة أنّ العلماءَ الموقّعين على البيان أعفَوْا أنفسَهم من مناقشة المسألة أصوليّاً واكتفوا بالاستناد إلى تشريع الغرب قبل مئة سنة !
7_ انتقد البيانُ معاملةَ داعش للنساء، والحقيقة أنّ داعش تعامل النساء بحسب المفاهيم السائدة حولهنّ؛ فالواحدةُ منهنّ نصفُ إنسان ونصفُ عقل ومخلوقةُ من ضلعٍ أعوج ، ولا يمكن أن يستقيم فهمُ المسلم عن المرأة وهو يؤمن بأنّ النبيّ صلّى الله عليه وسلّم يقول ذلك، في الوقت الذي يذكر القرآنُ الكريم أنّ الرجل والمرأة قد خُلقا من نفسٍ واحدة وأنّهما مكلَّفان ومسؤولان أمام الله تعالى عن أفعالهما بالدرجة ذاتها . قال الله تعالى {يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِهِ وَالْأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا} (النساء، 1)
8_ تطبيق الحدود: أعاب البيانُ على داعش الاستعجال في تطبيق الحدود الشرعيّة. ولا أدري لماذا أعاب البيانُ ذلك. فهل المسألة مسألةُ توقيتٍ فقط؟! أم هو الشعورُ بأنّ مسألة إقامة الحدود بهذا الشكل يحمل كثيراً من الإشكاليّات؟. وقد أعفى العلماءُ الموقّعون على البيان أنفسَهم من البحث في أمر الحدود التي فيها من الافتراء على الله ورسوله الشيء الكثير كالقول برجم الزاني المحصن أو جلد شارب الخمرة .
9_ التعذيبُ وقطع الرؤوس: أليس تاريخُ المسلمين حافلاً بهذا؟ لماذا لا يُنتقد الأوّلون؟ ألم يحن الوقت لِأنْ نعالجَ تراثَ الأمّة فنقولَ بأنّ السلف أصابوا وأخطؤوا، فنبني على الصحيح ونرفض القبيح؟.
10_ تدمير الأضرحة: انتقد بيانُ العلماء داعش لأنّها تدمّرُ الأضرحة. أليست هذه أساساً بدعةً وهابيّةً سبقت ظهور داعش بعشرات السنين؟! لماذا يُوجّه النقدُ إلى داعش ويُنسى الأصل الذي تستقي منه هذه الجماعة أفكارها ومبادئها؟!
11_ الخروج على الحاكم: انتقد بيانُ العلماء الخروج على الحكام الشرعيّين. ولي أن أسأل علماءنا الأفاضل هل داعش من ابتكر هذا الفعل أم أنّ تاريخ المسلمين المقدّس حافلٌ بذلك؟ ألم يخرج معاويةُ بنُ أبي سفيان على خليفة المسلمين الشرعي علي بن أبي طالب رضي الله عنه؟ وما زال علماء المسلمين يبررون فعل معاوية (لأنه صحابيٌّ)، أليس الصحابةُ بشراً يصيبون ويخطئون؟ فلماذا لا نجهر بأنّ معاوية قد ارتكب خطأً فادحاً بخروجه على الخليفة الشرعي الذي رضيت به الأمّة؟! لكنّ ما حصل هو عكسُ ذلك، فصار فعلُ معاوية سنّةً سيّئةً إلى يومنا هذا يتّكئ عليها كلُّ صاحب هوى سلطوي.
12_ الخلافة: انتقد البيانُ داعش لإعلانها الخلافة منفردة، ولنا أن نتساءل عن جميع “خلافات المسلمين” عبر التاريخ عدا الراشدة طبعاً؛ هل قامت أيّةُ واحدةٍ منها إلّا بالمزيد من سفك الدماء والتجبّر على الخلق؟. لماذا لا ننقدُ تاريخَنا حتّى يستقيم حاضرنا؟ لماذا ننتقد الفروع فقط وما هي إلّا نتاج الأصول الخاطئة؟
نسأل الله العلي القدير أن يهدينا إلى كتابه الكريم وصراطه المستقيم، ولا حول ولا قوّة إلّا بالله العليِّ العظيم.
وقف السليمانية/ مركز بحوث الدين والفطرة
الموقع: حبل الله www.hablullah.com


Yayımlandı

kategorisi

,

yazarı:

Etiketler: